SERDAR TURGUT'TAN ŞOK SUÇLAMA!.. ARAFAT İNSANLIK SUÇLUSU
Hissi davranmayalım da
Başbakan Erdoğan, İsrail ile Filistin arasında bir barış anlaşması için devreye girmiş gözüküyor.
Türkiye'de bir barış konferansı yapılması teklifine iki tarafın da olumlu yaklaştığı haberleri sızdırılıyor basına.
Bakalım göreceğiz. Ben Ortadoğu'da tarafların söylediği hiçbir şeye inanmam, söylediklerinin tamamen tersini yapacaklarına da ilke olarak inanırım.
Diplomasi zaten biraz yalan söyleme sanatıdır, ancak Ortadoğu'da yalan bir yaşam biçimi haline dönüşmüştür.
***
Diyelim ki bu kez doğruyu söylüyor taraflar ve Türkiye'nin bir arabuluculuk yapması gerektiğine gerçekten inanıyorlar.
Eğer durum böyleyse ben olaylara pragmatik bakmaya çalıştığını düşündüğüm Başbakan Erdoğan'ı buradan bir konuda uyarmak istiyorum.
Bu İsrail-Filistin meselesine duygusal yaklaşmamak mümkün değil, bunu biliyorum. İnsanlarda ezilen taraf yanında olmak gibi bir içgüdü gayet tabii ki vardır, ayrıca İsrail'in birçok politikasıyla dünyada sempati kazanmak için uğraşmadığı da ortadadır.
Ancak bu böyle diye, onlar Müslüman diye Türkiye otomatikman Filistin yandaşı bir tavır izlerse arabuluculuk sürecinde bu tarihi açıdan büyük bir hata olur.
Ve burada tarihi hata derken soyut bir kavramdan da söz etmiyorum son derece somut bir yakın tarih olayından yola çıkarak bunu söylüyorum.
Bakın neden..
***
Aşağıda anlatacağım olayı ben Suudi Arabistan'ın uzun yıllar boyunca Washington Büyükelçiliği'ni yapmakta olan Prens Bandar'ın Amerikan basınına yaptığı açıklamalardan öğrendim.
Prens Bandar sadece bir büyükelçi değil aynı zamanda dünya ölçeğinde güç oyununu oynayan bir devlet adamıdır da.
Bölgeyle ilgili gizli süreçlerin birçoğunda perde arkasında onun imzası vardır.
Hatta Washington'ın en güçlü insanları arasında yer aldığı bile kolaylıkla söylenebilir.
Prens Bandar'ın perde arkasını anlattığı olay Clinton'ın başkanlığı döneminde oldu.
Clinton, Filistin ile İsrail arasında barışın sağlanmasına büyük önem veriyordu. Bunun başkanlığının en önemli işi olacağı kanaatindeydi. İki ülke arasında barışı sağlayan başkan olarak tarihe geçmek niyetindeydi.
Bu işe giriştiğinde İsrail'de Başbakan Ehud Barak'tı.
Ehud Barak da barışa inanan, barışa giden yolda taviz vermeye hazır, duygusal bir insandı.
Clinton ve Barak bir araya gelince de Ortadoğu'da belki de tüm dünya tarihini değiştirecek önemde bir barışın gerçekten sağlanması yolunda en büyük şans da yakalanmış oldu.
İki lider birçok konuda taviz vermeye hazırdı, yeter ki bir noktada el sıkışılsın, bu iş de bitsin.
***
İşte o noktada Yaser Arafat ortaya çıktı.
Görüşmeler sürecinde istediği tavizleri aldı. Aldıkça daha çok istedi. Daha çok aldı.
Sonunda gelinen noktada Arafat talep ettiklerinin yüzde 97'sini almıştı İsrail'den.
Ve bununla da yetinmedi. Geri kalan yüzde 3 için de bastırmaya başladı.
Yapma etme denildi kendisine. Hiçbir devlet her şeye taviz verip karşılığında bir şey almamayı göze alamaz, böyle tavır alma, bak işin sonuna gelindi, büyük bir işin eşiğindeyiz, tehlikeye atma işi denildi.
Ama o kimseyi dinlemedi. Tam uzlaşacakmış gibi gözükürken anlaşmayı reddetti ve halkı için koparmış olduğu yüzde 97'yi de harcadı.
Sevgili okurlar bana göre Arafat bir insanlık suçlusudur.
Mazlumun yanında otomatik yer almaya hazır alan kafalar bu suçlamaya tepki gösterecek biliyorum ama o gün Arafat, halkı için aldığı tavizlerle bir anlaşmaya imza atmış olsaydı ne 11 Eylül terörist saldırısı olurdu ne Afganistan ne de Irak'ın işgali.
Ve bugün barışı kurmakta olan bir Ortadoğu ile insanlık çok başka yerlerde olurdu.
Türkiye olayda taraflar arasında tavır alırken zamanında kimin ne yapmış olduğunu da iyi düşünmeli ve tavrını kardeşlik nutuklarına, yalan sevgi gösterilerine kanmadan belirlemelidir.
Serda Turgut
Akşam
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 20:08