
TÜRBAN KONUSUNDA ASKER NE DİYOR?
FATİH ÇEKİRGE-HÜRRİYET
Komutanın türban sessizliği
SEVGİLİ okurlar; Bugün türbanın anayasal bir güvenceye kavuşturulması için son rötuş tamamlanıyor. Böylece Türkiye kritik bir tartışmanın içine düşüyor... Konuyla ilgili siyasetin, bürokrasinin ve iktidarın değişik seslerini dinledim... Zincirleme bir sonuç çıktı...
Birkaç bölümde şöyle aktarabilirim:
DERİN SORU
Ankara’nın derinlerinde yükselen şu soru dikkat çekiyor:
- Başbakan’ın türban konusunda kurumlar arası mutabakat istemesinin ardında yüksek yargının, askerin ve YÖK’ün görüşü yatmıyor mu? YÖK Başkanı kapıyı açtı. Geriye başta Yargıtay olmak üzere yüksek yargı ve askerin ne diyeceği kaldı?
Sorunun cevabı için önce bir komutanla yaptığım sohbeti aktarmalıyım:
Soruyorum:
- Türbanla ilgili gelişmelere ne diyorsunuz?
"Sorma" diyor... "Ama çok önemli gelişmeler oluyor" diye üsteliyorum.
Daha keskin bir ifadeyle "Bana hiç sorma" diyor.
Tam "Ama" diye başlayacakken elini ağzına götürüp "kapalı fermuar" işareti yapıyor..
Susuyoruz... Bu önemli.. Önemli çünkü daha iki gün önce Financial Times Gazetesi, "Asker tepki verir" gibi bir yorumu yayınladı... Peki asker tepki verecek mi? Biz buna tepki demeyelim de, bir Milli Güvenlik Kurulu üyesi olarak görüş verecek diyelim. Ama medya aracılığıyla hayır. Vermemeli...
Fermuar işareti bu nedenle doğrudur.
Çünkü asker bu tür polemiklere girdiğinde yanlış sonuçlar doğuyor. Mesele bir "özgürlükler" ve hukuk tartışmasından "demokrasi ve rejim" tartışmasına dönüşüyor..
Cumhurbaşkanlığı seçiminde askerin tavır alır gibi görünmesi aynı sonuca neden oldu. Sanıyorum komutan bu nedenle susuyor... Yoksa tavır belli. Nereden belli? Orduevlerine "türbanlıların" alınmamasından...
SINIR AÇIK
Bana karşılık "başörtüsünü çene altından fiyonk" şeklinde "Anadolu usülü" bağlayan kadınlar Askeri hastanelere (GATA) alınıyor. Bu açıdan bakınca en azından orduevleri için askerin gelebileceği sınır açık... Komutanın sessizliğini bu anlamda önemsemeliyiz...
Kişisel görüşüm Türk milletinin bir gözbebeği olarak askerin bu tür polemiklerden uzak durmasının doğru olacağı yönünde...
Medya karşısında ağza dikilen "fermuar"ın gerekçesini bu yüzden önemsiyorum...
O keskin soru ve iç ses
- Üniversiteden türbanıyla mezun olan bir kız avukat olursa mahkemeye nasıl gidecek? Ya hákim olursa... Kaymakam ya da vali olursa ne olacak? İkinci aşamada buralar için de bir özgürlük talebi başlayacak mı?
Bu sorunun cevabı için AKP ve MHP’nin iç seslerini dinledim:
İçlerinden gelen ses şu:
- Elbette olabilir.İnancı nedeniyle başını örten kız üniversiteyi neden bitiriyor. Topluma hizmet vermek için. O zaman o hizmeti vermesi de sağlanmalı. Yoksa üniversiteye gitmesinin ne anlamı var? Bu defa da zulüm üniversite kapısından devlet kapısına mı kayacak?
Bu "iç seslerin" olduğu yerden bakınca mantıklı. Üniversitede başını bağlayan kızın, kariyer yapması ve devlette hizmet vermesi engellenirse ne olacak?
İşte keskin soru bu...
Ben Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da "iç sesi"nin bu olduğunu düşünüyorum...
Yani gönüllerden geçen bu...
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın da gönlünden geçen bu.
Şimdi şöyle bakalım...
Bir devletin dışa dönük yüzü üç makamdan geçer. Bu makamlar temsil makamıdır. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı... Eşlerinin başları kapalı.. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın da eşinin başı kapalı...
Bakanlardan bir ya da ikisi dışında tümünün eşlerinin başı kapalı..
Devletin bütün müsteşarlarına baktığınızda yalnızca 2 ya da üçü dışında tümünün eşlerinin başı kapalı.
ÜLKEYİ BEN YÖNETİYORUM
Şimdi böyle bir tablodan bakınca o iç ses diyor ki:
"Ben bu ülkeyi yönetiyorum. Bu ülkeyi dünyaya karşı eşimle birlikte temsil ediyorum. Ama eşim başı kapalı olduğu için yönettiğim bu ülkede bir öğretim görevlisi bile olamıyor."
Daha da açalım..
Örneğin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in iç sesi...
Hüseyin Çelik, "işine" bakarken "dış sesi"yle, ama başı bağlı "eşine" bakarken "iç sesi"yle baş başa kalıyor.
Nasıl oluyor da eşim öğretim görevlisi olamıyor, diye soruyor o iç ses...
Evet, işte sorunun açık cevabı bu "iç ses"te yatıyor...
Bu olay yasaklarla, kamplaşmalarla, provokasyonlarla, tahriklerle, tuzaklarla, ayak oyunlarıyla, bilek güreşiyle aşılabilecek bir olay değildir.
Aslında başını örten kıza sorulacak bir soru yoktur. Bence o masumdur.
Asıl soru çok daha derindedir. Köklüdür...
Asıl ve ağır olan soru şudur:
Cumhuriyet, bir yaşam biçimi olarak 50 yıldır Anadolu’da ne yapmış ve kafasını hangi kuma gömmüştür?