Gündem
  • 15.4.2004 00:37

SEZER AĞIR KONUŞTU : ILIMLI İSLAM'DA İRTİCADIR

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 23 Ocak`taki MGK toplantısında, Rum ve Türk taraflarının anlaşamaması sonucu doğacak boşlukların Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri`nce doldurulup metnin bu durumuyla iki toplumun onayına sunulması benimsenmemişken; 24 Ocak 2004`de Davos`ta Genel Sekreter`le yapılan görüşmede bu konunun Türkiye tarafından kabul edildiğinin, BM Genel Sekreteri`nin görüşmelere davet mektubundan ve bunu doğrulayan Davos tutanağından öğrenildiğini söyledi.


Sezer, basına kapalı olarak gerçekleştirilen Harp Akademileri Konferansı`nda yaptığı konuşmada, Kıbrıs konusuna önemli yer ayırdı. Sezer, ``Ulusal dava olarak benimseye geldiğimiz Kıbrıs`ta, bu kez gerçek bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz`` dedi.


Kamuoyunda yaşanan tartışmaların yararlı olduğunu belirten Sezer, ``Türkiye Cumhuriyeti`nin belki de en büyük, en önemli ve en yaşamsal dış politika sorunu konusunda dile getirilen görüşler, ulusun belleğindeki yerini almış, gelecekte tarihin bu konudaki değerlendirmesine bırakılmıştır. Unutulmamalıdır ki, tarihin yargısı kesin, belirleyici ve belki de acımasız olacaktır`` dedi.


Tartışmalar sırasında toplumdaki farklılık çizgilerinin derinleşmesinden ve karşılıklı olarak zaman zaman incitici boyutlara gelmiş olmasından üzüntü duyduğumu ifade eden Sezer, farklılıkların, ``Annan Planı`` üzerine olduğuna dikkat çekti. Sezer, ``Ülkede bu yöntemi ve bu yöntemin en önemli ögesi Annan Planı`nı benimseyenler olduğu gibi, bu konuda kuşku ve kaygı açıklayanlar da vardır. İki tarafın da hareket noktasının iyi niyetten kaynaklandığını varsaymak doğru olacaktır`` dedi.


Kıbrıs konusunda, 1878, 1960 ve 1974 yıllarında olduğu gibi, önemli bir karar öncesinde olunduğunu belirten Sezer, şöyle devam etti:
``Gelinen aşamanın önemini ve hepimize yüklediği sorumluluğun ağırlığını gözardı edemeyiz. Verilecek kararlar ve atılacak adımlar, yalnız bizi değil, gelecek kuşakları da geri dönülmez bir biçimde etkileyecektir. Bu bakımdan, önümüze konulan metinlere kuşkucu ve eleştirel yaklaşılması doğal karşılanmalıdır. Bu eleştiri ve kuşkular sayesinde Plan`da birkaç kez iyileştirmeler sağlanmış olduğu unutulmamalıdır. Bugün ulaşılan noktada, Plan`da Türk tarafını tatmin etmeyen kimi ögelerin hâlâ varolduğu, Plan`ın savunucuları tarafından bile kabul edilmektedir. Bir görüşme süreci çerçevesinde, hedeflenen her amacın ve sonucun elde edilemeyebileceği, görüşme kavramının içeriğinde varolmakla birlikte, bu sonuca her durum ve koşul altında rıza göstermenin akılcı ve ulusal yarar kavramına uygun olup olmadığı, geçerli bir sorudur ve tartışılmalıdır.``


Sezer, elde edildiği belirtilen kazanımların, ileride çeşitli uluslararası yargı sistemleri kanalıyla aşındırılması ya da tümüyle kaybedilmesi olasılığının, ciddi biçimde irdelenmeye gereksinim gösterdiğine dikkat çekti.
Sezer, ``Milli Güvenlik Kurulu, 23 Ocak 2004 gününde yaptığı toplantı sonrasında yayımlanan bildirisinde; Kıbrıs`taki görüşme sürecinin yeniden canlandırılması yönünde girişimlere başlanmasının yararı ve gereği konusunda görüş birliğine vardığını açıklamış, Annan Planı da referans alınarak Ada`nın gerçeklerine dayalı bir çözüme görüşmeler yoluyla hızla ulaşılması konusundaki kararlılığını yinelemiştir`` dedi.


Sezer, Kıbrıs konusundaki çarpıcı açıklamalarına şöyle devam etti:
``Toplantıda, iki tarafın anlaşamaması sonucu doğacak boşlukların Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri`nce doldurulup metnin bu durumuyla iki toplumun onayına sunulması benimsenmemişken; 24 Ocak 2004`de Davos`ta Genel Sekreter`le yapılan görüşmede bu hususun Türkiye tarafından kabul edildiği, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri`nin görüşmelere davet mektubundan ve bunu doğrulayan Davos tutanağından öğrenilmiştir. Böylece, Kıbrıs konusunda taraflar geri dönüşü olmayan bir süreç içerisine girmişlerdir``


Sezer, Annan Planı`nın halk oylamasına sunulacak son biçiminde, Türk tarafı yararına kabul edilen; Rumlar`ın Türk tarafına seyahat, yerleşme ve taşınmaz mal edinme haklarına kimi sınırlamaların süresiz olmadığını dikkat çekti. Sezer, ``Sınırlamalar (derogasyonlar), Plan`da öngörülen süreçlerin bitiminde kendiliklerinden ortadan kalkacağı gibi, halk oylamalarında her iki tarafca Plan`a ``evet`` denilerek Kıbrıs Cumhuriyeti`nin Avrupa Birliği üyesi olmasından sonra da, Rumların kişisel başvuruları sonucu Avrupa Birliği temel hukukuna ya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kurallarına aykırılıkları nedeniyle Avrupa Birliği Adalet Divanı'nca ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince iptal edilebilme olasılığı bulunmaktadır`` diye konuştu.
Sınırlamaların Kıbrıs`ın Avrupa Birliği üyesi olmasından sonra yürürlükte kalabilmeleri için bunların AB`nin temel kurallarından sayılmalarının zorunlu olduğuna dikkat çeken Sezer, ``Bunun dışında Avrupa Komisyonu tarafından verilen taahhütlerin, uyum senedinin ve güvencelerin yasal geçerliğinden söz edilebilmesi güçtür`` dedi.


Sezer, girilen süreçte, Plan`ın her iki kesimce de kabulü durumunda, Anlaşma`nın, sınırlamalara Avrupa Birliği üyesi ülkelerin parlamentolarından geçirilerek temel hukuk ya da birincil hukuk niteliği kazandırıldıktan sonra uygulamaya geçilmesinin uygun olacağını vurguladı.


Sezer ``Böylece Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Kıbrıs sorununun çözümünü içtenlikle isteyip istemedikleri konusunda gerekli bir sınavdan da geçmiş olacaklardır. Adada yıllardır türlü sıkıntılar içinde yaşayan Kıbrıs Türk halkının çözüme yönelik beklentileri olduğunu biliyoruz. Bunlar haklı ve geçerli beklentilerdir ve Anavatandaki halkımız tarafından da paylaşılmakta ve desteklenmektedir. Önümüzden hızla akıp gidecek kısa bir zaman süresi sonunda karşımıza çıkacak tablonun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı ve Türkiye Cumhuriyeti bakımından en yararlı sonucu vermesi dileğimizdir`` diye konuştu.

Sezer, Türkiye`nin içinde bulunduğu bölgenin ve dünyanın, geçen yıla oranla daha huzurlu, istikrarlı ve güvenli olmadığına dikkat çekti. Sezer, ``Uluslararası terör, yediği darbelere ve uğradığı bölünmelere karşın, dünyanın her köşesine erişebilmiş, uygarlığa ve insanlığa verdiği zarar giderek büyümüştür`` dedi.


Sezer, tehlikesi dünya kamuoyu tarafından ancak 11 Eylül saldırıları sonrası kavranmaya başlanan terör sorununun yanısıra, mikro milliyetçilik, köktendincilik ve yaygınlaşma riski taşıyan kitle imha silahlarının da önemli küresel tehlikeler arasında yer aldığını belirtti.


Ahmet Necdet Sezer, ekonomik gelişmişlik farklılıkları, hızlı nüfus artışı karşısında yetersiz kalan eğitim olanaklarına bağlı bilgisizlik, giderek artan çevre sorunları ve açlık gibi sorunların, kimi bölgelerde bireysel, toplumsal ve devletlerarası çatışmaların yeni tohumlarını ektiğini vurguladı.
Uluslararası toplumun bu sorunlara ilişkin çözümleri üretmekte zorlandığını kaydeden Sezer, uluslararası planda çözüm olarak sunulan politikaların kimi zaman sorun çözmek yerine, yeni sorunların ateşleyicisi olarak algılandığına dikkat çekti.


Sezer, Irak`ın geleceğine ilişkin belirsizlikler ve şiddet sarmalının giderek artmasının Türkiye kadar, uluslararası toplumu da kaygılandırdığını vurguladı. Irak`a yönelik bir askeri müdahaleden kaçınılması amacıyla Türkiye`nin harcadığı çabada hareket noktasının ``müdahalenin çözmeye çalıştığından daha büyük sorunlara yol açabileceği olasılığı ve kaygısı`` olduğunu belirtti. Sezer, ``Gelişmelerin bizi haklı çıkardığını söylemek noktasında olmadığımızı ümit ederim. Ancak Irak`ın, bugün ne kendisi, ne komşuları, ne de uluslararası toplum yönünden daha iyi konumda bulunduğunu ileri sürmek güçtür`` dedi.


Irak`taki olası gelişmeler karşısında ilgili makamların ulusal çıkarların en etkin biçimde korunmasını sağlayacak politikaların uygulanması için çaba gösterdiğini kaydeden Sezer, ``Irak`la ilgili olarak Türkiye`nin geçen yıl attığımız ya da bundan sonra atabileceğimiz adımların uluslararası yasallık temelinde olması koşulunu aramamız, Irak`a yönelik politikamızın özünü oluşturmaktadır`` dedi.


Sezer, adını KONGRA-GEL olarak değiştiren terör örgütü PKK/KADEK, Kuzey Irak`taki varlığını sürdürdüğüne de dikkat çekti. Sezer, ``Örgütün, Kuzey Irak`tan çıkarılması ve etkisizleştirilmesi konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile fikir birliği içinde bulunmamıza koşut olarak, bu konuda somut ve inandırıcı adımların süratle atılmasına gereksinim duyulmaktadır. Türk kamuoyunun bu konudaki haklı duyarlılığı sürmektedir. Üzerinde önemle durulması gereken bir diğer nokta da, terörle savaşımda ayırımcılık yapıldığı izleniminin yaratılmamasıdır`` diye konuştu.


Ahmet Necdet Sezer, 8 Mart 2004 tarihinde kabul edilen Geçici İdari Yasa`nın, Irak Yönetim Konseyi`nin oluşumundaki yetersizlik ve dengesizliklerin bir yansıması olduğunu kaydetti. Sezer, ``Yasa`nın genel seçimlerle kurulacak Ulusal Meclis ve Geçiş Hükümeti`nin istencini de ipotek altına aldığı söylenebilir. Yasa`daki olumsuz ögelere karşın, Irak`ta siyasal geçiş döneminin dinamik bir süreç olacağı kuşkusuzdur`` diye konuştu.
Sezer, gerek Geçici Yasa`nın uygulanmasında, gerek Irak halkını temsil edecek seçilmiş Ulusal Meclis`in ortaya çıkmasında Irak`ı oluşturan tüm kesimlerin gerçek ağırlıklarıyla ülkenin yazgısını belirlemelerine olanak tanınmasının yaşamsal önem taşıdığını vurguladı.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Soğuk Savaş`ın sona ermesinin ardından, ``asimetrik tehditler``in güvenlik kaygılarını dünya çapında artırdığını kaydetti. Sezer, Sınırların korunması ilkesine dayalı ``Askeri Savunma`` anlayışının, yerini ulusal çıkarların, sınırların ötesinde daha uzaktan korunmasını temel alan ``Stratejik Güvenlik`` anlayışına bıraktığın belirtti.


Amerika Birleşik Devletleri tarafından ortaya atılan ve son dönemde uluslararası alanda giderek daha çok tartışılmaya başlanan ``Büyük Ortadoğu`` tasarısının, bu anlayışın bir örneği sayılabileceğini söyleyen Sezer, projeye ilişkin görüşlerini şöyle aktardı:


``Avrupa Birliği, Ortadoğu`ya ilişkin olarak Amerika Birleşik Devletleri`nden farklı, ancak `Büyük Ortadoğu` girişimini tamamlayıcı nitelikte bir strateji geliştirmeye doğru ilerlemektedir. İki yaklaşımı birleştiren nokta, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi bölge dışı güçlerin yaklaşık sınırları tanımlanan bu coğrafyaya, deyim yerindeyse `çeki düzen vermek` hak ve yetkisini kendilerinde görmüş olmalarıdır. Bölge ülkelerinde ise, herşeyden önce, Amerika Birleşik Devletleri`nin bu tasarıyı kendilerine danışmadan ortaya koymuş olmasından kaynaklanan duyarlılık ve kuşkular bulunmaktadır. Arap ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri`nin Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerle birlikte Ortadoğu`yu yeniden biçimlendirmek üzere başlattığı çabayı, Sovyetler Birliği`ni yıkmak üzere 1970`lerde sürdürülen çabalara benzetmekte ve kaygı duymaktadır. Girişimin, Arap ülkelerinde yeni bir sömürgeleştirme kuşkusu da yarattığı anlaşılmaktadır`` Sezer, ABD`nin son haftalarda bu kaygıları gidermek üzere bölgeye yönelik görüşmelerini artırmaya başladığını, söylemini bir ölçüde değiştirdiğini, yeniden yapılandırmaların dışarıdan dayatılacağı kaygısını ortadan kaldırmak amacıyla, bölgeden gelecek girişimleri özendirme boyutunu ön plana çıkardığını gördüklerini belirtti. Sezer, Türkiye`nin tasarıya ilişkin tutumunu ise şöyle ortaya koydu:


``Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, demokrasi, insan hakları, iyi yönetişim, kadın-erkek eşitliği gibi değerlerin Batı`ya özgü olduğu, Ortadoğu`nun ise, farklı bir kültürel, dinsel, toplumsal ve tarihsel deneyimi bulunması nedeniyle bu değerleri özümseyemeyeceği yolundaki görüşler temelsizdir.


Tarih boyunca Ortadoğu ile yoğun bir etkileşim içinde bulunan Türkiye`nin sergilediği örnek, bu düşüncenin geçersizliğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, yanıtlanması gereken temel soru, OrtadoğuÕda demokrasinin olanaklı olup olmadığı değil, demokrasi özlemlerinin nasıl karşılanabileceği, demokratikleşmenin nasıl yaşama geçirilebileceğidir.``


Sezer, genel anlamda İslam coğrafyası ve özelde Ortadoğu ülkeleriyle Türkiye`nin yaptığı görüşmelerde, ve İslam Konferansı Örgütü platformlarında, değerlerini yitirmeden çağın gerisinde kalmamanın, hatta çağı yönlendirebilmenin yöntemlerini birlikte bulmak gerektiğinin vurgulandığını ifade etti.


Sezer, ``Çağı yakalayabilmek, ancak ciddi bir yenilenme ve reform süreciyle sağlanabilir. Bu ise, daha özgür ve katılımcı demokratik yapıları, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, kadın-erkek eşitliğine dayanan, ayrıca kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlayacak iyi yönetişim ilkelerini gözeten uygulamaların yaşama geçirilmesini gerektirmektedir. Bu konularda, bölge ülkelerine açık yüreklilikle bir özeleştiri görevi düştüğünü de bu fırsattan yararlanarak vurgulamak istiyorum`` dedi.


Sezer, farklı boyutlarda da olsa, yeniden yapılanma rüzgarının bugün Ortadoğu bölgesinde estiğini belirterek, ``Yanlış yöntemlerin uygulanması yüzünden Büyük Ortadoğu tasarısının bölgede önemli bir rahatsızlık yaratması durumunda, ülkemizi de etkileyebilecek yeni risklerle karşı karşıya kalabileceğimiz uyarısında bulunmak istiyorum`` diye konuştu.


İstikrar ve demokratikleşme arasındaki duyarlı dengeye özen gösterilmesi gerektiğine dikkat çeken Sezer, ``İstikrarsızlık ortamında sağlıklı bir demokratikleşme süreci yaşanacağını sanmak doğru bir yaklaşım değildir. İstikrarsızlığın, terör ve diğer asimetrik tehditleri körükleyebileceği unutulmamalıdır`` uyarısında bulundu.


Sezer, konuşmasına şöyle devam etti:


``Bir diğer olgu da, Batı dünyasının Ortadoğu`da bir imaj ve güven sorunuyla karşı karşıya bulunmasıdır. Bu, dünya düzeninin hakça olmadığını düşünen, sürekli bir yoksulluk ve şiddet ortamında yaşayan kitlelerde daha da güçlü biçimde algılanmakta ve Batı`ya karşı güvensizliği, ezilmişlik duygusunu ve şiddeti körükleyen temel ögelerden birini oluşturmaktadır.``
Sezer, uluslararası toplumun bölgede demokratik dönüşümü özendiren politikalarının yarar sağlayabilmesinin, bölge ülkelerinin iç etkenlerinden beslenen, zorlayıcı olmayan, her ülkenin koşullarına göre geliştirilen bir yaklaşım izlenmesini gerekli kıldığını belirtti.


Büyük Ortadoğu tasarısı bağlamında Türkiye`nin konumu ve oynayabileceği rol konusunda son günlerde çeşitli yorumlar yapıldığında dikkat çeken Cumhurbaşkanı Sezer, ``Bu bağlamda, şu noktayı özellikle vurgulamakta yarar görüyorum: Türkiye, Büyük Ortadoğu tasarısının hedef aldığı ülkeler arasında olamaz. Bunun tersini düşünenler varsa, onlara bu anlayışlarını değiştirmelerini öneririm. Laik Türkiye`ye sözde `İslam Cumhuriyeti` tanımlaması getirmek, ya da `Ilımlı İslam` gibi anlamsız nitelemelerle kimi modelleri bilinç altından benimsetmeye çalışmak yersizdir ve kabul edilemez`` dedi. Sezer, konuya ilişkin, şöyle devam etti:


``Bu öngörünün ardındaki gerçeği saptayabilmek için, Yüce Atatürk`ün söylemiyle `ufku görmek yetmez, ufkun ötesini görebilmek gerekir`.
`Ilımlı İslam` Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin rejimi olmadığına göre, önce devletimiz için yeni bir rejim öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
`Ilımlı İslam` modeli, İslam dinini kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle `irticai` bir modeldir.


İşin ilginç yanı, bu modelin toplumları demokratikleştirmek için öngörüldüğünün ileri sürülmesidir. İster `ılımlı`, ister `köktendinci` olsun, din devleti ile demokrasinin yanyana getirilmesi tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır.


Türkiye, rejim seçimini Cumhuriyet`in kuruluşu ile birlikte 81 yıl önce yapmıştır. Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleriyle Atatürk Milliyetçiliği`ne bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir.


Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluş felsefesi, coğrafi yönden üniter devlet yapısını, yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, siyasal yönden tam bağımsızlık ilkesini, ekonomik, toplumsal, kültürel, sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye`yi hedeflemektedir.
Türk Devriminin genel amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır.


Devrimin temeli, amacına bağlı olarak laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti`ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır.


Cumhuriyete temel oluşturan laikliğin, kavram kargaşası yaratmadan Türkiye için ne anlama geldiğinin doğru biçimde ortaya konulması gerekir.
Bunun yolu, laiklik kavramının öznel ve kuramsal görüş ve önerilerle değil, anayasal değişmez kurallar ve yetkili organ kararları ile açıklanmasıdır.``
Cumhurbaşkanı Sezer, Türkiye Cumhuriyeti`ne ``Ilımlı İslam`` modelini uygun görenler ile başkalarına bu izlenimi veren ya da vermeye çalışanların içeriği Anayasa Mahkemesi kararları ile belirginleşmiş Anayasa`daki değiştirilmez laik devlet niteliğini görmezden geldiklerini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türkiye Cumhuriyeti`nin çağdaş nitelikleriyle sonsuza kadar yaşayacağını ve onu yaşatmak görevi ve sorumluluğunun tümüyle yurttaşlara düştüğünü belirtti.


Sezer, eğer içten amaç Ortadoğu`da demokratikleşmenin özendirilmesi ise, bu konuda Türkiye`nin kendi payına düşeni yapmaya ve amaçlanan tarihsel dönüşümü kolaylaştırıcı katkıda bulunmaya hazır olduğunu bildirdi.
Sezer, Türkiye`nin yapabileceği en önemli katkı konusunda da şöyle konuştu:


``Türkiye`nin yapabileceği en önemli katkı, kendi deneyimini paylaşmaktır. Türk demokrasisi, Avrupa ile Ortadoğu`nun kesiştiği noktada olgunluğunu kanıtlamış ileri bir demokrasi örneğidir. Avrupa ve Avrupa-Atlantik yapılarındaki uzun varlığımız, Batı ile sürdürdüğümüz etkileşim, hiç kuşkusuz bu sürece ivme kazandıracak en önemli ögeler arasında yer almaktadır.
Avrupa Birliği`nin Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlaması ve bu sürecin sonunda Türkiye`nin üyeliği, Ortadoğu bölgesine ve geniş anlamda, İslam Dünyası`na verilebilecek en önemli iletidir. Bu ileti, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerin evrensel olduğunu, günümüzde toplumları ayıran fay hattının uygarlıklar ve dinler arasından değil, bu değerleri benimseyenlerle benimsemeyenler arasından geçtiğini, Batı ile İslam Dünyası`nın bu değerler temel alınarak kucaklaşabileceğini ortaya koyacaktır``


AB ile ilişkilerin önemli bir döneme girdiğine dikkat çeken Sezer, bu süreçte, Türkiye`nin önceliğinin, bu yılın sonunda üyelik müzakerelerinin başlatılmasına ilişkin kararın alınmasını sağlamak olduğunu vurguladı. Sezer, AB üyeliğinin aynı zamanda Türkiye`nin çok partili, laik ve demokratik siyasal yapısının ek güvencesi olacağını ve ülkemizin her türlü aşırılığa karşı korunmasını güçlendireceğini kaydetti.


Sezer, bir yandan Türkiye`nin öncelikli hedefi olan AB ile üyelik görüşmelerinin başlaması için gerekli siyasal ölçütler yerine getirilirken, öte yandan, Türk ulusunun çağdaş ve modern bir toplum olma yolundaki beklentisinin temel hareket noktası olduğunu bildirdi.


Sezer, Türiye ile AB`nin üyelik görüşmelerine başlamasınınv AB`nin gerçek niyetinin algılanabilmesi yönünden belirleyici bir unsur olacağını ifade etti. Sezer, ``Kopenhag siyasal ölçütleri yerine getirildiğinde, Türkiye`yle görüşmelerin başlaması kararının alınmaması için geçerli bir neden kalmayacağının Avrupa Birliği yetkilileri ve Avrupalı yöneticiler tarafından da her fırsatta vurgulandığını akılda tutuyoruz. Türkiye, 40 yılı aşkın bir süredir tünelin ucundaki ışık doğrultusunda Avrupa Birliği üyeliği yönünde ilerlemektedir. Bu tünel, bizim için diğer adaylarla karşılaştırıldığında daha uzun ve yorucu olmuştur. Bu nedenle, Aralık 2004, Türk Ulusu için Avrupa Birliği`nin içtenliğinin sınanması anlamına gelmektedir`` dedi.


Sezer`in, Avrupa Birliği`nin de, Aralık ayında atacağı ters yönde bir adımın birlikte getireceği siyasal ve stratejik kimi sonuçları kapsamlı biçimde değerlendireceğine inanıyoruz`` sözleri dikkat çekti.


Türkiye`ye AB ile bütünleşme yönünde net bir işaret verilmesinin, ekonomi alanındaki ilerlemeleri daha da güçlendirebileceğini kaydeden Sezer, ``Birliğe tam üyeliğimizin gerçekleşmesine kadar geçecek süre içinde, bugün yaşanan sorunların önemli bölümünün geride kalacağını herkes görecektir`` dedi.
Sezer, Türkiye`nin, tüm dünya ile birlikte İstanbul`da da yaşanan terörist saldırılarla ortaya çıkan tehdide karşın, başta insan hakları olmak üzere temel hak ve özgürlükler ile hukukun üstünlüğü ilkelerinden ve demokrasisinden vazgeçmeksizin Avrupa Birliği yolunda hızla ilerlemeyi sürdürdüğünü ifade etti.


Sezer, ``Türkiye olarak, daha güçlü, siyasal ve güvenlik alanlarında da bütünleşmiş ve uluslararası gelişmeleri biçimlendirebilecek yeteneğe kavuşmuş bir Avrupa BirliğiÕnden yanayız. Bu yönde ilerlenmesini sağlayacak kurumsal yapılanmanın bir an önce yaşama geçirilmesini destekliyoruz`` dedi.

Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:01

İLGİLİ HABERLER