Yaşam
  • 19.7.2009 14:56

İDİL’LE ALPEREN BAŞKANI’NIN FOTOĞRAFINI GÖRÜNCE GÜLMEKTEN KOLTUKTAN DÜŞTÜM

Daraldım. Sanatlarıyla sadece bizleri değil dünyayı etkileyen isimlerle sadece Türkiye’nin kaba meselelerini konuşmaktan. Orhan Pamuk’un romanı çıktığında kitabını değil de hakkında söylenenleri yorumlamaktan. Ömründe kitap okumamış adamların gürültüsünde sesimi duyuramamaktan... Daraldım, Fazıl Say gibi bir müzisyenin laiklik kaygısının küçümsenmesinden. Onunla insanoğlunun dinmeyen yalnızlığı, müziğin bu yalnızlığımızdaki yerini konuşmak yerine Alperen Ocağı’nın protestosuna saplanıp kalmaktan. Kendisiyle Doğan Kitap’tan çıkan “Yalnızlık Kederi” isimli kitabından hareketle yılın yarısını yollarda geçirişine, zorunlu yalnızlığına ve müziğine, ödüllerine bir türlü sıra gelememesinden...
Çünkü bu röportaj öyle oldu. Zira ben kitabın kapağındaki harika fotoğrafa takılıp kalmıştım. Fazıl Say’ı bir çırpıda anlatan bir fotoğraftı bu. Onun sanatına gösterdiği emeği, saygıyı, sadakati, sevgiyi, sabrı anlatan... Ne yazık ki, daha ne olduğunu anlamadan Türkiye ve sorunları yine bir dağ gibi çıktı karşımıza. Zaten gündemde Alperenler’in protestosu varken, şimdi kimin dikkatini çekerdi “klasik müziğin faydaları!” Ne yazık ki durum bu! Ama galiba, bizim asıl büyük yalnızlığımız da bu!


Halil Berktay araştırmadan yazıyor 301’e karşı ilk imzayı atan benim

Son yıllarda konserlerinizden çok politik çıkışlarınızla gündemdesiniz. Bu sizinle ilgili önyargılar mı doğurdu? Çünkü kitabınızda kızınız Kumru’ya yazdığınız mektuplarda “Ben söyledikleri gibi biri değilim” deme ihtiyacı duyuyorsunuz.
Bu mektuplar birer belge niteliğinde. Onları yazarak ve kitaba koyarak kendimi aklamaya çalışmadım. Çünkü bilinçsizce, araştırmadan ve yanlış verilerle hakkımda yazılan yazıların sayısı her geçen gün daha da artıyor. Özellikle internet ortamında... Mesela Taraf Gazetesi’nden Halil Berktay diyor ki, “İslamcılığın artmasından endişe duyan Fazıl Say, 301. madde konusunda hiçbir hassasiyet gösterememiştir.” Bu tamamen yanlış bir bilgi! Çünkü 301. maddenin değiştirilmesi için hazırlanan bildiriye ilk imzayı atan benim. Orhan Pamuk da şahidimdir çünkü o gün yanımdaydı. Oral Çalışlar da vardı. Halil Berktay Orhan Pamuk’un dostu. Orhan Pamuk 301. maddeden yargılandığı gün çıkışta kızı Rüya ile benim CRR’deki konserime gelmişti. Orhan, kızı Rüya, ben ve benim kızım Kumru’nun hep birlikte çekilmiş fotoğrafı bile vardır. Ama buna rağmen, Halil Berktay’ın bu sözü üzerine neredeyse 70 makale yazıldı. Bu kitapla bu tür çıkış noktası yanlış olan şeyleri tutmak istedim. Araştırmadan yazılan yanlış bilgileri düzeltmek, tarihe not düşmek istedim.

Sizce bu tür bilgi yanlışları neden oluyor?
Maalesef medyamızda journalizm işlemiyor. Bir cümlem üzerine yazıyorlar, ama yazının tamamına bakan yok. Bu da internette büyüyen dalgalar oluşturuyor. Bir de şu var: Ben bazı kesimlere asla yaranamam. Yani II. Cumhuriyetçi ve dinci kesimlere. Mesela bir gazetede çıkan “Fazıl Say, ECHO ödülünü aldı” haberinin altında “Fazıl Say, gitsin” diye bir yorum çıkabiliyor. Oysa ECHO, klasik müziğin Nobel’i gibidir, en büyük CD ödülüdür. Ya da “İyi müzik yapıyor ama siyaset konuşmasın” deniyor. İnanılmaz faşizan ve emredici bir üslup bu! O yüzden ben bu taraflara, bu kesimlere asla yaranamam ama yumuşatabilirim. Çünkü internetteki o ağır yazıların çoğu yanlış bilgilerle yazılmıştı.

Orhan Pamuk evime yemeğe gelirdi ama bir yıldır pek görüşmüyoruz

Disiplinli yaşıyor ve çalışıyorsunuz. Bu noktada, Orhan Pamuk’la benzeşiyor musunuz? O da disiplinli çalışır, her gün kaç sayfa yazacağı bile bellidir.
Tanışırım Orhan Pamuk’la. Sevdiğim kitapları oldu, “Beyaz Kale” ve “İstanbul.” Sevmediklerim de oldu, kendisi bilir. Yine kendisi bilir; “İstanbul”u Türkçe başlayıp Almanca çevirisi ile bitirmiştim. Daha güzeldi ve benim de Almancam iyidir. Kitabın çevirisi çok iyiydi. Hatta bu kitabımı o çevirmenin çevirmesini istiyorum. Orhan Pamuk siyasi konularda “Ben burada aynı düşünmüyorum” diyebilen, bu şekilde davranabilen biri. Ben de öyleyim. Birbirimizi haklı bulmadığımız konular oldu. Sonra biraz kopukluklar oldu, bir yıldır görmüyorum Orhan Pamuk’u. Daha önce daha sık görüyordum. Mesela bu evde çok yemek yemişliğimiz vardır.

Özlüyor musunuz?
O kadar içsel bir yakınlaşma istememiştim. Orhan Pamuk da bir dünya sanatçısı. Bir yazarın tabii ki sadece Türkiye’ye hitap eden bir yazar olması ile dünyaya hitap eden bir yazar olması arasında ciddi fark var. O da yazısına yansıyor. Biz Türkler Orhan Pamuk yazısını soğuk buluyoruz çünkü alışılmışın dışında. Ama alıştığımız yazı da dünyaya hitap etmiyor olabilir. Mesela Nazım’ı bir Alman’ın anlaması çok zor... Çok fazla Türk ismi, deyimi, şehri var... Orhan Pamuk ise bu konuda çok dikkatli. Ancak dört-beş sayfada bir Nişantaşı kelimesi çıkar karşımıza. Çünkü ne bilecek bir Alman Nişantaşı’nı. Endonezyalı değilsiniz ve okuduğunuz kitapta sürekli Endonezya’nın bir mahallesinin adı geçip duruyor. İnsanın kafası karışır.



Mahler dinleyen, Orhan Gencebay’ı pek beğenmez

Bundan beş-altı yıl önce, liberallerle, hakkınızda önyargılar uyandıracak bir ihtilaf yoktu.
Yanılıyorsunuz, vardı. Çünkü onların Cumhuriyet’le problemleri var. Dolayısıyla Cumhuriyet’in yaptığı iyi şeylerle de... Mesela konservatuvarın kurulması Cumhuriyet Türkiyesi’nin yanlış atılımlarından değildir. Ama II. Cumhuriyetçiler kendi müzikleri olarak arabesk müziği, karşı müzik olarak da klasik müziği gördüler. Çok yanlış şeyler bunlar. Müzik ayrımcılığı yaptılar. Hem de 1930’da olmuş falanca şey için bize müzik ayrımcılığı yaptığımızı söyleyerek.

Siz arabesk müzik dinler misiniz?
Bir klasik müzikçi arabesk müziği de teknik dinler, kulakla. O yüzden Mahler dinleyen adamın Orhan Gencebay’ı çok beğenmesi mümkün değildir. Arabesk müzik, onun yanında primitif bir öğe kalır. Einstein seviyesindeki profesörlerin konuları ile ilkokul matematiği arasındaki uzay farkı gibi.

Bunu şöyle görsek olmaz mı; Dostoyevski büyük yazardır ama insan arada beyaz dizi de okumaktan keyif alır...
Hayır, “Dostoyevski de yazar, Ahmet Hakan da” diyemeyiz. Hayatta böyle bir şey yok.

Ama bir şey dememiz gerek. Kulvarlara, liglere mi ayırmalı?
Mersin İdman Yurdu Erkut Spor’la Real Madrid’i kulvarlara ayırmak gerekmez, çünkü sporda ligler vardır. Bu da skorlarla belirlenebilir. Ama sanatta bu yok. Sanatta ise dokunuşlar var, onun kuvveti var. Dostoyevski, Beethoven gibi adamlarda bu vardır. Ahmet Hakan’ın herhangi bir yazısını çevir ve Çek bir adam okusun hiçbir şey anlamayacaktır. Yani dokunamayacaktır.

Kitabınızdaki “Resital” bölümü sizin mesleğinize verdiğiniz önemi çok iyi özetliyor. Yılın yarısında yurt dışında geçirilen bir hayat, alelacele içilen kahveler, otel odaları, ağır çalışma tempoları. Ama müziğinizin ardında bu kadar büyük bir disiplinin olduğu bilinmiyor. Bu size umutsuzluk veriyor mu?
Bundan ötürü bazen sıkıntı basıyor. Başkaldırılarım da o yüzden. Ama bunu anlamadıkları için de yanlış çıkış yapmış oluyorum. İnsanlar bütün gün oturayım, iki gün piyano çalayım o zaman piyanist olurum, sanıyor. Oysa ardında emek, özveri, sevgi, sadakat, hem de yıllar süren bir sadakat, sabırla beklemek, bir hayat konsantrasyonu var. Ama bunlar yok sanılıyor. Bunu medya böyle yaptı. Güzel kadın, manken... Şarkı da söylesin, yazı da yazsın... O zaman da şarkı söyleyen müzisyen oldum diyor. Üstelik tanınırlığı İdil Biret’i de geçiyor.

Herkesin İdil Biret ya da Fazıl Say olmasını bekleyemeyiz. O zaman sizler özel yetenekler olmazdınız. Beklediğiniz ne, saygı mı?
Saygı falan beklediğim yok. Geçilmiş yolu anlayamıyorlar, bunu görmüyorlar. Dokunduğum yerde dokunduğumun hissedilmesini isterim. Elini uzatmışsın, karşıdaki adam bunun farkında bile değil. O yüzden projelerim var. Anadolu’ya gidelim, bir sistem kuralım istiyorum. Sanatçı için bir çark olsun. Sistem yaratan değil, parçası olayım istiyorum. Erzurum’a gittiğimde bir orkestra olsun, onunla diğer dört ilde konser verebilelim. Ne yazık ki Türkiye’de sanatçıyı taşıyacak bir çark düzeni yok. Bunu yarım kalmış Cumhuriyet yapamadı.

Beni endişelendiren Vakit değil Erdoğan ve Gül’ün bu gazeteyi okuyup yazarlarını uçağına alması
Alperen Ocakları’nın İdil Biret’in konserine yönelik tepkilerini, işin tatlıya bağlanmasını nasıl yorumluyorsunuz?
İdil Biret Alperen Ocakları ile buluştu, barıştı... Ondan sonra da “Organizatör ne yapar bilmem, ben piyanomu çalarım. Konserimi veririm” dedi. İyi tamam, çünkü bu o. Ama ben o değilim. Beni ilgilendiren de iyi çalmak ama ben besteciyim de. Burada yorumcu ve besteci arasındaki fark etkili oluyor. Nazım Hikmet’le uğraştım, Metin Altıok’la uğraştım. Bu kitapta dört sayfa Metin Altıok dizeleri var.
Bu adamda içsel bir şey bulduğum için uğraştım. Yani bestecinin konumu farklı. Ayrıca hayaller de farklı. Ben beş bin kişilik Aspendos kitlelerine konser veriyorum. “Erzurum, Kars, Adıyaman konserlerim olacak” diyorum ama İdil bunu demiyor. O, bir konsere davet ediliyor ve gidip çalıyor. İyi çalmak istiyor, o kadar! Böyle bir olay olduğunda da o yüzden şoka uğruyor. Arkasında da hakikaten politika da polemik de yapmıyor.

Bu tavrını nasıl buldunuz?
O İdil’in tavrı. “Ben olsam ne olurdu”yu bilmiyorum.

Olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Vakit Gazetesi’nin haberlerini, protestoyu?
Vakit Gazetesi benimle ilgili üç hafta özel sayı yaptı. Yani onlar böyle şeyler yapar. Oradaki insanları Almanya’daki yıllarımdan tanıyorum. Kaldığım yurtta vardı, o tipler. Tehlikelidirler, baskıcıdırlar. Beni burada endişelendiren Vakit Gazetesi’nin bu tür yayınları değil. Beni asıl endişelendiren, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün onları uçağına alması, o gazeteyi okuyor olması. Çünkü onun yüzde 47 oyu var.


Metin Altıok’un Sivas’ta öldürülmesinden ötürü 16 yıldır acı çekiyorum


Alperen Ocakları’nın İdil Biret’ten özür dilemeye gitmesini nasıl karşıladınız?
Sabah gazetede fotoğrafı gördüm, kahkaha atmaktan yere düştüm. Çok komik fotoğraflar. İdil Biret, yanında adam, oturmuşlar. Bayağı komikler, karikatür gibi... Sonra adam, “Bizim gençler biraz fazla celallenmiş” gibi laflar ediyor. Evet, Madımak’ta biraz daha celallenmişlerdi. Ama kötü... Biraz daha dellenselerdi ne olacaktı? Bir de bir şarap içilmesi niye önemli anlamadım. Gerçekten. Ben bunu umursamıyorum. İlgimi bile çekmiyor. Ama bazı insanlar tahrik oluyor. Neden? Veya niye ben Metin Altıok’un ölmesinden ötürü 16 yıldır acı çekiyorum da bazı insanların bu umurunda bile değil. Ne kadar farklı yerlerdeyiz aynı ülkede. Birimiz Çin’de, birimiz Brezilya’da değiliz. Aynı ülkedeyiz, yeter artık... Aslında ilginç ve tahrik edici de bir durum. Yaratıcılığa yön veren... Ama yaşaması çok çok zor...



Bakın onlar özür diledi Kültür Bakanı da benden dilesin


Kültür Bakanı’nın Alperenler’le ilgili “ilkel yaratıklar” kelimesini içeren bir açıklaması oldu. Nasıl buldunuz?
Onu sevmiyorum ki, bu konuda bir şey düşüneyim. Önce özür dilemesini bekliyorum. Frankfurt Kitap Fuarı’nda Nazım Hikmet Oratoryosu’nu koymuştuk. Ama bir baktık, değiştirilmiş, hem de bize söylenmeden. Olup biteni gazeteden okuduk. Sonra Bakan, “Nazım Hikmet’in sırtından para kazananlar” diye laf etti. Bu insanın canını acıtıyor. Kültür bakanı bu lafı ettiği için çok ucuz bir adam. Benim tavrım çok net: Asıl Beethoven’ın sırtından 40 katını kazandım! Buna ne diyecek! Benim de sırtımdan 40 katını kazanan 80 yaşında bir Alman piyanist var. Nazım’ın sırtından kendi de para kazandı, Kültür Bakanı olduğu için. Bütün bunlar ucuz dengeler. Buradan dönmesi gerek. Bakın, Alperenler bile özür diliyor, o da dilesin.

Tüm bunlar sizi nasıl etkiliyor? Mesela başka bir ülkede yaşasaydınız daha üretken ya da tam tersine daha ruhsuz olur muydunuz? Bundan kastım “Gidecek misiniz” geyiği değil...
Evet, burada daha ruhlu bir yapıya kavuşuyor olabilirim. Bu keşmekeşte. Ama bazen uzaklaşmam da gerekiyor. Çünkü durulaşmak da lazım...


Kitabımı Baykal’a göndereceğim


Laik söylemlerinizden ötürü sadece AKP’ye eleştiri getirdiğiniz gibi bir imaj var. Ama Deniz Baykal’ı da bir mektupla eleştirmiştiniz. Kitapta bu mektup da var.
Benim tipimdeki bir insan Türkiye’de hangi partiye oy verir. Mantıklı düşünelim: Yaşam biçimim ve görüşümden ötürü AKP’ye kesinlikle oy veremem. MHP’yi aşırı sağ buluyorum, DTP bir etnik parti, Saadet Partisi ise şeriatçı. Geriye CHP kalıyor. Ama o da işini yarım yamalak görüyorsa ortada eleştirilecek bir şey vardır. Çünkü artık dünyanın en iyi müzisyenlerinden olmamıza rağmen, biri çıkıp “Beethoven’ı iyi çalışmamış” diyebilir. Haklı ya da haksız... Çünkü eleştiri diye bir şey var dünyada. Ben de Deniz Baykal’ın eksikliklerini saydım. Bunu sayan ne ilk benim, ne de son. Ama benim saymam ağırlık kazandıran bir unsur. Bu kitabı imzalayıp Deniz Baykal’a da göndereceğim. “Her zaman saygıyla ve sevgiyle” diye imzalayarak...

(VATAN)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 16:12

İLGİLİ HABERLER