Medya
  • 4.1.2003 11:40

SERDAR TURGUT MEDYA PATRONLARINI YAZDI...

PATRON HABERLERİNİN ALGILANIŞ BİÇİMİ Toplumumuzda 1990 yılından itibaren verilmeye başlanan 'sertleşme-çürümenin' sinyalleri 1994 yılından sonra gerçek olmaya başladı. Denilebilir ki 1994-2002 yılları arasındaki 8 yıl ülkemizde hemen her kurumun yara aldığı, bir dizi çarpıklığın ve hatta anormalliğin yaşandığı dönem olmuştur. Bizler içinde yaşarken ve hatta döneme bilinçli-bilinçsiz katkılarımızı sürdürürken, kurumlarımızın aldığı büyük yaraların ileriye yönelik maliyetinin ne kadar büyük olabileceğini fazla düşünemedik. Burada özellikle 'gazeteci' ve 'işadamı' kavramlarının o dönemde nasıl da yıpratıldığını irdelemeye çalışacağım. Çünkü o dönemin yükü hala daha omuzlarımızda ve mesele üzerinde düşünmezsek eğer, o yük omuzlarımıza çok ağır gelmeye başlayacak. * * * Bence o dönemde medyanın ve işadamı kavramının en çok prestij kaybetmesine yol açan olaylardan başta geleni, medya grupları arasında zaman zaman patlayıveren ve bir süre geçtikten sonra da bir gün aniden duruveren büyük savaşlardı. Kavgaya giren gazeteler ve gruplarının televizyon kanalları karşı grubun patronu hakkında ağzına geleni söyler, ertesi gün cevaplar gelir, gazetelerin birinci sayfası neredeyse tamamen kendi patronunun savunmasına ve karşı tarafa aynı ağır dille saldırmaya ayrılırdı. Öyle şeyler söylenirdi ki bu sayfalarda ekranlarda, insanın neredeyse dudağı uçuklardı bunları dinlerken, okurken. Kavga bir çılgınlık gibi tırmanır, gazetedeki tüm çalışanlar savunma içgüdüsüyle savaşa gider gibi gelir her sabah gazeteye ve o gün fazla habere filan bakılmazsızın karşı tarafı tahrip etmeye yönelik haberler, sayfalar hazırlanmaya başlanırdı. Ve tahribat da yapılırdı gayet tabii ki. Tahrip de olunurdu bu süreçte. Çılgınlığın içindeyken size söylenenlerin de sizin söylediklerinizin de hem bir kurum olarak 'patronluğu', işadamlığı kavramını, hem de gazeteciliği ne kadar da yıprattığını göremezdiniz. Göremiyorduk. İşin çok daha vahim yanı bu korkunç ağır kavgaların hemen her defasında bir gün aniden, bıçakla kesercesine durmasıydı. Bir gün önce birbirlerine ağızlarına geleni söyleyen gazeteler, televizyon kanalları aniden konuyu tamamen unutur ve bütün bunlar olmamış gibi başka konulara atlayıverirlerdi. * * * Okuyucu, seyirci unutur mu peki? Belki kavganın ne üstüne yapıldığını, kimin ne dediğini, kimin neyle karalanmak istediğini, detayları unutur. Ama o tür olaylardan bir de kötü damak hissi kalmıştır hep insanların ağzında. 'Ateş olmayan yerden duman çıkmaz' diyerek 'Birbirlerine karşı bu kadar laf söylüyorlarsa mutlaka bir şeyler vardır' fikri yaygınlaşmıştır o dönemde. Kavgalar başladığı gibi aniden bitince de 'Kimbilir ne çıkarlar vardı, şimdi anlaştılar, neler oldu Allah bilir perde arkasında' denilmiştir hep. Ben burada o kavgalarda doğru şeyler söylenip söylenilmediği meselesiyle ilgili değilim. Ama yapılanların toplum tarafından bir algılanış biçimi vardı. Kamuoyu vicdanında 'gazetecilik' ve 'işadamı' kavramlarının prestijinin son derece zedelenmesiyle sonuçlanmıştır bu tür olaylar, bunu görmemizin önemli olduğuna inanıyorum. * * * Semboller çok önemlidir hayatta. Kamuoyu vicdanı bir konu hakkında tavır alırken somut verilere de dayanabilir, duygularına da. O dönemde yaşanılan yıpranma, çürüme ve sertleşmenin etkileri bugün hala daha ve çok da güçlenmiş halde sürüyor. 'Gazetecilik' 'medya patronluğu' 'işadamı' kavramları kamuoyu vicdanında haklı olarak hala daha yargılanıyor ve insanlar bu kavramlara yönelik tavırlar alırken, geçmiş dönemin yaratmış olduğu ağır tahribat nedeniyle çok da duygusallar. Yani alınan tavırların, tepkilerin ille de doğru olması gerekmiyor ama bu tür durumlarda 'doğru' kamuoyu vicdanının kabul ettiği şey olduğu için genelde, bunları da doğru değiller diye dikkate almamak bizleri, gazetecileri daha da ağır bir tahribata götürür. Kendimden örnek vereyim. Yaşamakta olduğu ekonomik sorunlar nedeniyle uzun zamandır Dinç Bilgin hakkında bir sürü şey söylendi. Geçmişte kendisi son derece tatsız bir dönem geçirdi. Şu oldu, bu oldu deniliyor geçmiş dönemde. Doğru da olabilir denilenler, bilmiyorum. Ama ben Serdar Turgut olarak, bir gazete patronu olarak Dinç Bilgin'e sıcak hisler duymamam mümkün değil. Bu rasyonel bir tavır değil biliyorum ama bunu hissetmekten de utanmıyorum, çünkü onun bir patron olarak bizim sektöre nasıl büyük yatırımlar yaptığını, medya daha iyiye gitsin diye ne büyük paralar harcamış olduğunu, gazeteciliğe nasıl gönül vermiş olduğunu biliyorum. Elini taşın altına sokmuş ama taş da ağır bir şekilde düşmüştür üstüne. Diyelim ki şu anki patronum ileride Dinç Bey'le sorun yaşadı ve bu gazetenin sayfalarında ona karşı savaş açtı. Diyelim ki her dediğinde de haklı ayrıca. Ama ben bu takıntım, rasyonel olmayan tavrım nedeniyle bu kavga içinde yer alamam. İyi bir gazetecilik tavrı mı bu, değil belki de bilemiyorum ama ne yapalım önce insan, sonra gazeteciyiz değil mi? Benim insani zaaflarım da böyle işte. * * * Tabii kendimin insani zaaflarını anlatarak medya konusunda düşünmeye girişecek değilim. Asıl önemli konu sembollerin gücünde, bunun üzerinde durmak gerekiyor. Bu gazetenin patronu da geçmiş dönemde Türkiye'de yaşanmış olan tahribattan zarar görmüş, öyle anlaşılıyor. Ve bugün o tahribatın bazı sonuçlarını düzeltmek için girişimlerde bulunuluyor, bunları ben de gazetelerde haber olarak okuyorum. Bu konuda kararı yine kamuoyu vicdanının alacağı tavır verecek. Şu anki patronumun hakkındaki kararını kamuoyu vicdanı sorunlu olduğu söylenen bir 'an'a, bir noktaya bakarak vermeyecek, vermemeli. Ülke için elini taşın altına ne kadar sokmuş, geçmişte ne yapmış, hangi yatırımları gerçekleştirmiş, girdiği sektörde hangi yeni teknolojileri ülkeye getirmiş, geleceğe yönelik ne tür hedefleri var. Ve onun güçlü olarak var olması ülkeye ne getiriyor ne götürüyor bunun muhasebesini yapacak kamuoyu vicdanı ve bazı sorunların temizlenmesi sürecine ilişkin kararını ona göre verecek. * * * Ben bu muhasebenin sonucunun nasıl çıkacağına eminim, bu yüzden de bu yazıyı rahat yazıyorum. Kendi vicdanımda yaptım bu muhasebeyi çünkü, sonuca varmam çok rahat oldu. Meslektaşlarıma bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Bugün özellikle Doğan Grubu'ndan Çukurova Grubu'na yönelik yapılan yayınlar onların galiba hiç düşünmediği, ummadıkları bir etki de yaratıyor kamuoyu vicdanında. Üstelik bu kendi patronlarını zedeleyen, ona uzun dönemde zarar vereceğini tahmin ettiğim bir etki de bu. Elindeki büyük gücü başkalarının var olmaması için acımasızca kullanabilen bir patron imajı yaygınlaşıyor kamuoyunda. Başkalarının ayakta kalma mücadelelerine köstek olmaya çalışan, 'her sektörde tek olmak isteyen', acımasız bir patron imajı var insanların kafasında. Gerçek mi bu? Buna da gönül rahatlığıyla cevap verirdim ama benim cevabımın önemi yok, önemli olan kamuoyu vicdanında meselelerin nasıl algılandığı. Yeniden bir çılgınlık sürecine girmemek, eski hataları tekrarlamamak, eski dönemin yükünü üzerimizden atmak ve 'düşmanlar' yaratmadan bir dönem boyunca tahrip olmuş 'gazetecilik' 'işadamlığı', 'medya patronluğu' kavramlarını hak ettikleri konuma geri taşımak üzerine düşünmemiz gerekiyor. (Serdar Turgut/ Akşam) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:04

İLGİLİ HABERLER