Büyük değişim, Hürriyet'te…
Dün, yüzümde güller patladığını görenler şaşırdılar. Çevremde herkes neşemin kökeniyle ilgili bir teori ortaya attı. Her yeni teoride yüzüm biraz daha asılmış olmalı ki, neşemi bütünüyle kaçırmamak için, tahminde bulunmaktan vazgeçtiler. Sonunda gerçeği kendim açıkladım: 'Hürriyet gazetesi'…
Benim çevremde kesinleşmiş bir kanaat var: Türkiye'de herkes -hatta değişmeyeceği üzerine bahse girilen kurumlar bile- değişiyor da Hürriyet yerinde sayıyor… Bu benim kanaatim değil, ama ne zaman aksini iddia etsem, ''Al eline üç yıl önceki bir Hürriyet gazetesini ve bugünküyle kıyasla, fark ne?'' diye sorana da cevap veremiyorum.
Dün yüzümü güldüren, bu tür sorulara nihayet keskin bir cevap vermeme yarayacak iki yazı oldu. Gazetenin iki önemli yazarı tarafından kaleme alınmış yazılar bunlar… Daha önce pek rastlanmayan yönleri var her iki yazının...
Önce 'Hürriyet okurunu en iyi temsil eden' yazarın sevindiren yazısına bir göz atalım:
''Önceki akşam gazeteden çıktım. Tam kapının önünde ikisi bayan üç kişilik gruptan bir genç kızla çarpıştık, karşılıklı özür diledik. Dün gelen mesaj: / 'Sayın Emin Çölaşan, nişanlım ve baldızım sizin sayenizde ev bulduğumuzu söylüyorlar. Belki de gerçeklik payı vardır. Üçümüz deliler gibi ev arıyorduk. Kesemize göre olanı beğenmiyorduk, beğendiklerimiz ise pahalı geliyordu. Tam geri dönerken Hürriyet binası önünde baldızım sizinle çarpıştı. Sonra kendi kendimize gülüşmeler, ünlü biriyle çarpışmanın verdiği şaşkınlık ve kendini beğenmişlik! 'Ben çarptım, bak izi hálá şurada duruyor' lafları yorgunluğumuzu biraz olsun üzerimizden aldı. / Ve kızlar bu olayın uğur getireceğini, ev bulacağımızı söylediler.
Gerçekten de sizinle çarpıştıktan hemen sonra baktığımız ilk evi tuttuk. Hürriyet binasının hemen arkasındaki sokakta. Sayenizde ev bulduk, biz evimize kavuştuk. Size teşekkür ediyoruz. (..)' / Ben de nişanlılara mutluluk diliyorum. Sorunları olursa beni kaldırımda beklesinler, yine çarpışalım!'' (Emin Çölaşan, Hürriyet, 20 Ekim 2004).
Biliyorsunuz, son zamanlarda televizyonlarımızda doğaüstü olaylara dayanan programlar reyting yapıyor. Samanyolu başlattı bu furyayı, şimdi hemen her kanalda benzer programlar var ve herbiri en çok izlenenler arasında yer alıyor. Olay senaryolaştırılsa o programlardan birine pek de güzel oturur. Emin Çölaşan'ın Samanyolu Tv'de oynayabilecek bir doğaüstü olayın kahramanı olması, ne yalan söyleyeyim, beni neşelendirdi. Bakarsınız, sadece ev arayan çiftler değil, kısmeti kapalı kızlar, alacaklısı tepesinde tebelleş borçlu esnaf, çocuğuna şifa arayan aileler de Hürriyet'in kapısında sıra olmuş…
Sonuç da alırlarsa, bakarsınız, Hürriyet binasının köşesi Oruç Baba Türbesi'ne dönüvermiş… Düşünmesi bile keyif verici…
Emin Çölaşan'ın olayı sütununa taşıması, ''Hürriyet hiç değişmedi'' diyenlerin yüzüne çarpabileceğim güçlü bir argüman verdi bana, bunun için sevinçliyim. Hürriyet'in en değişmez sanılan yazarı bile zamana uymuş, görmüyor musunuz?
Tek bir yazıyla kalsaydı sevincim bu kadar büyük olmayabilirdi, bereket Hürriyet yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de gazetesindeki büyük değişimi dünkü yazısında sergilemiş…
Ertuğrul Özkök bir mesai arkadaşının masasının üzerinde 'kumanya' olduğunu öğrendiği bir paket görmüş. İftar vakti çalışanların servis otobüsünde oldukları saate rastladığı için, Hürriyet idare bölümü, oruçlu personel için hazırlıyormuş kumanyayı. ''Hürriyet hakkındaki bazı önyargıların aksine, bu müessese büyük bir hoşgörü, kendini empoze etmeyen bir inanç ve dayanışma iklimine sahiptir'' diye bağlamış sözünü Ertuğrul Özkök… Gerçi kendisi on küsur yıldır gazetenin başında ve o iklimin dışarıya yansıyan biçiminden ilk kez söz etme ihtiyacı duyuyor, ama olsun, o kadarı bile beni bütün gün neşelendirmeye yetti.
Bazıları 'değişim' denildiğinde kimbilir ne anlıyorlar? Bizim ülkemizde 'aydın' bilinenler ile halk arasında hep tersine bir değişim yaşanır. Halkımız muhafazakârlaşıyor mu, 'aydın' bilinen kişilerin içinde yer aldığı kurumlar kendilerini derhal daha 'ilerici' bir noktaya konuşlandırırlar. Kadrolarını da ona göre oluştururlar…
Batı ülkelerinde yaşanan bunun tersinedir. Oralarda gazeteler muhafazakâr bir toplumla birlikte kendilerini sertlikten arındırırlar; amaçları daha fazla beğenilmek ve daha fazla satmak olduğu için bunu görev bilirler. Yönetici yapmazsa bunu, patron zorlar. Oysa, bizde gazeteler daha çok satmayı, dolayısıyla topluma uyum sağlamayı düşünmezler… Başka misyonları vardır onların…
Hegel'in 'diyalektik' anlayışını günümüzde de canlı tutmak için olacak, Türkiye'deki kültür egemenleri, gazeteleri eliyle sürekli bir çatışmacı ortamda yaşamamızı sağlıyorlar… Sağolsunlar.
Benim etrafımda da 'tezviratçı' az değil; neşemin sebebini açıkladığımda, çevremdeki dostlar, Ertuğrul Özkök'ün yazısında verdiği 'müjde'yi küçümsemek için, ''Bak, bu uygulama 'idarî bölüm ile sınırlı' demiş'' diye uyardılar beni; gülümsememi yine de yüzümden alamadılar… Ne istiyor bu adamlar, Hürriyet yazıişlerinde de mi?
Tövbe, tövbe…
Umarım, Hürriyet'te yaşanan bu 'büyük' değişimi fark etmesi gerekenler de fark etmişlerdir… Belki etmemişlerdir diye yazdım bu yazıyı zaten…
Taha Kıvanç
Yeni şafak
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:07