Gündem
  • 22.10.2004 10:27

BAŞBAKANLIK İNSAN HAKLARI RAPORUNDA BAŞBAKAN'A AĞIR ELEŞTİRİLER...

 

Azınlıklar, kültürel haklar, Türkiyelilik üst kimliği gibi tartışmalı konularda değişim ve özgürlük isteyen Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK), Türkiye'deki başörtüsü sorununu görmezden geldi. Kurul, "Türkiye'de İnsan Hakları 2004" başlıklı raporunda, birçok alanda özgürlüklerin mevzuatla ve yasalarla sınırlandırılmasını eleştirirken, başörtüsünde statükodan yana tavır koydu, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının arkasına sığındı. AK Partililer de, raporun muhtevası karşısında şaşkına döndü. Özellikle Hükümet ve Meclis'e yönelik ağır eleştiriler, Başbakan Erdoğan'a yönelik suçlamalar, partide büyük rahatsızlığa yolaçtı. AK Parti kurmayları, danışma kurulunun siyaset yaptığı görüşünü savundular.
Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerinin değiştirilmesini gündeme getiren ve tartışma yaratan alanların tamamında daha fazla özgürlük talep eden İHDK, başörtüsü sorununu görmezden geldi. Üniversiteye başörtüsü ile giremeyen öğrencilerin sorununun, Leyla Şahin hakkında AİHM'in verdiği kararla çözüldüğü ileri sürüler raporda, "Üniversite öğrencisi kızlarla ilgili başörtüsü sorununun, yargı kararıyla çözümü sağlanmıştır" demekle yetinildi.
Raporda, "Vicdan, inanç ve din özgürlüğü" başlığı altında şu görüşlere yer verildi:
-İlk ve ortaöğretimde zorunlu din dersleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı'na ilişkin düzenleme din özgürlüğünü zedeliyor.
-Diyanet İşleri Başkanlığı'nın İslam'ın Sünni kesimine hizmet sunmak üzere yapılanmasına, özellikle Alevi - Bektaşi örgütleri ve Cem Vakfı yoğun eleştiriler yöneltiyor.
-Nüfus cüzdanlarında yer alan "din kaydı" Anayasa'ya aykırı.

Raporda, başörtüsü konusunda yaşanan sıkıntılar görmezden gelinerek, "Başörtüsüne ilişkin kısmi sınırlamalar, ulusal yargı organlarına ve AİHM'e göre din özgürlüğünü zedelememektedir" denildi. Başörtüsü konusunda AİHM'deki Leyla Şahin - Türkiye davasına atıfta bulunularak, şu görüş dile getirildi:
"Üniversite öğrencisi kızlarla ilgili başörtüsü sorunu, yargı kararıyla çözümü sağlanmıştır. Ancak, sorunun bunu savunanlar açısından çözümsüzlüğü, iki etmenle açıklanabilir. Birincisi, sorunun hukuk alanından çıkarılarak, daha çok siyasal bir görünüme büründürülmüş olması; diğeri ise, konuya üçlü mekân ayrımı açısından yaklaşım yerine, 'kamusal mekân' gibi genel geçer ve kaygan bir zemin üzerinde tartışılıyor olmasıdır."
Raporda atıfta bulunulan davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Leyla Şahin'in başörtüsü ile üniversiteye alınmamasında "hak ihlali bulunmadığına" karar vermişti.
KURUL SİYASETE EL ATTI
Raporun Başbakan, Hükümet ve TBMM'ye ağır eleştiriler içermesi ve "Başbakancı parlamenter rejim" kavramını ortaya atması, Kurul'un "siyasi yaklaşım sergilediği" eleştirilerini de beraberinde getirdi. Özellikle Hükümet ve Meclis'e yönelik ağır eleştiriler, Başbakan'ın tavrına yapılan özel vurgular, parti içinde büyük rahatsızlık yarattı. İHDK tarafından hazırlanan raporda, Hükümet'e ve Meclis'e yasa yapma tarzı konusunda ağır eleştiriler yöneltilerek, şu görüşler ifade edildi:
"Gözlenen şudur: TBMM'de sadece yasa tasarılarının kanun haline gelmesi söz konusu olup, yasa önerilerinin yasalaşma olasılığı hemen hemen yok gibidir. Meclis Genel Kurul görüşmelerinde verilen değişiklik önergeleri, ancak Hükûmet veya Komisyon'un oluruyla kabul edilmektedir. Önerge, muhalefet partisi mensuplarınca verilmişse kabul edilme ihtimali bulunmamaktadır. Oysa, inisiyatif hükümetten de gelse, yasa yapma yetkisi, yürütme organına değil, yasama erkine aittir. Başbakan Erdoğan, AK Parti grup toplantısında milletvekillerini, bazı davranışları sebebiyle azarlamış ve 'Bizim sevk ettiğimiz kanunları birtakım önergelerle değiştirmeye çalışıyorsunuz. Biz bunları okuyarak hazırlamıyor muyuz?' demiştir. Meclis'te oylanan bazı kanunlar hatırlanacak olursa, Başbakan'ın uyarıları doğrultusunda milletvekillerinin dokunmadıkları tasarıların, sevkedenler tarafından okunarak hazırlanmadığı, ancak Cumhurbaşkanı tarafından 'okununca' ortaya çıkmaktadır."
"BAŞBAKANCI REJİM" SUÇLAMASI
Raporda, sistemin işleyişine dair ağır eleştirilerden bir diğeri de, şöyle yer aldı:
"TBMM'de oylanmış bulunan TCK'ya 'zina suçu'nu eklemek amacıyla metnin Komisyon tarafından geri çekilmesiyle patlak veren ve anında Avrupa boyutu kazanan 'siyasal kriz', Başbakan'ın ısrarcı tavrından kaynaklanmıştır. Türkiye'nin anayasal kurumları ve iç dinamikleri krizi çözmeye yeterli olmamış, krizi yaratan kişi Brüksel'in müdahalesiyle bunalımı sona erdirmek zorunda kalmıştır. Böylece, anayasal kurumların siyasal bunalımı çözücü 'fren ve karşılıklı denge' mekanizmalarının etkisiz kalmış olması, bundan böyle siyasal krizlerin ulusal ölçekten çok Avrupa ölçeğinde çözüme kavuşturulacağı öne sürülebilir.
Hükümet, diyalog demokrasisi kavramına ve uygulamasına tamamen kapalıdır. Anayasa'nın ve yasaların ihlâli pahasına, bu tavır sürdürülmektedir.
Sonuç olarak, yasamanın hükûmet tarafından emildiği bir uygulama, rejimi Anayasa'da yazılı olan "demokratik devlet" konumundan belli ölçülerde uzaklaştırmaktadır. Erkler ayrılığına göre, Anayasa'nın öngördüğü parlâmenter rejim, önce 'hükûmetçi parlâmenter rejim' uygulamasına, son aylarda ise 'başbakancı parlâmenter rejim'e dönüşmüştür."
Rapordan diğer başlıklar şöyle:
YÜZDE 10 BARAJI
Seçimlerde yüzde 10'luk ulusal baraj, rejimi TBMM'de ortaya çıkan çoğunluğu frenleyecek mekanizmadan yoksun bırakmıştır. Yüzde 10 barajı uygulamasının oy hakkı işlevsiz bırakılıyor.
YARGI
Yargı organlarının işleyişinden kaynaklanan insan hakları sorunları öncelikle adaletin gecikmesinden kaynaklanıyor. Yargı kararlarına ilişkin bir başka sorun da gerekçe zayıflığı. Son sözü söyleyen organ olarak, yargı kararlarının hukuken tutarlı ve inandırıcı gerekçeye dayanmaması, insan haklarının örtülü ihlali anlamına gelir. Yargı organlarına ilişkin, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, kurumsal statükonun korunması, yeni ilkelerin çağdaş hukuk gelişmeleri ışığında yorumlanmasını güçleştirmektedir.
"İŞKENCE MÜNFERİD DEĞİL"
2004 yılının ilk 6 ayında 692 kişi işkence gördü. Münferid hale gelen, genel olarak işkence uygulaması değil, bazı işkence yöntemleri ya da türleridir. İşkence iddialarında cumhuriyet savcıları, yargı mensupları ve Adli Tıp Kurumu  yeterli duyarlılığı göstermiyor. Dava aşamasında da işkence sanıklarının idare tarafından korunması tutumunun devam ediyor.
İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
İfade ve basın özgürlüğü konusunda gerçekleştirilen Anayasal ve yasal iyileştirmelere karşın, mevzuatta, mahkeme kararlarında, siyasal iktidar/basın mensupları ilişkilerinde ve medya patronları/basın emekçileri ilişkileri çerçevesinde, genel olarak ifade ve basın-yayın yoluyla kullanılan ifade özgürlüğü alanında sorunlar devam ediyor.
ÖZEL VE AİLESEL YAŞAM HAKKI
Zina suçunun ihdasına ilişkin girişimler gerçekleşseydi, 'aileyi koruma' adına devlet makamlarının ve onların desteğiyle üçüncü kişilerin özel yaşam alanına giriş riski çok yüksek olacaktı. 2001 Anayasa değişiklikleri güvenceli hükümler koymasına rağmen, yasa dışı telefon dinlemeleri istisnai olmaktan uzak.
SOSYAL HAKLAR
Özellikle sosyal haklara ilişkin düzenlemeler ihmal edilmiştir. Kamu çalışanlarının sendikal hak ve özgürlüklerine ilişkin olumsuz tutum, AK Parti hükümeti döneminde de sürdü. Hükümet, AB reform paketlerinde sendikal haklara yer bile vermedi.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
İnsan hakları ihlallerinin sona ermesinin sadece mevzuat değişikliği ile sağlanamayacağı ve insan hakları konusunun devletin iç sorunu olmaktan çıktığı belirtilirken, yapılması tavsiye edilen bazı düzenlemeler şunlar:
-Parlamentoda tek partinin mutlak hakimiyetinin önüne geçmek için, seçim sistemi demokratikleştirilmesi.
- Milletvekilliği statüsüne giren kişilerin hukuk karşısında ayrıcalıklı konumdan çıkarılması.
- Adli kolluğun geciktirilmeden kurulması.
- Yargı bağımsızlığı ve güvencesini zedeleyen hükümlerin Anayasa'dan ayıklanması.
- Devletin kurumlarının, organlarının ve her düzeydeki görevlinin 'yasallık ilkesi' dışına çıkmasının önlenmesi, devlet organlarının çeteleşme şaibesinden kurtarılması.
-Güneydoğu'da 'köye dönüş projesi'nin bir an önce uygulamaya konulması.
- Yeni bir Anayasa'nın hazırlanması.

Kaboğlu nasıl seçildi?
23 Kasım 2003 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan yönetmelik ile kuruluşu ilan edilen İnsan Hakları Danışma Kurulu, 78 üyeden oluştu. Yönetmelikte, üyelerin hangi kurumların ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinden oluşacağı tarif edildi. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı bünyesindeki Üst Kurul tarafından üyeler belirlendi. Bu çerçevede Kurul oluşturuldu. Atamalarda hükümetin ya da bir başka organın etkisi olmadı. Prof. İbrahim Kaboğlu, Kurul'a akademisyen kontenjanından girdi. Daha sonra Kurul üyelerinin kendi içlerinde yaptığı seçimle, Anayasa Hukuku Profesörü olması sebebiyle Kurul Başkanlığına seçildi. Kaboğlu'nun İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanlığı'nı da yürütmesi, bu seçimde etkili oldu.

(D.B. TERCÜMAN)

Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:08

İLGİLİ HABERLER