Gündem
  • 16.4.2012 10:41

Bülent Ecevit'in "Alevi" sırrı

Cafer Solgun’un “Gayriresmi Cumhuriyet/Türkiye’nin Resmi İdeolojiyle İmtihanı” raflardaki yerini aldı.

Solgun kitabında Cumhuriyet’in ‘resmi’ ve ‘öteki’ gerçeklerine ayna tutuyor.

Araştırmacı-yazar ve Yüzleşme Derneği Başkanı Cafer Solgun, Alevilerin Kemalizm’le İmtihanı, Dersim/Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor adlı kitaplarının ardından, Gayriresmi Cumhuriyet/ Türkiye’nin Resmi İdeolojiyle İmtihanı’nı okurlara ulaştırdı.

RESMİ İDEOLOJİNİN ANALİZİ

Solgun, kapsamlı bir resmi ideoloji analizi yaptığı yeni kitabında, görüşlerini temellendirdiği belge ve olgularla Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi ile Türkiye gerçeklerinin nasıl ve ne şekilde karşı karşıya geldiğini ortaya koyarken, ‘yeni anayasa’ tartışmalarının hangi minvalde yürütülmesi gerektiği konusunda da hayli iddialı bir güzergahın önünü açıyor.

Kitapta ülkemizin en önemli ve yakıcı sorunu olarak tanımlanan Kürt sorununun kaynağı, açık ve kapsamlı bir şekilde ortaya konulurken Alevi toplumuna ‘dışarıdan’ atfedilen rollerin hiçbirmesnedinin bulunmadığı gözler önüne seriliyor. Cafer Solgun’un kitabında yer verdiği ‘öteki cumhuriyet portreleri’ ise okuyucuyu hayli düşündürücü bir Türkiye tablosuyla yüzleştiriyor.

KÜNYE:

Yazarı: Cafer Solgun

Türü: İnceleme araştırma

Sayfa sayısı: 319

Basım: Mart 2012

Yayınevi: Timaş Yayınları

KİTAPTAN SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER

'Kız gibi meclis'


Milli Mücadele'yi yürüten meclis, aynı yıl tasfiye edildi. Lozan'da yürütülen müzakerelere karşı sergilenen muhalefet, Mustafa Kemal'in tek başına isim isim belirlediği yeni meclis bileşimi ile birlikte aşılmış oldu. Mustafa Kemal, "dikensiz gül bahçesi" oluşturmak üzere yaptığı hazırlık için, "kız gibi bir meclis" benzetmesini yapmıştı.(sf.24)

Demokrasi nasıl bir şey?

Süleyman Demirel türü politikacılar yıllarca aldattıkları seçmenlerine "Seçimler zamanında yapılıyor mu? Yapılıyor. Meclis açık mı? Açık. Memleketin başında bir hükümet var mı? Var," şeklinde konuşmalar yaparak, Türkiye toplumunda bir demokrasi bilinci gelişmesinin önündeki engeller oldular. Demokrasiyi "böyle bir şey" sanan kuşaklar yetişmesine sebep oldular. Demirel mantalitesiyle demokrasi, sıkı sıkıya yasaklarla örülmüş yasalara göre kurulmuş partilerin var olduğu, bu partilerin son derece eşitsiz şartlarda seçimlere girebildiği, meclisin açık olduğu ve o meclisten çoğu zaman kırk türlü hile ve ahlaki olmayan yöntemlerle bir hükümetin çıkarılabildiği bir rejimdi.(sf.31)

Resmi ideoloji muhalifi sevmez

Kemalist resmî ideolojinin karakteristik özelliklerinden birinin "şartlara uyma" yeteneği olduğunu biliyoruz. Pragmatiktir. Resmî ideolojinin güvencesi, devlet aygıtı ve ordu merkezde duran konumunu koruduktan sonra, "her şey" olabilir. Fakat olunması gereken "şey," mutlaka kontrol altında olmalıdır. "Muvazaalı" olmalıdır. Sadece kendisine verilen rolü oynamalı ve "dahası" olmaya tevessül etmemelidir. Resmî ideoloji, "muhalefet" sevmez. Ama muhalefetin gerekli olduğu bir durum hasıl olursa, "göstermelik" bir muhalefet örgütlemekten de geri durulmaz. Değil midir ki "gerekli" olmuş ve Sovyetler Birliği'nin desteğini sürdürmesini sağlamak için 1921 yılında "resmî" bir TKP bile kurulmuştur.(sf.124)

'Hür ülke'nin tuhaf bakanı

1929-30 yıllarında Ağrı'da patlak veren isyanın bastırıldığı günlerde, İstanbul Barosu'nun hala her sene adına "hukuk ödülü" verdiği, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Ödemiş'te halka hitaben yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: "Biz Türkiye denen, dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı: dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler."(sf.193)

Türkçülüğü devletleştirdi

"Milli Mücadele" yıllarında bir "Kürt sorunumuz" ve dolayısıyla "inkâr ve asimilasyon" çabası yoktu. İttihat ve Terakki'cilerin geliştirmeye çalıştıkları etkili olmaktan uzak kalmış bir "Türkçülük" ideolojisi vardı elbette. Ama bu anlayış henüz sistemli bir politika olarak uygulanıyor değildi. Bunun için Türkçülüğün "devletleşmesi" gerekiyordu ve bunu gerçekleştiren de Mustafa Kemal oldu.(sf.216)

Darbeciler kendilerini ödüllendirdi

Türk Tarih Kurumu'nun Mustafa Kemal'in kuruluşuna önayak olduğu, mirasından pay ayrılmasını vasiyet edecek denli önem verdiği bir resmî ideoloji kurumu olduğu bilinmektedir. 12 Eylül darbecileri tarafından Türk Dil Kurumu ile birleştirilerek "T.C. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu" adıyla yeniden yapılandırılmıştır. (...) Bu kurumun yakın geçmişte sesini duyurduğu en önemli etkinliği, herhalde, "Atatürk Uluslararası Barış Ödülü" olmuştur. (...) 1986 yılında verilmeye başlanan "Atatürk Uluslararası Barış Ödülü"nün ilk sahibi, eski NATO Genel Sekreteri Joseph Luns olduÖ Ödül, 1990 yılında Kenan Evren'e verildi; evet, bildiğimiz, tanıdığımız Kenan Evren'eÖ(sf.240-241)

Kur'an tefsirinde ilginç tercih

Mustafa Kemal'in Diyanet İşleri Başkanı olmaya ilk "memur" ettiği kişi, Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi, 1941 yılına kadar bu görevi ifa etmiştir. Börekçizade Mehmet Efendi'nin bu göreve atanmasında, hiç kuşkusuz, "Milli Mücadele" yıllarında Mustafa Kemal'den yana saf tutmuş olmasının ve özellikle de İstanbul'daki Şeyhülislam'ın Mustafa Kemal ile ilgili fetvalarını "hükümsüz" ilan eden karşı fetvalar hazırlanmasına öncülük etmesinin önemli bir payı vardır. Mustafa Kemal, herhalde bir başka din adamına kolay kolay Kuran'ı sipariş ettiği ölçülere göre yeniden "tefsir" etme görevi veremezdi.(sf.250)

Osmanlı'nın yapmadığını yaptı

Osmanlı'nın "resmen" yapmaktan uzak durduğunu Cumhuriyet yapmış ve "devrim," "reform" adı altında "gericilik," "feodalite," "irtica" ve "mürtecilik" saydığı Aleviliği "resmen" yasaklamıştır. Evet; "irtica" deyince daha çok Alevilerin "hassas" oldukları bir damara basılmış olduğu düşünülüyor. Ama cumhuriyeti kuranların gözünde Aleviler (de) yıllardır son derece keyfi ve sübjektif anlamlar yüklenerek kullanılan bu kavram ve kategori içerisinde görülüyor, değerlendiriyorlar. (sf.256-257)

Edebiyatçılardan büyük iftiralar

Alevilerle ilgili birbirinden alçakça, rezil ve iğrenç "cinsel sapkınlık" hurafelerinin yer aldığı "edebiyat" eserleri içerisinde Yakup Kadri'nin Nur Baba, Refik Halid Karay'ın Kadınlar Tekkesi, Reşad Nuri Güntekin'in Tanrı Dağı Ziyafeti adlı romanları da vardır. Bu romanlar, Milli Eğitim Bakanlığı'nın "tavsiye ettiği" kitaplar olmuş, bazıları tiyatrolarda da sahnelenmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Nur Baba'sında sözde bir Bektaşi tekkesindeki olaylar anlatılmakta, bu tekkenin "şeyhinden" hareketle Aleviler karalanmaktadır. Roman, kitap olarak basılmadan önce 1922 yılında Akşam gazetesinde tefrika edilmiş. Bu roman ve anlattıklarıyla, Mustafa Kemal'in hayli ilgili olduğunu ortaya koyan anlatımlar var. (sf.262-263)

Aleviler CHP'yi değil Ecevit'i destekledi

Bülent Ecevit'in "ortanın solu" adını verdiği yeni bir politik konsept ile ortaya çıkıp "Milli Şef" İsmet İnönü'yü CHP Genel Başkanı koltuğundan etmesinin ardındandır ki Aleviler kitlesel olarak CHP'ye destek vermeye başlamışlardır. Alevilerin desteklediği CHP, "Halkçı Ecevit," "Hakça Düzen" gibi en genel manasında "sol" sloganlarla kamuoyu önüne çıkan CHP'dir. 90'lı yıllarda olduğu gibi statükonun yılmaz savunucusu rolüyle aslına rücu eden CHP değil. Bu durum, Alevilerin CHP ve Kemalizm'le sorunlu ilişkilerini doğru anlamak bakımından üzerinden kolayca atlanamayacak bir önem taşımaktadır.(sf.272)

İlk kez normalleşiyor

Bu kitabı yayına hazırladığım günlerde izlediğim bir tartışma programında, Kemalist hassasiyetleri ile bilinen bir akademisyen hanımefendi, diğer tartışmacılara isyan edercesine "Her şeyin altında Mustafa Kemal Atatürk'ü arıyorsunuz," gibi bir laf etti. Konu, yeni anayasa idi. Olumlu anlamlar yüklenerek her taşın altında Mustafa Kemal'i aramak serbest ama eleştirel bir yaklaşım söz konusu olduğunda, bu, derhal tepkiyle karşılanıyor. Hiç kuşkusuz ortada hükmünü sürdüren bir zihniyet söz konusu olmasaydı, Mustafa Kemal'in tartışılması hem yersiz olur hem de bunu yapanın aklından kuşku duyulurdu. Türkiye'nin ilk
defa "normal" ve "olağan" bir yolla yeni anayasa yapıyor olması, kanımca, en çok Kemalizm'in tartışılmasını gerekli kılmaktadır.(sf.286)

HAZIRLAYAN: ERDAL DOĞAN-BUGÜN GAZETESİ

Güncellenme Tarihi : 22.3.2016 18:45

İLGİLİ HABERLER