Yaşam
  • 27.7.2009 06:15

HINCAL ULUÇ YATAĞINA GİREN SEZEN AKSU'YU OKŞAYINCA!..

"Adnan Polat neden hala Adnan Sezgin gibi bütün Türkiye'nin, hatta dünyanın nefretini kazanmış bir adamı ısrarla Galatasaray'ın başında tutuyor, anlayabilmiş değilim..."

Seksenli yılların başında Erkekçe dergisini çıkarırken Mehmet Y. Yılmaz ve Ali Kocatepe ile aynı evi paylaşıyordunuz. Sen eski eşin Holly ile evlisin ama o Ankara'da yaşıyor... O evde yaşadığınız çok matrak bir Sezen Aksu öyküsü vardır, anlatsana...

Holly hafta sonları geliyor, sonra Ankara'ya dönüyordu. Pazar akşamı onu Haydarpaşa'dan trene bindirdim, yorgun argın geldim yattım. Ben uyuduktan sonra Sezen gelmiş. Ali ile Mehmet, "Gel şuna bir oyun yapalım" demişler. Ben uyurken onu yatağa sokmuşlar. Üç gecedir ben o yatakta Holly ile yatıyorum.

Holly'nin boyu ne kadar?
Bir seksen. Ben uyku sersemi sarılmışım, aşağıya doğru okşarken birden Holly yarısında bitti. Anladım ki yatakta başka biri var. Bir tekmeyle attım yataktan... Aşağıdan bir ses geldi. "Aşağılık herif... Ulan sen koskoca Sezen Aksu'yu nasıl atarsın yataktan..."

Fatih Altaylı ve Mehmet Yılmaz'ın Gelişim Yayınları'nda yöneticisiydin. Biri Gelişim Spor'un, diğeri Erkekçe'nin yazıişleri müdürüydü...
Mehmet Yılmaz, Mehmet Ali Kışlalı'nın yanında başlamıştı. Fatih, Cumhuriyet'te bana sövüyordu ama iyi sövüyordu. İyi söven adama ihtiyacım vardı.

Başlangıçta her ikisinin de bugün, böylesine başarılı gazeteciler olacağını tahmin etmiş miydin?
Neden onlara bu kadar kısa zamanlarda bu kadar büyük görevler verdim? Benim sağ kollarımdı, "Yetenekliyiz" diye bağırıyorlardı.

Ve hala iyi dostsunuz...
Fikirlerimiz bazen çatışır ama dostluğumuzu etkilemez. Ne demişler, 'Barikaya hakikat müsademeyi efkardan doğar!'

Ben bir tek 'efkar' bölümünü anladım.
'Gerçek güneş fikirlerin çatışmasıyla doğar' demek...

Eğer Sabah'tan ayrılsan hangi gazetede yazmak istersin?
Beni yazdığımda özgür bırakırlarsa, her gazetede çalışırım. Bazı dinci veya bir misyon için çıkarılan gazetelere gitmem sadece.

Gelelim hakkında en çok eleştiri aldığın konulardan birine. "Hıncal hiçbir yerde hesap ödemez, gittiği yerin reklamını yapar" diyorlar. Gerçekten hesap ödemiyor musun?
Hesap da ödemem, oturduğum yerin reklamını da yaparım! İstediklerini söylesinler umurumda değil. "Ben gittim, yemek yedim, çok güzeldi, hesabı da ödedim" diye yazmak komiklik ve acizliktir. Zaten bir gazetenin yazarı, bir yemeğe, bir uçak biletine kendisini satarsa bu iş bitmiştir.

Peki ya uzak diyarlara davetler?
Kuzey Kutbu'na davetli gitmiştik. Bana cazip gelen şey, kutupta ren geyiklerinin ve eskimo köpeklerin çektikleri kızakla gezilecek olmasıydı. Oraya gittiğimiz zaman firmanın temsilcileri bu turların iptal edildiğini söylediler. Ben, "Türkiye'den bunun için geldim. Bu kızaklara binilecek" dedim. Ertesi gün ne yaptılar ettiler, kızakları hazırladılar. Aynı gezide Aykut Işıklar da vardı. Dönünce şöyle bir yazı yazmış: "Davetli gitmişsin, bedava gitmişsin, adamlar seni Finlandiya'ya kadar götürmüşler, bir de kafa tutuyorsun."

Eh.. Yalan da değil...
Ben de cevap yazdım: "Benim o daveti kabul etmem onların bana lütfu değil, benim onlara lütfumdur. Ben oraya gidecek maddi güce sahibim. Benim aldığım davet sayısı bin, kabul ettiğim davet sayısı bir. Oraya giderek ben lütfediyorum. Onun için bana verilen sözlerin yerine getirilmesi lazım. Ayrıca beni davet ettiler diye, yazımın değişmeyeceğini beni okuyan bilir. Başka şey düşünen de umurumda değil... Eğer okuyucu bir gazetecinin bir bedava yemek için yazı yazabileceğini düşünüyorsa gazete almasın.

"Sen neymişsin be abi" dedirtecek kadar her şeyde en iyisi olduğunu hissettiriyorsun. Bu megalomani mi?
Yıllar önce Aktüel dergisinden geldiler aynı soruyu sormak için. "Türk megolomanları" diye bir yazı hazırlıyorlarmış. Kadir İnanır filan...

Kadir, senin yanında çömez kalır.
Muhabir arkadaş, "Türk megalomanlarını yapıyoruz başında siz geliyorsunuz ne dersiniz?" dedi. "Tamamen yanlış, ben megaloman değil, megalo'yum" dedim. Dondu kaldı (ve ünlü kahkaha patlıyor)...

Vatan gazetesi kurulurken bütün yakın arkadaşların ve gazetenin en kaymak tabakası oraya gitti. Sabah battı batacak bir durumdaydı. Bütün ısrarlara rağmen sen gitmedin. Neden?
Ben hiçbir yeri terk etmedim. Gidenler benim dostlarımdı ama kalanlar vardı bir de... Yüzlerce insan ve ertesi gün çıkıp çıkmayacağı belli olmayan bir gazete. O gün, insanların gözlerindeki o umutsuzluk ifadesini görünce onlara meşaleyi tutacak birinin olması gerektiğini anladım. "Ben gitmiyorum arkadaşlar, size de hiç bir şey olmaz" diyecek biri lazımdı.

Bu da tabii Hıncal Uluç oldu...
Tabii. Başka türlüsü düşünülebilir mi?

Düşünülemez megalo ağabeyciğim. Ama o dönem rahmetli Ercan Arıklı da çok ısrar etmişti.
Ercan beni çok ikna etmeye çalıştı. Bana bu konuyu açma dedim. Bir hafta sonra Mudo (Mustafa Taviloğlu) Ercan'dan bir zarf getirdi. Ağzı kapalı. "İçinde ne yazıldığını biliyorum, açmayacağım, kütüphaneye koyacağım. Ercan'a böyle söyle" dedim.

Açmadın mı?
Hayır. Ercan'ın öldüğü günün akşamı açtım. Aynen tahmin ettiğim gibiydi.. O gün açıp okusaydım, Vatan'a gitmem gerekecekti. "Hıncal buraya gel, sana ihtiyacım var" yazıyordu "İhtiyacım var" dediği andan itibaren akan sular durur. Beni İstanbul'a getiren ve bütün imkanları önüme seren oydu. Ercan'ın ihtiyacı varsa iki elim kanda olsa gitmem lazım.

Peki kimilerinin seni "faşist" olarak nitelemesini neye bağlıyorsun?
Bunlar beni için için çok mutlu ediyor. Düşüncelerine cevap veremedikleri için başka türlü saldırıyorlar. "Arda, bu saçlar sana yakışmamış, böyle tarama" diye yazıyorum. Sen bana "Mankenlerle geziyor" diye cevap veriyorsun. Benimle ilgili eleştirilerde, söylediğim fikirlere en ufak bir yanıt yok... Başka şey yazıyor. "Faşisttir" diyor Neler dediler? Ne eşcinselliğim kaldı ne iktidarsızlığım...

Hangi köşe yazarını severek okuyorsun?
Kendi gazetem için hiçbir şey söylemem. Sıralamaya da sokmam ama hepsini okurum. Dışarıdan Ahmet Hakan'ı keyifle okurum.

Aranızdaki atışmalara rağmen. Geçen gün sana bir barış dalı uzatmış
Ahmet nihayet anladı. Kendisine söyledim de "Senin okunmak için bana bulaşmana gerek yok" dedim. Öyle bir anlayış var. Hıncal'a bulaştın mı çabuk yol alıyorsun. Ahmet'in buna ihtiyacı yok. Ertuğrul Özkök'ü çok zevkle okuyorum. Oray Eğin'i okuyorum, zaman zaman kızsam da. Kızdığım zaman da fırçalıyorum.

Ama Oray, sana karşı dikkatli yazıyor...
Samimiyetimi anladı. Genç ve yetenekli ama zaman zaman ölçüyü kaçırıyor. Gençken ben de öyleydim. Ona hoşgörüyle bakıp, bir ağabey gibi yardımcı oluyorum. Eleştiriyle-kırıcılık arasındaki sınırı kıramadı hala.

Klasik soruyu soralım. Bu Galatasaray'ın durumu ne olacak? Bu sezon yapılan işler geçen senekinden daha mı mantıklı mı?
Çok iyi işler yapıldı. Ama Adnan Polat ile Adnan Sezgin arasındaki yakınlığı anlayabilmiş değilim. Neden Polat, hala Adnan Sezgin gibi bütün Türkiye'nin, hatta dünyanın nefretini kazanmış bir adamı ısrarla Galatasaray'ın başında tutuyor?

Adnan Sezgin'e bu husumetin sebebi ne?
Çok kötü bir yönetici, Florya'ya ayak basmaması gereken bir adam, Galatasaray'ın başında olduğu sürece Galatasaray için hiçbir tahminde bulunamam.

(takvim)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 16:04

İLGİLİ HABERLER