Medya
  • 19.12.2002 12:14

SERDAR TURGUT HÜRRİYET'İN SON REKLAMINI YAZDI

KAYNAK : Haber Vitrini Hürriyet'in son reklamı üzerine Hürriyet Gazetesi'nin son reklamını umarım izlemişsinizdir. Kız çocuk gazetenin danışma görevlisinin önünde duruyor ve 'Genel Yayın Yönetmeni ile görüşmek istediğini' söylüyor. Yıllardır bilirim, o gazetenin danışma görevlileri hakikaten güler yüzlüdür. Dolayısıyla da kızın bu garip talebini de güler yüzlülükle karşılıyorlar. Yani reklam o aşamaya kadar son derece gerçekçi bana göre. Ancak o noktadan sonra işler biraz garipleşiyor, çünkü danışma görevlisi Hürriyet'in genel yayın yönetmenine telefon açarak, bir misafiri olduğunu söylüyor. * * * Reklamı ilk izlerken daha o aşamada olacakları tahmin ettiğim için, ateist olmama rağmen kendimden taviz verdim ve ne olur olmaz, belki işe yarar diye yere diz çöküp Tanrı'ya yalvarmaya başladım. Dedim ki 'Allah'ım ne olur kızın istediği olmasın, ne olur genel yayın yönetmeni onunla buluşmak için aşağıya gelmesin, genel yayın yönetmenlerinin genelde yaptıkları gibi halkla görüşmesin, kızı da atlatsın, ne olur Allah'ım ya, yakma kızın başını ya!' Böyle yalvardım ama işe yaramadı. Çünkü genel yayın yönetmeni bir süre sonra aşağıya geldi görüşmek için. * * * Neyse oturdular, konuşmaya başladılar. Hemen anladık ki aslında iki genel yayın yönetmeni konuşuyormuş. Kız da okul gazetesinin genel yayın yönetmeni imiş ve 'geleceği Hürriyet'te gördüğü için orada çalışmaya gelmiş. Dedim ki içimden 'İster misin şimdi devralıversin kız görevi ondan, amma da matrak iş olur ha.' Ama bu olmadı. Gayet tabii ki ve ikisi 'geleceğin gazetesi'nde birlikte çalışmak üzere uzaklaşıp gittiler. * * * Kızın öyle gidişi hüzünle kapladı içimi. O an gittiği yer Hürriyet Gazetesi olur, başka bir gazete olur fark etmezdi aslında. Burada önemli olan, bir genç insanın geleceğinin daha kararmak üzere olduğuydu, bunu görmek gerekirdi, aslında onun gitmesini engellemek gerekiyordu, halka verilen bu mesaj yanlıştı, ama yapılabilecek bir şey de yoktu o aşamada. Sevgili okurlar. Sakın ha siz bu medyayı, biz uzun yıllardan sonra şanslı konumlara gelebilmiş birkaç insanın haline bakarak değerlendirmeyin olur mu. Aslında genelde doğru olan nedir biliyor musunuz, gazeteciliğe yıllarınızı verirsiniz, gecenizi gündüzünüzü birbirine katarsınız, sağlığınızı yitirirsiniz, eve gidememekten aile ilişkileriniz bozulur, çocuğunuz sizi özler, sosyal ilişkileriniz bozulur ama buna rağmen durup dinlenmeden koşturursunuz.. Ama sonunda size verilen de kocaman bir sıfırdır. Kimse kıymetinizi bilmez sizin. Geçinemezsiniz, biraz daha para isteyince de kapı önüne konulma alternatif olarak gösterilir. Haydi susayım bari dersiniz, işinizi yapmayı sürdürmeye çalışırsınız, bir gün yine kapı önüne konulursunuz. Çünkü buzines takımı, iş idarecileri öyle uygun görmüştür, karlılık hedeflerinin tutturulması için bu acımasızlık gerekmektedir. Ve siz bir gün, yıllardır didinmiş insanın tükenmeye yakın yorgun vücuduyla, başka hiçbir iş de bilmez bir şekilde, elinizde üç ay daha tutmanız izni verilen basın kartınızla kapının önünde bulursunuz kendinizi. * * * Bu meslekte gerçek budur. Daha başka gerçekler de vardır. Başta reklam yoluyla imaj tazelemeye çalışan o gazete olmak üzere birçok gazetede artık muhabirin önemi sıfırdır. Çünkü İstanbul'da yeni ilişkiler, önem sıralamaları vardır ve haberin önemi kalmamıştır. Yazarsınız çöpe gider, yazarsınız çöpe atılır, yazarsınız, yazarsınız yazarsınız yine de hiç durmadan. Para kazanılmayan bu meslekte gazetecileri yıkılmadan ayakta tutan tek şey aslında imzalarını gazete üzerinde görmektir. Ama onu da ellerinden aldılar muhabirin. Son tutunma noktası gitti ellerinden arkadaşların. Bunu aldılar, çünkü muhabirler doğruyu yazmak zorundadır. Gazetelerinin üst yönetiminin, patronlarının kurduğu iş ilişkileri, çıkar bağlantıları onların umurunda değildir. Onlar doğruyu yazmak zorundadırlar. Çünkü her gün bitip tükenmeyen koşturmalarında var olabilmelerinin, ayakta kalabilmelerinin tek koşulu da budur. Ama 'doğru' uzun zamandır revaçta olan bir şey de değildir. * * * Tanımlamayı galiba Emin Çölaşan yapmıştı. Babıali'ye 'puşt tarlası' demişti. Bilmem mi, ne tarladır ama o, insanı tüketir bitirir. Gazetecilik kadar insanın birbirini arkadan bıçakladığı, birbirine kötülük yaptığı başka meslek dünyada yoktur bence. Bunlara dayanmak, haksızlıklara susmak, puştluklara bazen karşılık vermemek, kıskançlıklara aldırmamak, yalanları, dedikoduları göğüslemek zorundasınız hiç durmadan. Şanslı azınlıktan olsanız bile insanı bitirip tüketen bir süreçtir bu. Özellikle de çoğunluk gibi olmak istemiyorsanız, onlara uymak istemezseniz, işiniz daha da zordur. Çünkü o zaman daha da üstünüze gelirler. Yıllardır şu işin içindeyim, 20 yıla yaklaşıyor neredeyse, bunca yıl boyunca insanların birbirlerine yaptıkları kötülükleri, üçkağıtları, söyledikleri yalanları, tutulmayan sözleri, bilinçli yıkılan hayatları buradan size yazsam hayretler içinde kalırsınız. Onun için aslında ben Hürriyet'in genel yayın yönetmeninin o reklam filminde kendisine iş için gelen kızın hayatını kurtarmasını, onu geri çevirmesini, onu da yakmamasını bekliyordum. * * * Medya'da işler değişecek. Buna mecburuz. Hürriyet'in reklamı da belki bu yönde bir 'niyet bildirimidir', umarım öyledir. Son 10 yılda en çok itibar kaybeden mesleğin üyeleri olarak bu gidişata müdahale etmemiz, kendi yıpratılışımıza son vermemiz, son yıllarda kurulmuş olan ilişkileri, tanımları yıkıp atmamız, mesleğe iade-i itibar sağlamamız gerekmektedir. Türkiye'de demokrasinin olabilmesinin tek şartı da budur, buna inanıyorum. (Serdar Turgut/ Akşam) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:57

İLGİLİ HABERLER