SERDAR TURGUT "HÜRRİYET'İ TARTIŞMAK GEREK" DEDİ VE HÜRRİYET GAZETESİNİ KÖŞESİNE TAŞIDI
Hürriyet Gazetesinden Akşam gazetesine transfer olan Serdar Turgut, hürriyet gazetesini bugünkü köşesine taşıdı. İşte Serdar Turgut'un hürriyet gazetesini tartışmak lazım başlıklı köşe yazısı...
'Hürriyet'i tartışmak lazım
Bugün benim açımdan hayli problemli olan bir konuya giriş yapmak istiyorum.
'Hürriyet' gazetesini tartışacağım bugün.
Yanlış anlamalara, yorumlara neden olmaması için baştan net koymalıyım meseleyi.
Bu 'tartışma' gereği benim kişisel gereklerimden ortaya çıkan bir şey değil.
Yani ayrıldığı müessese ile hesaplaşmaya giren insan konumuna düşmekten, böyle yorumlanmaktan korkuyorum açıkçası.
Kişisel bir hesabım yok, kişisel kırgınlığım yok, ayrıca onca yıldan arta kalan sadece sıcak hatıralar kafamda.
Doğal olarak yıllar içinde gazetenin üst yönetimine yakın bir insan olarak, birçok olay duydum, haberdar oldum.
Kimse benden geçmiş ile ilgili hatıra yazmamı beklemesin.
Ben gizli günlükler tutup, sonradan bunları yayınlayanlardan değilim. Bana gösterilen güvene karşılık ben de özel yaşadıklarımı zihnimin hatıralar bölümüne gömüp mezara götüreceğim.
Hayatta her çalıştığım müessesede aynı tavrı göstermişimdir.
Ancak bu sektörde 'Hürriyet' gazetesi gayet tabii ki çok önemli.
Türkiye'de son 10 yıl içinde en çok prestij kaybeden meslek gazeteciliktir diyorsak, insanlar artık okudukları haberlere inanmıyorlar tespitini yapıyorsak o zaman 'Hürriyet' de ne oldu sorusunu sorup, buna cevap aramak her meslektaşın sorunu olmalı bence.
Dolayısıyla bu soruyu sorup buna bazı genel cevaplar vermeye çalışacağım bugün.
Mazlumun hakkı
Belki de en sona saklamam gereken sonucu baştan söyleyeyim, daha sonra meseleyi açarım.
'Eski Hürriyet' yani 1990'ların başına kadarki dönemdeki gazete ile 1990'lardaki 'Yeni Hürriyet'te temel bir farklılık vardı bence.
Eski Hürriyet temel hedefi olarak 'mazlumun' hakkını savunmayı ön plana çıkarırdı.
Yeni Hürriyet'te ise bu hedef gazeteyi yapan kolektif iradenin bilinç altından silinmiş görünümü var uzun süredir.
Eskiden sıradan insanların, haksızlığa uğrayanların savunucusu görünümünde olan Hürriyet değişim geçirmeye başlamasıyla birlikte hep 'güçlünün' yanında yer almaya başladı. En azından haberleriyle, manşetlerinin ağırlıklı bölümüyle bu izlenimi verdi.
Gayet tabii ki bu değişim sadece gazeteyi yapan iradenin tercihleriyle açıklanamaz.
Bu tercihler de çok önemlidir ama aynı derecede önemli olan bir başka unsur da Türkiye'de yaşanan hızlı ve yıkıcı gelişmedir.
Bir hayal dünyasına girildi 1990'lı yılların başından itibaren Türkiye'de.
Hızlı bir zenginleşme yaşanırken, para bazı ellerde birikirken, bu birikimin sosyal üst yapısı özellikle İstanbul'da bazı kısıtlı coğrafyalarda kurulurken başta Hürriyet olmak üzere büyük medyanın ilgisi bu değişimin içinde yer alan 'modern' insanlara yoğunlaştı.
Ekonomi sayfalarının sayısı artarken sayfalar bu kesimin problemlerine açıldı, magazinin ağırlığı bu insanlar nedeniyle gazetelerde artırıldı.
Bu dikkat yoğunlaşmasının ekonomik nedenleri de vardı gayet tabii ki, çünkü reklam paraları da bu yeni ortaya çıkan insan grubundaydı doğal olarak.
Böylece gazeteler, bu kısıtlı sayıdaki insan grubu ve İstanbul'un belirli bir coğrafyası el ele vererek bir kısır döngü oluşturdular kendileri hakkında.
Ve bu kısır döngü kurulurken de gazeteler ilgilendiklerinin dışında geride büyük bir nüfusun bulunduğunu, bunların sorunları olduğunu, bunların gazetelerin doğal ilgi alanına girmesi gerektiğini unuttular.
Yakın ilişkiler
Modernite bir anlamda bazı kısıtlı coğrafyalarda yer alan süper marketlerde bulunmaya başlayan mal sayısındaki artış şeklinde tanımlandı anlayacağınız.
Modern insanlar da bunları tüketenler olarak algılandı.
Mazlumun hakkının savunulması görevi de gündemden çıktı bu algılamayla birlikte.
Aslında toplumda bir anlamda ilkel, yıkıcı bir sermaye birikimi yaşanıyordu. Bu birikim büyük kitleleri fakirleştirip, azınlığı zenginleştirme ilkesiyle çalışıyordu ve gazeteler çıkarlarını, bakış açılarını ve dikkatlerini bir kısıtlı kesime yönelttikleri için ilkel sermaye birikiminin her şartta devam ettirilmesi, bunun ideolojik koşullarının sağlanması da gazetelerin normal işi gibi algılanmaya başlandı bir süre sonra.
İşte hükümetlerle kurulan yakın ilişkilerin, hükümetleri haberde gerekirse yalan söyleyerek savunmaların, gerçeklere göz kapayarak gözü kararmış bir şekilde güçlünün yanında kalmakta ısrar etmenin temelinde bu kısır döngünün içinden çıkamamanın getirdiği zorunluluk vardı bence.
Çarpık zenginleşmeye ve onun sosyal üst yapısına öylesine bağımlı olmuştu ki gazeteler, zaman zaman intihar etmeyi göze alarak kurulan çarpık düzen savunulmaya başlandı.
TÜSİAD üyesi
Bir de işin başka yönü var tabii ki.
Gazeteleri çıkaran kolektif iradeden söz ederken bunun tek başına belirleyici olmadığını söylemiştim son yıllardaki gelişmeleri anlama açısından.
Ama tabii ki o iradenin ne olduğunu da anlamadan olan biteni tam algılayamayız.
Kendimizi kaybettiğimiz yıllarda, kurduğumuz hayallere gerçekler olarak inandığımız dönemde bizler önümüze gelen her türlü somut gerçeği görmeyi reddettik.
Örneğin Hürriyet Gazetesi yönetiminin bu ülkede siyasallaşmış bir varoş gerçeği olduğunu tespit etmesi, oralarda bir şeyler olduğunu, bunun çok kısa süre içinde büyük sorun olacağını görmesi 1995 yılındadır.
Biz o dönemde bu konudaki bilgileri topladık, her şey elimizdeydi o konuda ama belki de gerçekleri görmekten korktuğumuzdan, bu gerçek bizi rahatsız ettiğinden o bilgileri o dönem çöpe attık.
Yine örneğin geleneğinde tarihinde mazlumun hakkını savunmak olan Hürriyet'in genel yayın yönetmeni kendisinin aynı zamanda TÜSİAD üyesi bir işadamı olmaya geçiş yapmasının gazetenin geleceği açısından nasıl da yanlış olacağını yine o hayal yıllarında görememiştir.
Kendisini, sorunlarını, haklarına sahip çıkılmasını gazetede görememeye başlayan sıradan insanlar, ideolojik tepki duymaya başlarken güçlülere, gazeteyi çıkaran insanın o güçlülerin kulübünde yer almasının yayacağı sembolik olumsuzluk görmezden gelinmiştir.
Hayal dünyası
Ve üstelik bütün bu yalan kısır döngüsü de kriz çıkmasaydı büyük bir ısrarla sürdürülecekti.
Gerçi krizden sonra da hayal peşinde koşulmuş, toplumun silmiş olduğu siyasetçilere yapışılmış, toplumda gülünerek alay edilerek karşılanan siyasal hareketlenmelere gazete haberleriyle destek verilebilmiş, bir anlamda gazete toplumun tamamen dışında kendi hayal dünyasıyla yaşamaya başlamıştır.
Şimdi artık bir dönem kapandı en azından öyle gözüküyor.
Gidilecek iki yol var artık.
Ya başta Hürriyet olmak üzere gazeteler yine sıradan insanların yanında yer alarak modern olmayı deneyecekler.
Mazlumu hakkının savunulmasının ' gerilik' olduğu düşüncesi kafalardan atılacak.
Ya da eski adetler sürdürülmek için son çaba harcanacak, iktidarın yine esli kısır döngülerin içine çekilmesi için uğraşılacak.
İlk yol Türkiye'de demokrasinin var olabilmesinin yoludur.
İkincisini ise nereye gideceği pek belli değildir yolun sonu karanlıktır ama bilinen bir şey var ki o süreçte gazeteler şimdilerde sadece geçmişin hatırına sürdürülen bazı okuyucu sadakatlarını da o zaman tamamen kaybedeceklerdir.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:58