
TUĞCU: ELEŞTİRİLER MAKSADINI AŞIYOR
YUSUF ZİYA ERARSLAN-BİLGİN ŞAŞMAZANKARA - Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, son zamanlarda ortaya çıkan, eleştiri hakkını ve maksadını aşan, bağımsız güç olan yargıyı doğrudan hedef alan yıpratıcı yaklaşımları üzüntüyle izlediklerini söyledi.
Bir hukuk devletinde yargı kararlarının da eleştirilebileceğini savunan Tuğcu, Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin ve bağlayıcı olmasının, onların "eleştirilemez" olduğu anlamına gelmediğini kaydetti. Tuğcu, Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan görevine sahip olmasının hukuksal açıdan tartışılacak bir yönünün bulunmadığını ifade etti. Anayasa Mahkemesi'nin 44. kuruluş yıldönümü nedeniyle tören düzenlendi. Törene Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TBMM Başkanı Bülent Arınç, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, YÖK Başkanı Erdoğan Teziç ve çok sayıda üst düzey bürokrat katıldı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu ve Başkan Vekili Haşim Kılıç, konularını kapıda karşıladı.
Törende konuşan Başkan Tuğcu, yargı yetkisinin, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanıldığını, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün Anayasa'ya uygunluğunu denetleme yetkisinin ise Anayasa Mahkemesi'ne ait olduğunu kaydetti. Günümüzde hakim olan "hukuk devleti" anlayışının, anayasa yargısının varlığını gerekli kıldığını söyleyen Tuğcu, hukuk devleti ilkesinin temelde, devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygun olmasını ve bunların yargı denetimine tabi tutulmasını gerektirdiğini ifade etti. Anayasayı, "devletin temel organlarının yetki ve görev alanlarıyla işleyişlerini, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini genel ilkeler çerçevesinde düzenleyen metinler" olarak tanımlayan Tuğcu, "Anayasa Mahkemeleri ise anayasanın üstünlüğü ilkesinin hukuksal yöntem ve araçlarla korunması işlevini yerine getirmektedirler. Bu işlev anayasa yargısının varlık nedenini ve meşruiyet temelini oluşturmaktadır. Hukukun genel ilkeleri ve Anayasa kurallarıyla bağdaşmayan işlem ve eylemler ile yasama tasarruflarının anayasa mahkemelerince çeşitli hukuksal yaptırımlara bağlanması, anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin zorunlu bir sonucudur" diye konuştu. "Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin ve bağlayıcı olması, onların eleştirilemez olduğu anlamına gelmemektedir" diyen Başkan Tuğcu, diğer deyişle, mahkeme kararlarına uyma yükümlülüğünün, söz konusu kararları eleştirme hakkını ortadan kaldırmadığını belirtti.
"BAĞIMSIZ YARGI TENEFFÜS EDİLEN HAVA GİBİDİR"
Bir hukuk devletinde yargı kararlarının da eleştirilebilmesinin doğal olduğunu kaydeden Tuğcu, şunları söyledi:
"Mahkeme kararlarının oybirliği ile alınmadığı durumlarda, azlık oyu kullanan üyelerin düşüncelerinin de bu anlamda karşı hukuki düşünceyi oluşturduğu açıktır. Anayasa Mahkemesi'nin işin esasına girerek reddettiği konularda on yıl geçtikten sonra tekrar başvuruda bulunulabilmesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının eleştiriye açık ve değişebilir nitelikte olduğunun bir diğer kanıtıdır. Bir hukuk devletinde, mahkeme kararlarının gerek akademik çevrelerde, gerekse uygulayıcılar tarafından ele alınıp incelenmesi gerekli ve yararlıdır. Bu tür eleştirilerin yargıya yeni ufuklar açma olasılığı her zaman vardır. Bununla birlikte, doğruyu bulmak adına yapılacak eleştirilerin belirli bir düzeyde ve nitelikte olması gerektiği de kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesi üyelerinin bugüne kadarki mesleki yaşamları süresince yargıda ve Devletin diğer kademelerinde yürüttükleri görevler ve üstlendikleri sorumluluklar, yaptıkları araştırmalar, verdikleri eserler, ulusal ve uluslararası toplantılarda sundukları bildiriler, Anayasa yargısı ile temel hak ve özgürlükler konularındaki gelişmeleri yakından takip etmeleri dikkate alındığında, üyelerimizin bu çalışmaları dolayısıyla elde ettikleri birikimlerin Mahkememizin kararlarının niteliğine etkili olduğu açıktır. Ayrıca Mahkememizde çalışmakta olan raportörlerin pek çoğu değişik alanlarda yüksek lisans, sayıca önemli bir kısmı da doktora çalışması yapmış, bunlardan bir kısmı yardımcı doçent ve doçent unvanlarını kazanmışlardır. Kitap ve makale şeklinde pek çok bilimsel yayınları bulunan raportörlerimiz, Anayasa Mahkemesi'ndeki görevlerinin yanı sıra üniversitelerde ve değişik kuruluşlarda eğitim-öğretim faaliyetlerine de katılmaktadırlar. Belirtilen durum, Anayasa Mahkemesi'nce yürütülen çalışmaların niteliğine ışık tutmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bilimsel yöntemle yaptığı çalışmalar sonucu verdiği kararlara karşı yapılacak eleştirilerin de aynı nitelikte olmasını bekleme hakkına sahiptir. Bu kapsamda bulunmayan ve gerek mahkemenin, gerekse mahkeme üyelerinin kişiliğine saldırı niteliğinde bulunan eylemlerin, ciddi eleştiri olarak kabulü mümkün değildir. Burada eleştiri hakkının kullanımına sınırlama getiren kimi olgulara da değinmek istiyorum. 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 'yargıyı etkileme' başlıklı 19. maddesine göre, soruşturma evresinin başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturmayla ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlamak, ayrıca görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava İle ilgili hakim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlamak suçtur. Bu hükümle ulaşılmak istenen amacın, devam etmekte olan davalarda yargılamanın seyrine etki etmeye yönelik yayınlar yapılmasını engellemek ve böylece mahkemelerin bağımsızlığı ilkesini korumak olduğu açıktır. Anayasa'nın 138. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan 'Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz' hükmü de aynı amaca yöneliktir. 'Düşünce ve ifade hürriyeti' ile 'bilim hürriyeti' görüntüsü altında yargı kararlarına yapılan müdahalelerin hoş görülebilmesi de mümkün değildir. Belirtilen husus 'basın hürriyeti' bakımından da geçerlidir. Bakılan davalara ilişkin düşünce ve yorumlar ne kadar değerli olursa olsunlar yargılamanın sona ermesinden sonra açıklanmalı, yargı kararları ancak bu aşamada tartışılabilmelidir."
"DEMOKRATİK BİR TOPLUMDA BAĞIMSIZ YARGI, TENEFFÜS EDİLEN HAVA GİBİDİR"
Tuğcu, Anayasa Mahkemesi'nin faaliyetlerini ve kararlarımızı kamuoyuna özenle objektif bir şekilde yansıtan basın organlarına ve mensuplarına teşekkür etti. Son zamanlarda ortaya çıkan, eleştiri hakkını ve maksadını aşan, bağımsız güç olan yargıyı doğrudan hedef alan yıpratıcı yaklaşımları üzüntüyle izlediklerini anlatan Tuğcu, "Unutulmamalıdır ki demokratik bir toplumda bağımsız yargı, teneffüs edilen hava gibidir; varlığında önemi anlaşılmazsa, yokluğunda, devletten söz etmek de mümkün olmaz. Bu nedenledir ki, 'Adalet, devletin temelidir.' Bu açıklamalarım, yargının işleyişinde hiçbir zaman aksaklıklar ve olumsuzlukların ortaya çıkmadığı şeklinde algılanmamalıdır. Yargının işleyişinde zaman zaman ortaya çıkabilecek aksaklıkların doğal karşılanması gerekir. Önemli olan bu aksaklıkların giderilebilmesidir. Bunların giderileceği kurum ve kurullar ise, yine yargı bünyesinde yer almaktadır. İdari yönden, hakim ve savcılar hakkında tasarrufta bulunabilme yetkisinin münhasıran Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na ait olduğu da unutulmamalıdır" şeklinde konuştu.
Anayasa Mahkemesi'nin iş yükünün son yıllarda önceki yıllara oranla büyük artış gösterdiğini belirten Tuğcu, iş yükünün artışında, Yüce Divan'da bakılan davalarla gerek iptal davası açmaya yetkili olanlarda gerekse itiraz yoluna başvurma yetkisine sahip olan mahkemelerde Anayasa Mahkemesi'ne başvurma eğiliminin artış göstermesinin önemli etken olduğunu kaydetti. Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İş yükündeki bu artışa, iptal başvuruları yönünden, Avrupa Birliği üyelik süreci bağlamında yürürlüğe konulan yasalar ile yeterince tartışılmadan kabul edilen kimi yasalar da etki etmektedir. Günlük dilde 'torba kanun' olarak nitelenen ve yürürlükteki pek çok yasada değişiklik öngören yasal düzenlemelere karşı yapılan başvurular da artan iş yükünün nedenleri arasındadır. Mahkemenin iş yükünün bugünkü seviyeye gelmesinde, itiraz başvurularında meydana gelen artış önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu başvurulan, bireylerin ve mahkemelerin, temel hak ve özgürlüklere verdikleri önemin ve bu hakların uygulamada yerleşmesinin bir göstergesi olarak kabul ettiğimizi ifade etmek isterim. Hatta toplumsal yapıda ve hukuk düzeninde meydana gelen gelişmelere paralel olarak, Anayasa Mahkemesi'nin işin esasına girerek reddettiği konularda yeniden itiraz başvurusu yapılabilmesi için beklenilmesi gereken on yıllık sürenin beş yıla düşürülmesi gerektiği görüşünde olduğumuzu belirtmek isterim. Anayasa Mahkemesi'ne Yüce Divan sıfatıyla verilen yargılama görev ve yetkisi yönünden yapılan açıklamalara cevap verilmesi, bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Zira bu konuda gerekli açıklamanın yapılmaması, Yüce Divan hakkındaki farklı değerlendirmelerin kabulü anlamına gelebilir."
TÜRK ANAYASA TARİHİNDE YÜCE DİVAN GÖREVİ
"Yüce Divan görevinin Anayasa Mahkemesi'ne verilmesi 1961 Anayasası'ndan itibaren anayasa koyucunun bir tercihi olmuştur" diyen Tuğcu, "Bu tercihin İsabetini bilimsel ve etik ölçüler içerisinde tartışmak mümkün olmakla birlikte, kurucu iktidar bu tercihini değiştirmeyi gündeme getirmediği sürece, Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan görevine sahip olmasının hukuksal açıdan tartışılacak bir yönü bulunmamaktadır. Bu konu, son yıllarda bazı kurumsal zaaflar nedeniyle kabulü mümkün olmayan kimi yaklaşımların ortaya çıkmasına yol açtığından, Yüce Divan'ın oluşumu ve niteliğinin ortaya konulabilmesi bakımından Yüce Divan yargılamasının tarihçesi üzerinde durulmasının ve yapılan kimi eleştirilerin cevaplanmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. 1876, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında, Yüce Divan görevinin farklı hukuksal formasyonlara sahip üyelerden oluşan yargılama makamlarınca yerine getirilmesinin tercih edildiği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, Türk Anayasa tarihinde Yüce Divan görevi hiçbir zaman salt ceza yargısı formasyonuna sahip üyelerden oluşan bir kurula verilmiş değildir. Aksine, Yüce Divan'ın görev alanının gereği olarak, Yüce Divan yargıçlarının hukukun çeşitli dallarında uzmanlık birikimine sahip kişiler arasından oluşturulması yönündeki tercih, Anayasa tarihimizde kesintisiz bir çizgi halinde kendini göstermektedir. 1876 Anayasası ile bakanları, Temyiz Mahkemesi başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili işlem ve eylemlerinden dolayı yargılama yetkisi verilen Divan-ı Ali; Heyeti Ayan, Şurayı Devlet ve Temyiz Mahkemesi başkan ve üyeleri arasından seçilen üyelerden oluşmaktaydı. 1924 Anayasası'nın 61 ve devamı maddelerinde de, Yüce Divan'ın Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri arasından oluşturulması öngörülmüştü. 1961 ve 1982 Anayasalarında ise, Yüce Divan görevi Anayasa Mahkemesi'ne verilmiştir. Yüce Divan'ın bu tarihsel gelişimi ele dikkate alındığında yargılamanın sağlıklı yapılabilmesi bakımından, salt ceza hukuku kurallarının gözetilmesinin yeterli olmadığı, yargılanan kişilerin eylemlerinin, 'kamu hizmeti', 'kamu yararı' gibi kamu görevlerinin yürütülmesinde önem arz eden kamu hukuku kavramlarının dikkate alınarak ve bu kişilerin konumlarının da gözetilerek değerlendirilmesi zorunluluğu karşısında, Yüce Divan görevinin ceza hukukçularının yanı sıra idare hukukçuları, özel hukukçular ile üst düzey kamu görevlilerinin de yer aldığı bir kurul tarafından yerine getirilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Anayasa Mahkemesi de bugün bu gerekliliğin ifadesi olarak söz konusu görevini yerine getirmektedir. Karşılaştırmalı anayasa yargısı incelemelerinin gösterdiği gibi, birçok ülkede bu görev anayasa mahkemelerine aittir. Konu hakkında daha farklı değerlendirmelerde bulunulabilmesi mümkün olmakla birlikte Yüce Divan'da devam eden yargılamalar gözetildiğinde, yapılmakta olan tartışmaların zamansız olduğunu belirtmek istiyorum" açıklamasında bulundu.
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 07:01