TÜRK BASINI YENİ BİR 'BENMERKEZCİ' KÖŞE YAZARI KAZANIYOR
Akşam gazetesinde, genel yayın yönetmeni Nurcan Akad'ın önerisi doğrultusunda, haftada 5 kez yazan Ersan Özer, kervana en son katılan köşe yazarı...
Yeni Harman dergisinde karşılaşmasak tanışmak kim bilir ne zaman kısmet olacaktı... Akşam gazetesinde, genel yayın yönetmeni Nurcan Akad'ın önerisi doğrultusunda, haftada 5 kez yazıyormuş..
Yine Yeni Harman'da yer alan röportajdan öğreniyoruz ki, bazı Akşam yazarları arasında yaşanan ''Kim kimi okuyor-okumuyor?'' konulu bir tartışmaya da katılmış...
Henüz çok genç bir köşe yazarı olduğu üslubundan olduğu kadar fotoğrafından da belli...
Kendisini şöyle tanıtıyor:
''Bana gelince, benim çıkışlarım hoşluk, cinslik, yaramaz çocukluk filan... Kimseyle dalaşma niyetinde değilim. Dalaşmaya kalksam da ciddiye alınacağımı sanmam. Dünkü çocuğum ben. Sivrilmek için yapıyor derler...''
Böyle konuşuyor ama gazetesinin ''genel perspektifine'' ilişkin bir soruyu şöyle cevaplandırmaktan da geri durmuyor:
''Bu soru beni aşar ama şöyle söyleyeyim, hani entel dantel, alakasız bir sürü adam Zaman'da yazdı, yazıyor ya, ben yazmazdım. Dolayısıyla Akşam'da yazıyorsam, bu gazetenin yayıncılık anlayışı, baktığı yer benim baktığım yere oturuyor demektir. Evime girmesine izin verdiğim gazetede yazabilirim. Akşam da bu kategoride işte.''(!)
Kolayca tahmin ettiğiniz gibi, biz bu son açıklamanın en çok ''Evime girmesine izin verdiğim gazete...'' faslını beğendik!
FAZLASI YOKMUŞ GİBİ...
Neyse, işi daha fazla uzatmaya gerek yok. Akşam'ın bu genç köşe yazarı da (Ersan Özer) birtakım ''hoşluk''lar, ''cinslik''ler peşinde...
Mesele bundan ibaret olsaydı yine kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, bu eften püften konuyu sayfamıza taşımayı tabii ki düşünmezdik... Ama ne zaman ki -Yeni Harman'daki röportajı okuduktan sonra- gözümüz ister istemez Ersan Özer'in köşesine de ilişti ve bu genç köşe yazarının okuduğumuz ilk yazısı bize gerçekten ilginç geldi. ''İlginç'' nitelememiz yanlış anlaşılmasın; tabii ki olumlu anlamda değil. Önümüzdeki ''Akşam'ın başı sağolsun'' başlıklı yazıyı okuduktan sonra yaptığımız ilk değerlendirme şu oldu: İşte, Türk basını haddinden fazla ''benmerkezci'' bir köşe yazarı daha kazanıyor! Fazlasıyla yokmuş gibi....
Özer'e ''Akşam'ın başı sağolsun'' başlığını attıran olay, Akşam gazetesinin Marlon Brando'nun ölümüne sayfalarında haddinden fazla sayfa yer ayırmasıymış... Oysa köşe yazarı Brando'nun ölümü karşısında son derece kayıtsızmış, hem de (kendi kaleminden) şu derecede:
''AKŞAM gazetesi Brando için ağlarken, onun için arka arkaya sayfalar doldururken bense burada günümü gün ediyordum. Kıpkırmızı, kütür kütür bir karpuzu mideye indiriyordum. (...) Yemin ederim yalakalık olsun diye söylemiyorum, karıma dün akşam koca bir tencere helva yaptırdım. Üstelik de fıstıklı! Hiçbir masraftan kaçınmadım yani. Konu komşuya dağıttık. Naçizane, acınıza ortak olabildiysem, ne mutlu bana. Ayrıca, anısını yaşatmak maksadıyla küveti doldurdum. Marlon Brando deyince zihnimde canlanan tek görüntü bu maalesef. Paris'te Son Tango'daki küvet sahnesi ile ustayı anmak istedim. (...) Marlon Brando bizi de yanına al. Artık bu acıyla biz iflah olmayız gayrı.''
BÜGÜN KARPUZ, YARIN SALATALIK!
Manzarayı görüyorsunuz... Ayrıca hemen belirtelim ki, bu ''manzaraya'' dikkat çekişimizin nedeni tabii ki, meslekte hızla yükselen genç bir köşe yazarı ile uğraşmak filan değil. Ama bu ''manzara'', söz konusu yazarın ülkenin çok satanları arasında yer alan bir gazetede 5 gün köşe doldurduğu hatırlanacak olursa, ülkenin basın hayatının ne yönde ilerlediği konusunda epeyce ipicu vermesi açısından bayağı önem arzediyor. ''Olacağı buydu!'' dediğinizi duyar gibiyiz. Köşe yazarlarının önemli bir bölümünü parmağına dolamış olan ''benmerkezciliğin'' bir ''hoşluk'', bir ''cinslik'' olarak bir büyük ''erdem'' gibi değerlendirildiği bir basın hayatında, köşe yazarı adayları gibi gazete yöneticilerinin akılları da haliyle bu yönde çalışacaktır... Her şeyin, her konunun ''hafifletilmesi'' şirin bulunacak, kendisini -adını koymasa da- bir tür ''hazcılık'' gibi sunmaya çalışan ama gerçekte ağır bir ''bencilliğin'' sergilenmesinden başka bir şey olmayan bir tarzın hızla yayıldığına şahit olunacaktır... Bugün Marlon Brando'nun ölümü ve ''kütür kütür bir karpuz'', yarın bir başkası ve belki de ''Çengelköy salatalığı''!
Hadi oldu olacak, ölümü ardından küvete dalıp mideye karpuz indiren genç köşe yazarına bir iyilik yapalım ve ''Marlon''un kim olduğunu Birgün'den (6 Temmuz) Ömer Madra'ya anlattıralım:
'MARLON' KİM?
''(...) Bir küçük nokta atlandı yalnız: Marlon'un 'duruş'u. Uzlaşmaması. Dikbaşlılığı. Dünyanın gidişatı hakkındaki sözü. Söz-davranış birliği. Estetik-etik bütünlüğü.... Bunlara değinilmedi pek. Tuhaf. (...) daha yirmi beş yaşına basmadan, hem Sivil Haklar Hareketi, hem de genel barış ve adalet hareketi içinde en ateşli aktivist olarak yer almakta tededdüt etmemiş bir adam var ortada. 1959'da, Belafonda ve Ossie Davis gibi müzisyenlerle birlikte, SANE adlı nükleer karşıtı hareketin Hollywood kolunun kurucuları arasında görüyoruz onu. 1963'te ünlü yazar James Baldwin'le kol kola bu sefer: Washington'a doğru yapılan haklar yürüyüşünde. Sonra 'derin Güney'de Paul Newman'la, otobüslerde ırk ayrımını öngören kanuna itaatsizlik ederken....''
Hepsi bu kadar da değil; Marlon'un ''söz-davranış'' birliği bu yönde uzayıp gidiyor...
Sonuç olarak söyleyeceğimiz şu ki, ''gülmek'', ''eğlenmek'' ve tabii bu arada ''ironi'' basın hayatında da iyi bir şeydir ama bütün bu sırasında olumlu ve hoş kaçabilecek işleri yapabilmek için de önce eldeki ''karpuz''u bir kenara bırakmak, sonra da ''küvet''ten çıkmak gerekir! (K.B.)
Kronik medya
Yenişafak
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:33