EHL-İ SÜNNET ULEMASI ŞEYH SAİD İÇİN NE DEDİ?

  • 24.4.2022

İsyanda başarısız olan Şeyh Said, İran’a geçmek istiyordu.
Yanındaki Hükümet ajanı akrabası Binbaşı, Çarbuhur’a gitmeye ikna etti ve yolda askerler yakaladı.

Ayaklanma başladığında Ankara’da da olağanüstü saatler yaşanıyordu.
Bakanlar Kurulu acil bir toplantı yaparak, olağan üstü durum ilan etti. Ayaklanma bölgesinde bir ay süreyle sıkıyönetim kararı aldı.
Meclis, 4 Mart’ta 58 nolu Takriri Sükûn Kanunu çıkardı ve hükümete geniş salahiyetler verdi.
Bu kanun yürürlüğe girer girmez,  İnönü’nün önerisi ile İstiklal mahkemeleri kurulmasına karar verildi.
Birinci İstiklal Mahkemesi Ankara da kuruldu. Yetkileri sınırlı ve bütün Türkiye içindi.
Bu mahkemenin İdam kararlarının TBMM'nin onaylanması gerekiyordu.
İkinci İstiklal mahkemesi
ise, Vilayeti Şarkiye’ye Şark illerine bakan sınırsız yetkili mahkemeydi.
Şark İstiklal Mahkemesi’nin İdam kararları için TBMM’nin onayı gerekmiyordu.
Ayaklanmanın bastırılması ve Şeyh Said’in yakalanması Ankara’da bayram havası estirdi.

Ankara Hükümeti milletvekillerinden oluşan bir heyeti, İstiklal Mahkemesi olarak Diyarbakır’a gönderdi.
İstiklal Mahkemesi deyince, Hâkim ve hukukçular sanmayın. İstiklal Mahkemesi başkan ve üyeleri TBMM üyesi milletvekilleriydi.
Şeyh Said ve 81 adamı
, 26 Mayıs günü Diyarbakır’a getirilip CHP milletvekillerinden oluşan İstiklal Mahkemesi’nde yargılamalarına başlandı.
Şeyh Said ve adamlar savunmalarını kendileri yaptı.
Sanıklardan çoğu Türkçe bilmedikleri için, savunmalarını Kürtçe ve Arapça yaptı.
Şeyh Said yakalandıktan sonra merak edilen soru; ‘Ayaklanmanın bir plan dâhilinde dış güçlerin desteği ile mi gerçekleştiği yoksa kendiliğinden mi geliştiği’ sorusuydu.
Mahkeme Başkanı ve üyeleri en çok da bunun üzerinde durdu. Özellikle de Ankara’dan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından destek alıp almadıklarını sorguladılar.
Mustafa Kemal, Şeyh Said’in Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından cesaret aldığına inanıyordu.
Bu yüzden de İstiklal Mahkemesi üyelerine bunun iyice soruşturulması talimatını vermişti.
Buradan anlaşılıyor ki; M. Kemal Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapatmaya çoktan karar vermiş ve buna bir gerekçe arıyordu.
Şeyh, bu sorulara cevaben, 'hükümetin icraatlarından uzun süredir rahatsızlık duyduğunu, fakat Palu’daki olay sonrası gelişen hadiselerle isyan ateşinin bir anda tutuştuğunu; bunun Allah’ın bir kaderi' olduğunu söyledi.
Arkasında İngilizler veya bir dış güç olmadığını Ankara’dan da kimse bulunmadığını söyledi.
İsyandan önce rahatsızlıklarını yazılı olarak hükümete iletmeyi planladığını fakat bunun kendisine nasip olmadığını anlatırken, Şark İstiklal Mahkemesi Reisi Müfit Bey araya girdi;
-  Şeyh Efendi, Piran’a gelmezden evvel din meselesinden dolayı kıyamı tasavvur ediyordunuz değil mi?
 
Şeyh Said: Kalbimde tasavvur ediyordum, lakin muharebe suretiyle değil. Risale yazıp şeriat ahkâmını tasrih ederek (açıkça söyleyerek) kanunları da şeriata mutabık bir şekilde talep etmek istedik. Meclis-i Mebusan’a göndermek istedim. 
Reis Müfit Bey: Ne için yapmadınız, böyle bir risale yazmadınız? 
Şeyh Said: Evet, arz ettiğim gibi biz evvela bu fikri kitabeten (Yazılı olarak) halletmek için gidip münakaşa-i ilmiye yapayım dedim ve bazı rüfeka (Arkadaşlar) bulmak istiyordum.
Fakat kader-i ilahi beni Piran’a sürükledi. Piran vak’ası çıktı. Önünü alamadım. Ben ne bu hareketin önünde ne de arkasında; herkes gibi içindeyim (Kaynak: Mehmet Mazlum Çelik)
Yakın tarihin üzerinde kalın bir örtü olduğu için, bu yargılama konusunda farklı farklı yorumlar yapıldı.
Günümüzde Şeyh Said’e yapılan en büyük iki suçlama; İngiliz ajanı olduğu ve Kürt devleti için ayaklandığı şeklindeydi.
Mahkemenin bütün zorlamasına ve sanıkları sıkıştırmasına rağmen ayaklanmanın arkasında bir İngiliz desteği bulunamadı.
Günümüzde açılan İngiliz arşivleri incelendiğinde, İngilizlerin konuyla alakalı bir yazışması ya da istihbarati belgesi çıkmadı.
İngilizler zaten ezeli ve ebedi düşmanı Osmanlı’ya karşı, Ankara hükümetini destekliyordu.
Hilafeti kaldırıp batılılaşmaya yönelen hükümeti devirmesi için bir sebepleri de yoktu.

Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Şeyh Said ayaklanmasında İngilizlerle bir bağlantısı olmadığını belirterek şöyle dedi;
- Şeyh Said İsyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır. Fakat bundan şüphe edilmiş ve gerekli tahkikat yapılmıştır.
Kürtçülük meselesinde ise durum biraz farklıydı.
Şeyh Said isyanı şeriat için başlattı, kendisinin şahsi bir Kürtçülük meselesi yoktu.
Mahkemede kendisine zaten Kürtçülük meselesi de soruldu.
Başkan Müfid Bey kendisine şöyle dedi;
 -Türklere karşı büyük bir nefret besliyormuşsun, doğrumu?
Şeyh Said’in tutanaklara geçen cevabı şöyle oldu, “Hamd olsun hepimiz Müslümanız. Kürt Türk yoktur.
Burada bir konuya daha dikkat çekmek isterim.
Şeyh Said her ne kadar mahkemede kabul etmese de aslında bir ayaklanma planlamıştı.
O ayaklanma için yaz ayını hesapladı. Ancak Palu’daki o düğünde gerçekleşen beklenmedik olaylar, hesabını bozdu ve ayaklanmayı öne aldırdı.
Böylece yeteri kadar hazırlık yapamadan isyana kalkışmış oldu. Sonuçta da yenildi.
Meselenin özü şu idi; Şeyh Sait ayaklanmasında iki grup yer alıyordu.
Birincisi; Şeriat isteyenler…
İkincisi; Kürt devleti isteyenler…
Bugün PKK’lı hainlerin Şeyh Sait isyanından ilham almalarının nedeni, bu ikinci gruptur.
O tarihte isyana katılan Kürtçü aşiretler, bugün de PKK’ya destek veriyor.
O tarihte Kürtçülük yapan aşiretler, 100 yıl sonra bugün de aynı şekilde Kürtçülük yapıyor.
O tarihte devleti bölmek isteyen o Kürtçü aşiretler, şimdi de devleti bölmek için çabalıyor.
100 yıl geçse de onların zihniyeti ve ihaneti hiç değişmedi.

Esas isyankâr da bunlar zaten.
Emin olun, bugün HDP’nin arkasındakiler de PKK’nın arkasındakiler de işte bu aşiretlerdir.
Bunların derdi Kürt devleti falan da değil. Öyle olsaydı gider Kuzey Irak’ta Barzani’nin bölgesinde yaşarlardı. Gider Suriye’de YPG’lilerle birlikte yaşarlardı.
Bunların tek gayesi var; huzursuzluk çıkarıp Türkiye’yi karıştırmak. Aldıkları emir böyle.
Neyse meselemize dönelim…
Yargılanan 81 sanıktan Şeyh Said ve 46 arkadaşı idama mahkûm edildi.

Şeyh, gün ışımaya başladığında vasiyetini bitirmişti.
İdamlıklar avluya çıktıklarında; kendileri için hazırlanmış 47 sandalyeyi ve yağlı urganın etrafında Kolordu Komutanı General Mürsel Bey, Vali Mithat Bey, İstiklal Mahkemesi üyesi Müfit Özdeş Bey, Diyarbakır milletvekillerinden Cavit Bey, Şeref Bey’i buldular.
Şeyh Said, Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi Başkanı Ali Saip Ursavaş'a şöyle seslendi: 
-Seni severim ama Mahşer günü seninle muhakeme olacağız.

O sırada Vali Mithat Bey şöyle dedi;
- “Mahşer gününde yargıçlarımızla değil ocaklarını söndürdüğün masumlarla muhâkeme edileceksin”

Şeyh Said’in cevabı kısa oldu;
- Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.
Şeyh Said asılmadan hemen önce kendisine verilen deftere şunları yazdı; 
-Benim ölümüm Allah ve din için ise darağacında asılmama perva (Sakınmam, korkmam) etmem.
Ardından 49 arkadaşıyla çıktıkları sehpalar birer birer devrildi.
 
13 Şubat 1925 de başlattığı isyanı, 29 Haziran 1925 de canıyla ödedi.
Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarı nerede hala bilinmiyor. Hatta kişisel eşyaları dahi ailesine teslim edilmemiş.
Dönemin İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya 25 Temmuz 1957’de Dünya gazetesine verdiği mülakatta; vasiyetinin, kişisel eşyalarının ve bir miktar parasını kendisine teslim ettiğini, kendisinin de İçişleri Bakanlığına ilettiğini söyledi.
Bu bilgiden sonra mirasçıları özel eşyalarını almak için resmi başvuruda bulundu.
Ne emniyet kayıtlarında ne de Jandarma’nın arşivinde Şeyh Said’in kişisel eşyalarına ait bir belgenin olmadığı, mirasçılarına yetkililer tarafından 2009’da belirtildi.
Şeyh Said’in mezarının nerede olduğuna dair henüz resmi bir açıklama da yapılmış değil.
Şeyh Said’in torunlarından Diyadin Fırat, Şeyh Said ve arkadaşlarının idam edildikten sonra Dağkapı mevkiindeki Yenişehir sineması ve Askeri gazino arasında bir mevkide olabileceğini söylüyor.
Geçenlerde ilginç bir olay yaşandı.
Şeyh Said ile birlikte CHP hükümetini yıkmak için ayaklanan Hasenan Aşireti, ayaklanmanın Kürt takımındandı.
Mayıs 1923’te, Erzurum’da, Azadi(İstiklal) ya da Kürt Azadi Cemiyeti adıyla gizli bir örgüt kurulmuştu.
Günümüzün PKK’sı gibi.
Hasenan aşiret reisi Halit Hüsnü Bey de bu örgütün üyelerindendi.
Hasenan Aşireti’nin günümüzdeki lideri Abdullah Atik ve aşiret mensubu 2 bin kişi törenle CHP’ye katıldı.
Abdullah Atik’e rozetini de Kılıçdaroğlu eliyle tak
tı ve geç kaldığı için Kürtçü aşiretten özür diledi.
Ne tuhaf değil mi?
Ayaklanan aşiret dedelerini asan CHP’ye geçiyor.
CHP de dedelerini astıklarını rozet takıp partiye alıyor.

ALAN memnun, SATAN memnun…
Neyse, meselemize dönelim.
Şeyh Said isyanının başarısız olmasının en önemli nedenlerinden birisi de dönemin İslam ulemalarının kendisine destek vermemesiydi..
Son asrın Silsile-i Aliyye büyüğü, bu olay kendine sorulduğunda, “ Şeyh dinle ilgili itirazlarında haklı, isyana kalkmasında ise haksız idi. Onun başlattığı isyan çok sayıda Ümmet-i i Muhammed’i canından etti.” dedi.

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ