KAYNAK : Haber Vitrini
İSTANBUL - Teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın 1999'da yakalanmasıyla yeniden gündeme gelen idam cezası, özellikle Avrupa Birliği'ne üyelik konusunda Türkiye için oldukça hassas bir konu haline geldi. 29 Haziran 1999'da Öcalan için verilen idam kararı, uluslararası tepkilere sebep olurken, Avrupa ülkeleri, infaz gerçekleşirse 'Türkiye'nin yalnız kalabileceği' konusunda uyarılarda bulundu. Öcalan halen İmralı'da, dosyası ise Meclis'te...
Türkiye'de 1984 yılından beri hiç infaz gerçekleşmemiş olsa da, idam cezası, 18 yıl bir tehdit olarak kaldı. Ta ki, Anayasa'nın 18. maddesindeki değişiklikle "kısmen" kaldırılmasına kadar... Avrupa Birliği'ni tam olarak tatmin etmeyen bu değişiklik, idam cezasının tümüyle kaldırılması için bir adım olarak görülüyor. Şu aşamada bunun için bir Anayasa değişikliğine gerek yok. Yalnızca TCK'da yapılacak bir değişiklik, idam cezasının kaldırılması için yeterli olabilecek. Değişikliğin gerçekleşebilmesi için, TBMM'de 367 oy (üçte iki çoğunluk) gerekiyor. Oylar 330'un üzerinde olursa, konu referanduma sunulabilecek.
"KATLİ VACİPTİR" SÖZÜ YETERLİYDİ
İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, 'kişi hayatını sona erdiren ölüm cezası' olarak tarif edilen idam, Türk tarihinin hemen her safhasında, gerek Osmanlı Devleti, gerek Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde uygulandı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ölüm cezası, sadece yargı mercilerinin verdiği kararlarla değil, bazen yalnızca padişahın "katli vaciptir" sözü ile de infaz edilebiliyordu. Osmanlı Devleti'nin çöküşünden sonra da ölüm cezası uygulamadan kalkmadı. Özellikle Milli Mücadele'nin başlarında, yeni kurulan TBMM yönetimince oluşturulan ve geniş yetkilere sahip İstiklal Mahkemeleri, dönemin şartları gereği çok sayıda idama hükmetti.
TBMM, 29 Nisan 1920'de, kendi varlığına son vermeyi amaçlayan eylemleri, iç ayaklanmaları ve asker kaçaklarını cezalandırmak amacıyla Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu kabul etti. Yasada gösterilen suçları işleyenler sivil mahkemelerde ve harp divanlarında yargılanacak, verilen kararlar TBMM'de onaylanacaktı. Yasanın uygulanmasındaki aksamalar ve mahkemelerin yetersiz kalması üzerine, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nda belirtilen suçlarla ilgili davalara bakacak yeni mahkemeler kurulması kararlaştırıldı. 11 Eylül 1920'de kabul edilen Firariler Hakkında Kanun'la, İstiklal Mahkemeleri kurum olarak gündeme geldi.
İSTİKLAL MAHKEMELERİ 2 BİN KİŞİYİ ASTI
1920-1927 tarihleri arasında aralıklı olarak görev yapan İstiklal Mahkemeleri'nin yetkileri, kuruluşlarından çok kısa süre sonra vatana ihanet, yolsuzluk, soygun, saldırı, casusluk, bozgunculuk, ayaklanma gibi suçları da kapsamına alarak genişledi. Böylece Milli Mücadele'ye ve ihtilale karşı işlenen her suç İstiklal Mahkemeleri'nin görevi oldu. İlk olarak Eylül-Ekim 1920'de Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı ve Diyarbakır'da sekiz ayrı İstiklal Mahkemesi kuruldu. Zaman kazanmak amacıyla, her mahkeme kendi bölgesi içinde dolaşarak çalıştı. Bir süre sonra bazı bölgelerdeki mahkemeler kapatıldı, ancak bunların bir bölümü yeniden açıldı. Çok partili hayata geçiş döneminde, 4 Mayıs 1949'da, İstiklal Mahkemeleri'yle ilgili yasa hükümleri yürürlükten kaldırıldı.
İstiklal Mahkemeleri'nde 1920-23 arasında bin 54 (gıyabilerle birlikte en fazla bin 500) kişi asıldı, 2 bin 827 kişinin idamları, askerden yeniden kaçmaları halinde uygulanmak üzere şartlı affedildi. 243 gıyaben idam, bin 786 kürek cezası verildi. 11 bin 744 kişi beraat etti. 41 bin 748 kişiye ise genellikle dayak cezası olmak üzere çeşitli hafif cezalar verildi.
İkinci dönemde kurulan (1923-1927) İstiklal Mahkemeleri'nde ise toplam 660 vicahi ve gıyabi idam cezası verildi, ayrıca asker kaçaklarının idam cezası da buna eklendiğinde ikinci dönemdeki idamların sayısı bini buldu. Yani, tüm İstiklal Mahkemeleri süresince yaklaşık 2 bin kişi ölümle cezalandırıldı (Bunların içinde gıyabi olan ve uygulanmayanlar da vardı).
İNFAZLAR ASKERİ REJİMLER DÖNEMİNDE ARTTI
Türkiye'de Cumhuriyet döneminde, İstiklal Mahkemeleri dışında da idam cezaları uygulandı. Türk Ceza Kanunu (TCK), Askeri Ceza Kanunu ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu gibi bazı özel yasalarda öngörülen suçlardan 50'ye yakını ölümle cezalandırıldı. TCK bu cezayı, devletin iç ve dış güvenliğini zedeleyen ağır suçlarla, cana karşı işlenmiş suçlar, yani adam öldürme suçunun bazı biçimleri için öngörüyor.
1982 Anayasası, daha önceki anayasalarda olduğu gibi, cezanın yerine getirilmesini TBMM'nin karar vermesine bağladı. İnfaz süreci, TBMM'nin oy çoğunluğuyla idam cezasını onaylamasıyla başlıyor. Cumhurbaşkanı, yaşlı, özürlü veya sağlıksız mahkumların idam cezalarını onaylamama yetkisine sahip. Karar onaylanırsa, Resmi Gazete'de ilan ediliyor ve Adalet Bakanlığı'na, infazı yürütme görevi veriliyor. İdam kararı Resmi Gazete'de yayınlandıktan sonra infazın gerçekleşmesi bazen günler, bazen yalnızca saatler alabiliyor.
Türkiye'de, yalnızca 1960 ve sonrası dönemde yasama organlarının yerine getirilmesine karar verdikleri idam cezalarının sayısı 140 kadardı. Bunlardan 40 kadarı siyasi suçlarla ilgiliydi. İnfazların özellikle askeri veya yarı askeri rejim dönemlerinde (1960-61, 1971-73, 1980-83) arttığı görüldü.
27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri müdaheleden birkaç saat sonra Kütahya yolunda tutuklanarak Ankara'ya getirilen Başbakan Adnan Menderes ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu hakkında Yüksek Adalet Divanı'nın verdiği idam cezası, Milli Birlik Komitesi'nce onaylandı. Polatkan ve Zorlu 16 Eylül 1961'de İmralı Adası'nda asılarak idam edildi. Menderes ise 17 Eylül günü İmralı Adası'na götürüldü ve hüküm infaz edildi.
1968 kuşağının sol görüşlü öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş ise 6 Mayıs 1972'de, yine TCK'nın 146. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, arkadaşları Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan ile birlikte asılarak idam edildi.
Türkiye'de son infaz, 1984 yılında uygulandı. 28 yaşındaki Hıdır Aslan, yasa dışı bir örgüte üye olmak suçundan idam edildi. Aslan, herhangi bir cinayetle suçlanmıyordu. Bu tarihten sonra ölüm cezaları verildiyse de, TBMM bunları henüz onaylamadı.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 17:07