Gündem
  • 9.11.2007 08:17

SURİYE'Yİ TÜRK BASINI KORKUTMUŞ!...

9 Ekim 1998 günü Çankaya'da yapılan devlet zirvesinde Cumhurbaşkanı Demirel ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem diplomatik temaslar hakkında bilgi verdi. Diplomasi sonuç alamazsa gündeme gelecek askeri seçenek de değerlendirildi. Zirvede Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu "Asker, diplomasinin tıkandığı noktada faaliyete geçecek" dedi ve ekledi: "İş, askeri müdahaleye gidecekmiş gibi hazırlanıyoruz". İşte Org. Kıvrıkoğlu'nun sözleri:

"Sayın Cumhurbaşkanım, (..)

Kriz, biraz önce de ifade edildiği gibi, birdenbire çok hızlı ve üst düzeye tırmanmıştır. Biz de bunu ekim Milli Güvenlik Kurulu toplantısına getirmeyi düşünüyorduk ve Zat-ı Âli'niz de kabul ediyordu zannediyorum.
Şu ana kadar konuşulan konuların hemen hepsi bizim çalışmalarımızın içinde yer alan hususlardır. Bunun için ne yapmak lazım?
Tabii askeri uygulama, diplomasinin hiçbir şey yapamadığı, tıkandığı noktadan itibaren faaliyete geçecek. Fakat biz bu arada bunu destekleyecek bir takım hareketler düşünüyoruz. Nitekim kasım ayının 7'si ile 9'u arasında bir tatbikat... Ben, ayın 13'ünde Malatya, Diyarbakır ve Adana bölgesine gideceğim. Tabii basın bunu ifade edecek.
Biz burada politik, ekonomik ve askeri yönlerden ne yapılabileceği konularını içeren ve bunları da adım adım uygulamak suretiyle, safha safha işi sonuçlandırmayı düşünüyorduk ve hiçbir şey olmadığı takdirde işin askeri müdahaleye kadar gidebileceği şeklinde bizim çalışmalarımız... (...)
Tabii burada basının kabahati aslında bizce çok fazla... Basın neredeyse bizim orada seferberlik ilan ettiğimizi, bütün birlikleri oraya kaydırdığımızı, bir takım işlere başladığımızı, terhisleri durdurduğumuzu ifade etti. Bunların hiçbiri yapılan işler değildi. Basın bu işte büyük rol oynamıştır; bunu kabul etmek lazım."

'Aba altından sopa'

Bundan sonra da inandırıcılığımızı ve caydırıcılığımızı muhafaza için, mutabakata varacağımız bir patent içinde ilgili kurum ve kuruluşların koordineli bir şekilde çalışması ve yürütülmesi gerektiğine inanıyorum.
Bugün sabahleyin aldığımız bir haber var: Bazı bilgi edinme yönünden Amerikan kurumlarıyla temaslarımız oluyor. Bugün sabahleyin bize intikal ettirilen bir bilgi; 'İsrail ile Suriye arasındaki Ortadoğu barışının sağlanması yönünde çalışmalar devam ediyor, bunu zedelememeli böyle bir hareket...' ve ayrıca aldığımız habere göre, 'Suudi Arabistan uçaklarını ve her türlü imkânını Suriye'nin yanında savaşa göndermeyi düşündüğünü ifade etti' tarzında aba altından sopa gösterme tarzında böyle bir haber gelmiştir.
Sanıyorum şu anda yaptığımız iş doğrudur. Bu istikamette adım adım ilerlememizde yarar olduğuna inanıyorum."



DÖNEMİN MİLLİ SAVUNMA BAKANI İSMET SEZGİN:
'Ciddi olduğumuzu hissetmeli Esad'ın anlayacağı dil budur'

Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin'in tutanağa yansıyan sözleri ise şöyle:
"Şimdi biz Suriye'ye herhangi bir talepte bulunduğumuz zaman bu talebi reddedecektir. Bir ikilem içerisindedir. Reddetmediği takdirde, bugüne kadar söylediklerinin yalan olduğu ortaya çıkacak.
Sayın Esad kurt bir politikacıdır, çok iyi müzakerecidir. Bu konuları çok iyi bilir, bundan kurtulmak ister. Bunun için her şeyden önce niyetimizin çok ciddi olduğunu, yani niyetimizin bağcı dövmek değil, üzüm yemek olduğunu bilmesi ve bizim kararlılığımızı hissetmesi gerekir. Esad'ın anlayacağı dil de budur.
Esad'ın da ülkesinin içinde bulunduğu bir takım güçlükler var. Ve terörü bir dış politika aracı olarak kabul ediyor. Terörden bütçelerine hatırı sayılır para da geliyor. Ekonomisini bir yerde terörle düzeltebiliyor. (..)

'Söylemezler, yaparlar'

Şimdi Suriye'den resmi bir beyan bekleyip 'Evet Öcalan'ı teslim edeceğiz, teröre son vereceğiz', yani bunları söylemezler. Ama bunu yaparlar. Öcalan'ı bir başka ülkeye göndermek için bir gayret gösterirler. Onun dışında da orada kampları dağıtırlar. (..)
Şimdi Suriye ciddi bir rahatsızlık duymaktadır. Suriye bizden çekinmektedir, korkmaktadır. Bunun devamı gerekir. En somut adım bu olacaktır. Bu da, o bölgedeki askeri faaliyetlerimizin devamı, ulusal strateji planımıza göre ne yapılması gerekirse onun hazırlıklarının şimdiden başlatılması... ki sayın Genelkurmay Başkanımız tahmin ediyorum biraz sonra bu konuda da bilgi vereceklerdir."


 DÖNEMİN DIŞİŞLERİ BAKANI CEM:
Artık verilen sözlerin hiçbir anlamı yok

Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarihi zirveyi açarken kriz hakkında bilgi verdi.
"Suriye konusunda şu ana kadar izlenmekte olan politika doğru ölçülerde ve doğru şekilde devam ediyor. Beklediğimiz etkiyi dünyada ve özellikle de Suriye üzerinde şimdilik yaratabildiğimiz düşüncesindeyiz" dedi.
NATO ve AB ülkelerine, Arap ülkelerine dosya gönderilmiş, bütün büyükelçilere de, ilgili hükümetler ve medyayla görüşme talimatı verilmişti. Cem, "Daha önce de nice girişimler yaptık, ama ciddiye alınmadı. 15 yıldır ilk kez bu ortamı yakaladık" diyor ve örnek veriyordu:
"Bunca zaman bölücü terörle ilgili benim hiçbir açıklamam dış basında yer almazken, önceki gün Kayseri'de söylediklerim, dünyanın bütün önemli yayın organlarında yer aldı. Bunu azami şekilde kullanmaya çalışıyoruz."
Cem, izlenecek stratejiyi anlatırken, "Önemli olan, kararlılığımızı sürekli şekilde hissettirmek" dedi. Mısır ve İran arabuluculuk çabasındaydı. Cem'e göre, "Bu vesileyle kendilerine İslam dünyasının lideri gibi bir sıfat yakıştırmak istiyorlar"dı. Türkiye, bu çabaları saygıyla karşılamakla birlikte, "arabuluculuk gibi bakmadığını" onlara anlatmıştı.
İran Dışişleri Bakanı Harrazi, konuyu Suriyeli meslektaşı Şara ile konuşmuştu. Ondan edindiği izlenime göre, Suriye "Öcalan'ın Suriye'de olmadığını" söylüyor ve söz veriyordu: "Teröristlere korunak vermeyecek, finans desteği sağlamayacak"tı. Cem, bu izlenimleri, bugünlerde çok duyduğumuz bir yanıtla karşılamıştı:
"Artık sözlerin anlamı yok. Bunların gerçekleştiğini görmek istiyoruz."

'İstesem arar, görüşürüm'

İranlı meslektaşının, "Sizi Suriye Dışişleri Bakanı'yla bir araya getirelim" önerisini ise "Şara ile görüşmek için arabulucuya ihtiyacım yok. Telefon etsem görüşürüm. Eksik olan aracı değil; görüşmenin başka koşulları var" diye geri çevirmişti.
Bunun üzerine İran, "Karşılıklı taleplerinizi kâğıda dökelim" önerisi getirmiş, ancak Dışişleri bürokratları kısa bir "müşavere"den sonra bu teklifi de reddetme kararı almıştı. Çünkü bu da zamana yayılabilecek, "tehlikeli bir egzersiz" olacak, karşı tarafa, işlerin yumuşadığı, anlaşmanın yaklaştığı izlenimi verecekti. Oysa Türkiye, yumuşama sinyali değil, tersine kararlılık iradesi göstermek istiyordu.

'Kararlılığımız değişmez'

Cem'in durum özeti, tutanaklara şöyle yansıdı:
"Şimdi kendileri Şam'la temas edecekler ve hiç gecikme olmadan bize de eğer bu söylenen hususlarda somut uygulamaya gireceklerse gireceklerini belirtecekler ve biz de bakacağız. Ama hiçbir şekilde en sonunda onu konuştum zaten- bizim kararlılığımızın değişmeyeceğini, bizim konumumuzun defaatle açıklanmış olduğunu, ciddiyetini aynen muhafaza ettiğini, bu görüşmemizden dolayı veyahut bu izlenimlerle kendisinin gelmiş olmasından dolayı bizde bir değişiklik olmayacağını, ancak somut bir şekilde kaygılarımızın cevaplandığını görmemiz halinde yeni bir ortam doğabileceğini, o ortamda da yeni bir değerlendirme yapılabileceğini söyledik. (..)
İlgimizi çeken bir husus; İran heyetini ciddi olarak niteledik arkadaşlarımızla birlikte...
Yine ilgimizi çeken bir husus, İsrail lafı ilk defa hiç geçmedi. Harrazi ile nerede görüşmüş olsak mutlaka İsrail konusunu bana getirmiştir. Fakat İsrail'den hiç söz etmedi. Talepleri bağlamında yahut Suriye'nin öngörebileceği çerçeve bağlamında da 'su' ve 'İsrail' lafı geçmedi.
Sonra biz ısrarla onu kendisine de teyit ettirdik. 'Bizim bir tane meselemiz vardır, o da terör meselesidir. İkinci bir mesele yoktur. Sizinle de zaten bunu konuşacağız, bunun dışında da bir şey konuşacak değiliz'.
Bir başka dikkatimizi çeken husus, ısrarla özellikle Kuzey Irak'taki gelişmelerle en ilgili ülke olarak İran'ı söylediler ve Türkiye'nin izlediği Kuzey Irak politikasının eşine İran'ın sahip olduğu, Kuzey Irak konusunda bizim ortaya koyduğumuz kaygıları İran'ın aynen paylaştığı şeklinde beyanları oldu. Hatta bir adım daha ileri gittiler, dediler ki, 'Geçmişte bizim Suriye, İran, Irak gibi bir üçlü çalışma grubumuz vardı. Bu bölgedeki bölücü güçlere karşı bir çeşit ortak anlayış oluşturmaya çalışmıştı. Sonra bu kesildi. Bunun tekrarını bile ilerisi için düşünebiliriz' dedi. (..)

'Tansiyonu hafifletmeyelim'

Sonuç olarak bu noktada kaldık. Yapılacak açıklamalarda kendilerine 'Aman beklenti yaratmayın. Böyle bir şey yaparsanız biz aksini söylemek durumunda kalabiliriz' dedik.
Yarın (Suriye Dışişleri Bakanı) Şara, Kahire'ye gidiyor. Dolayısıyla Kahire'den biz muhtemelen bir bilgi alacağız. İranlılar temas edecekler Suriye ile... Biz kendilerine eski anlaşmaları hatırlatıp şu anda konuştuklarımızın eşinin, belki de daha mükemmelinin geçmişte konuşulduğunu, anlaşmaların yapıldığını ve sonuçların değişmediğini, dolayısıyla sadece söze, itimada dayanan bir gelişmeyle Türkiye'nin kararlılığının değişmeyeceğini (söyledik).
'Tansiyonu hafifletelim' dedi. Ben, 'Benim böyle bir yetkim yok, ayrıca öyle bir gerek de görmüyorum. Sözler hayata geçerse ilişkiler düzelir' dedim."


 9. CUMHURBAŞKANI DEMİREL, DÜNYAYA KONUNUN İYİ ANLATILMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ VE EKLEDİ:
Bundan öncekiler şikâyetti bugünkü ise bir taleptir

Zirvede Cumhurbaşkanı Demirel de kendi temasları hakkında bilgi verdi. Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek, İran Cumhurbaşkanı Hatemi ve İran Dışişleri Bakanı Harrazi ile görüşmüştü. Bu görüşmelerle ilgili sözlerini tutanaklardan aynen aktaralım:
"Evvelki gün Hatemi ile konuştum. Ondan sonra Harrazi geldi. Dedi ki, 'Suriye PKK'ya barınma yeri vermeyecektir. Öcalan'ın Suriye'de bulunmaması için kararlıdır. Ve samimi bir şekilde konuşup iddiaları değerlendirmeye de hazırdırlar.'
"Kendisine sordum. Dedim ki,
'- Yani Suriye PKK'yı barındırmayacaktır' diyorsunuz. Doğru mu?
'- Evet.'
"Sonra döndü dedi ki,
'- Abdullah Öcalan Suriye'de değil. Bana öyle dediler'.
"Ben de kendisine dedim ki, 'Türkiye büyük bir devlettir. Abdullah Öcalan'ın nerede olduğunu Türkiye biliyor. Öcalan dün akşama kadar, dün akşam dahil Şam'daydı. Bugün sabahleyin henüz bizim ilgili görevlilerimizle konuşmadım, ama dün akşam oradaydı.'"

Esad'a verilen kâğıt

Sorunun çözümü için "Barışçı yollarla diyalog" önerenlere ne deneceği de zirvede görüşüldü.
Demirel, "Esad'a verdiğimiz kâğıtta yazılanlar yapılsın, diyalog yürür" dedi. O mektuptaki talepleri özetledi.
Yine tutanaklardan aktaralım:
"Neticede biz diyoruz ki, şu beş olay; kontrolü altındaki topraklarda terörist eğitim kampları kurulmasına, işletilmesine izin vermemektir. Yani 'Gelin oturun, bunlarla barışçı yollardan buna çare arayın' diyen adamla bizim yan yana gelebilmemiz için, bu adam çıkıp, 'Ben bu terörist eğitim kampları, vesaireye izin vermiyorum' demeli. PKK'ya silah temin etmemeli... lojistik malzeme desteğinde bulunmamalı... Sahte kimlik kartı düzenlememeli PKK üyelerine... Teröristlerin Türkiye'ye resmi yollardan girmelerine, diğer yollardan sızmalarına sağladığı desteği kesmeli... Örgütün propaganda faaliyetlerine izin vermemeli... PKK'nın Suriye topraklarındaki tesis ve mahallelerde faaliyette bulunmasına imkân sağlamamalı... Üçüncü ülkelerden Avrupa, Yunanistan, Ermenistan, Kuzey Irak ve Türkiye'ye geçişlerine imkân tanımamalı....Yani 'Bunları yapmayacağım' demesi lazım, ki bizim talebimiz bu..."

'Haksız duruma düşmeyelim'

Demirel bunları söyledikten sonra zirvedekilere sordu:
"Peki biz bu taleplerin yerine geldiğini nasıl bileceğiz? Kendisi çıkıp 'Bunu yapmayacağım' diyecek. Yahut birisi gelip bize diyecek ki, 'Biz bunları konuştuk'. Aynen İran Dışişleri Bakanı'nın gelip dediği gibi; 'Barındırmayacak'. Ama biz onunla iktifa etmek istemiyoruz.
"Şimdi Türkiye'nin bu kadar haklıyken haksız duruma düşmemesi için 'Bu sorun nedir, bu dünyaya yayılmış olan kriz nedir?' ve 'Türkiye ne istiyor?'u iyi anlatmamız lazım. Bundan evvelkiler sadece bir şikâyetti. Bugünkü bir taleptir. (..)



DÖNEMİN BAŞBAKANI YILMAZ
Baskıyı sürdürmemiz lazım

Zirvede konuşan Başbakan Mesut Yılmaz, çıkan krizin ilk kez Suriye'yi harekete geçirdiğini hatırlatarak, 'Ancak bize verilen mesajların aldatıcı olma ihtimalini de hesaba katmak zorundayız' dedi. Yılmaz şöyle konuştu:
"Efendim, bu krizin çıkması iki bakımdan çok faydalı oldu: Birincisi, 15 yıldan beri ilk defa Suriye'yi kımıldatabildik. Bunun emareleri var, gelen mesajlar, istihbari bilgiler de onu gösteriyor.
Ama ikinci bir faydası var: Sayın Bakan'ın dediği gibi, bunu dünyaya anlatmak için de uygun bir konjonktürü yakaladık.
Ben sadece rutin diplomatik yollarla yetinilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hem Suriye üzerindeki baskıyı artırmak için, hem Öcalan'ı mülteci olarak kabul edebilecek diğer ülkelere gözdağı vermek için, hem de üçüncü tarafları bilgilendirmek için, daha yoğun bir diplomasi atağı yapmalıyız. (..)
Diplomatik faaliyet dışında, daha önce kararlaştırdığımız askeri faaliyetler uygun şekilde yürüyor, onları da her halükârda devam ettirmemiz lazım. Çünkü bize verilen mesajların aldatıcı olma ihtimalini de hesaba katmak zorundayız. Geçici bir taktik manevra olabilir Suriye açısından... Lübnan'a transfer olabilir. Bu, bizim için hiçbir şey ifade etmez. Yanıltma olabilir. Dezenformasyon olabilir, yani bizim takip ettiğimiz bilinerek yanlış bilgilendirme olabilir. Dolayısıyla her halükârda, Suriye'nin tavrı yumuşasa da yumuşamasa da bizim bu baskıyı aynı anda devam ettirmemiz lazım. 15 yıldır yakalayamadığımız bir konjonktür yakaladık, bunu iyi değerlendirmemiz lazım."

Güncellenme Tarihi : 24.3.2016 15:44

İLGİLİ HABERLER