
SERDAR TURGUT'UN KALEMİNDEN 'MİLİTAN GAZETECİLİK'
SERDAR TURGUT/AKŞAM
Militan gazetecilik
'Militan' denilince gazetecinin illa da aşırı görüşlerde olanını anlamamak gerekiyor.
Gerçekliği kendi istediği gibi tanımlamaya çalışmak, çarpık yanılmamayı 'doğrular' şeklinde, haber olarak sunmak da bir nevi 'Militan gazeteciliktir.'
Bu bakış açısının nasıl işlediğini görmek, anlamak için en mükemmel örnek MHP'nin gönderdiği iddia edilen mektup meselesinde yaşandı.
Görünen o ki bu haberi tamamen çarpıtarak vermekte ısrarlı olan arkadaşlar, askerlere gönderilen bu mektubun reddedileceğine önceden karar vererek habere bodoslama dalmış durumdalar.
Çünkü artık biz AB yolcusu ülkeyiz ya, en azından gazeteciler bunun böyle olmasını istiyor ya, o zaman gerçekliğin nasıl olduğuna bakmadan askerleri de bu ulvi amaç doğrultusunda tanımlamak gerekiyor.
Olmasını istedikleri sonuç askerlerin, 'işlere daha bir müdahaleci olun yoksa ülke elden gidiyor' diyen kendilerine gelen mektubu hemen reddetmeleri, böylece de AB standartlarına uygun asker haline geldiklerini gazetecilere ve onların aracılığıyla Türkiye'ye, oradan da dünyaya ispatlamaları.
Atılan manşetler ve verilen haberlerle bu fantezi yaşandı tabii ki ama adı üstünde işte, sadece zararsız bir fanteziydi bu o kadar.
Gayet tabii ki askerler sadece kendi komuta düzeylerine gönderilmiş bir mektup olsaydı ortada, bunu hakikaten almayı reddedip geri de gönderebilirlerdi, bunu yapmazlar demiyorum.
Ama bu böyle olabilir diye masa başına oturup masal yazmak, sonra bunları da masalcı teyze edasıyla coşkuyla kutlamak kelimenin tam anlamıyla manasızlıktır.
Böyle bir mektup ortada vardır ama eskidir en azından iki veya üç aylık bir meseledir bu.
Sadece askerlere- ki burada önemli olan bunun sadece kuvvet komutanlarına değil, birçok subaya gönderildiğidir, bu önemli bir detaydır- gönderilen bir mektup da söz konusu değildir.
Toplumun birçok kesiminden, meslek grubundan, olaylar üzerinde söz sahibi olabileceğine inanılan birçok insana gönderilmiştir.
Yani burada sadece bir siyasi partinin kendisine göre kritik gördüğü konuyu toplumun bazı kesimleriyle paylaşma isteği söz konusudur.
Ayrıca haberin verildiği güne kadar aradan en azından iki ay geçmiş olmasına rağmen kendisine mektup ulaşan tek bir kimse bile bunu iade etmeyi düşünmemişti.
Bunu geri iade etmiş bir tek asker bile yoktu ortada.
Yani ortada sadece bir fantezi, bir masal vardır ve gazeteciler AB coşkusu yaşamak istediklerinden artık hayal ile gerçeği de karıştırmaktadırlar, mesele bu kadar basittir.
YAŞ kararlarının yorumlanmasında da aynı saptırma konusudur.
Bu ülkenin ordusu bu memleketin hassas konularında yönetim kademesinin içindeki adamların hissiyatlarına, tavırlarına bağlı olarak tavır koymaz, koyamaz.
Bu ülkenin ordusunun hangi konularda nasıl davranacağı kurallara bağlanmıştır ve bunların değişmesinin objektif koşulları gelişmeden Genelkurmay Başkanı bile istese bunları değiştiremez.
Bunun böyle olması da doğaldır çünkü ordu kimsenin kişisel oyuncağı değildir, olamaz.
Bunu Türk ordusunun içindeki tüm subaylar biliyor, toplumun tüm kesimleri bunu hissediyor, bir tek gazete yönetimleri bunun farkında değilmişler gibi davranıyorlar.
Güya yeni terfi edilen askerler AB sürecindeki Türkiye'nin ordu yönetimini oluşturuyorlarmış, bu amaçla oraya gelmişler.
Bu o kadar saçma ve aptalca bir iddia ki, artık bunu sadece komik olarak tanımlamakla yetinmek gerekecek.
Yani ne olacak, diyelim ki AB bize Aralık'ta istediğimiz cevabı vermedi, o zaman onlara gereken tavrın konulabilmesi için bu komutanların erken mi emekli edilmesi gerekecek.
Tabii ki böyle bir şey olmayacak, bu yeni kadro da gerekeni, gerektiği gibi yapacak, hatta hangi durumda ne yapılacağının senaryoları da çoktan yazıldı, her komutan koşuluna göre nasıl davranacağını biliyor bile.
Anlaşılıyor ki yeni dönem böyle gerektiriyor diye gazetecilerin askerleri yeniden tanımlama uğraşları anlaşılan sürecek.
Bazı kurumların dönemine göre değişmeyeceğini, o kurumların sağlamlığının konjonktürlere göre tanımlanmamaktan kaynaklandığını ve bu kurumların kişilere bağlı olarak değişemeyeceğini bakalım medya ne zaman görmek zorunda kalacak, bekleyelim görelim.
Ancak bu arada şunu da düşünelim: Yukarda anlattığım mektup olayı 28 Şubat döneminde veya o döneme yaklaşan günlerde olsaydı acaba bazı gazeteler nasıl tavır alırdı?
Kendilerini duyarlı olmaya davet eden bir mektup o dönemde gönderilseydi acaba bunun reddedilmesini gazeteler ister miydi, buna alkış tutar mıydı.
Dahası öyle bir mektup o dönemde geri gönderilseydi acaba bu haber bile yapılır mıydı?
4 yıl önce Türkiye ile bugün arasında ne fark var, o günlerde AB yok muydu ortada, şimdi ne oldu da böyle 180 derece dönüldü birden.
Basının bir bölümünün bu laubali, biz ne yapsak topluma yediririzci tavrı Türk demokrasine en büyük darbeyi vurmaktadır bunun üzerine kimse üzerine gitmiyor.
Bu tür komikliklerden kurtulunmadıkça da Türkiye'de gerçek haberciliğin yapıldığı yalanını biz dünyaya yediremeyeceğiz, bu da bilinsin de kimse komik durumlara düşmesin.