Gündem
  • 29.6.2008 15:55

MEHMET ALTAN'DAN "TRAVMA" ÇIKIŞI!

İkinci Cumhuriyet düşüncesinin fikir babası Mehmet Altan, gazeteci Defne Asal Er'e hayatını anlattığı kitabına İkinci Cumhuriyet'in Yol Hikâyesi adını koymuş. Altan'la, babasıyla ilişkisinden son travma tartışmalarına dek özel hayatını ve yoğun gündemi konuştuk..

STAR gazetesinin başyazarı, iktisat profesörü Mehmet Altan son zamanlarda sertleşen cumhuriyetçiler-demokratlar tartışmalarında sesi en güçlü çıkan isimlerden. Zaten Türkiye Cumhuriyeti'nin anti-demokratik temeller üzerinde kurulduğunu ve mutlaka bu cumhuriyetin aşılıp demokratik bir sistemin, 'İkinci Cumhuriyet'in inşa edilmesi gerektiğini yıllar önce söyleyerek, bugün demokratlara sıklıkla yapıştırılan İkinci Cumhuriyetçi kavramının mimarlığını yapan da o. Yayıncılık dünyasının hızla yaygınlaşan 'nehir söyleşi' trendine uyan Mehmet Altan, Yeni Aktüel dergisi yayın yönetmeni (ve Taraf gazetesinin yayın yönetmeni Alev Er'in eşi) Defne Asal Er'le bir araya geldi; İkinci Cumhuriyet'in Yol Hikâyesi başlıklı kitapta hayatını anlattı. Kötü bir şaka gibi, söyleşi yaptığımız günün gazetelerinde tam sayfalık bir ölüm ilanında Mehmet Altan yazıyordu; gün boyunca aldığı telefonlarda arkadaşlarına ölmediğini, bunun bir isim benzerliği olduğunu söylüyordu gerçi. Ama bir yandan da hayatının sonuna gelmişçesine yaşam hikâyesini anlatmaya da karar vermişti...

- Bu tür kitaplarda hemen herkes hayatlarını bir bütün olarak anlatmaya girişiyor, peki gerçekten insan hayatının bir bütünlüğü olduğunu düşünüyor musunuz?
- İnsan kendi hikâyesini anlatırken, kendi bilincini de keskinleştirmiş oluyor. 'Şunu gerçekleştireceğim, bunu yapacağım,' diyerek orta vadede hepimiz hayat planları yapıyoruz. Sanayi döneminin, Newton fiziğinin hayatı bölerek algılamasının sosyal yaşama ve bütün bilince yansıması bu! Hayata dilim dilim, salam gibi bakıyoruz ve böylece yaşantımız bütünlüğünü kaybediyor. Böyle kitaplar yazmak için biri gelip seninle böyle uzun uzun konuşunca bu sefer kendi hayatını tersten, bütün olarak geri geri giderek analiz ediyorsun. Bu kitap bana hayatımın analizini berrak bir bilinçle yapma imkânı verdi.

- Kitapta sigortacılık yaptığınız ve farklı sektörlerde çalıştığınız yılları da uzun uzun anlatıyorsunuz.
- Ben bu işlerle uğraşırken babam hapisteydi ve çok ağır bir biçimde süründürülüyordu. Hiç umudumu kaybetmedim o yıllarda, ama yine de işte lise son sınıftayım, bekliyorum, liseyi bitiremiyorum... Param yok, evliyim, babam hapiste, korkunç bir dönem. Ama hep bir şekilde hedeflerim, amaçlarım ve umudum diri kaldı. Normalde "Hayatı bitmiş bunun!" diye bakılabilecek günlerim oldu, evli, parası olmayan bir adam olarak! (gülüyor)

DEVLET MAGANDA GİBİ
- Askeri-bürokratik bir oligarşi olarak tanımlayıp değişmesini istediğiniz Türk devletini her şeye karışan bir kadın gibi mi, herkese hayatı zehir eden bir erkek gibi mi görüyorsunuz?

- Maganda bir erkek gibi. Annebabalık çok zordur, o canlıyı sen hayata getirmiş olsan dahi, onun ayrı bir canlı olduğunun bilincine varman şart. Onun ayrı bir macerası olduğunun... Onunla ilişkilerini onun varlığının karakutusuna tecavüz etmeden yönetme yeteneği bizde yerleşik değildir. Herkes evinde bir şekilde Türk devletini yeniden oluşturuyor. Zaten o yüzden de hiçbir şey değişmiyor! (gülüyor)

- Türkiye'de kapitalizmin tarifini yapmak, nasıl işlemesi gerektiğini anlatmak, kapitalizmin baş eleştirmeni olması gereken Marksistlere düşüyor. Bu işbölümünde bir sorun yok mu?
- Marx köken olarak klasik bir iktisatçıdır, sonra da kapitalist sisteme çok ciddi eleştiriler yapmıştır. Marx'ı bilmeden, kapitalizmi iyi anlamak mümkün değil. Bunun en iyi yöntemlerinden biri de Marksist felsefeyi bilmekten geçiyor. Teknolojik değişimin bütün dünyayı değiştireceği yönündeki öngörülerinin hepsi doğru çıkıyor Marx'ın. Leninizm öldü, ama Marksist felsefenin, Grundrisse'deki analizleri mesela, hep de doğru çıkarak devam ediyor. Maalesef bizim üniversitelerimizde Marksizm öğretilmiyor, bu çok büyük bir eksikliğimizdir. 1993'te profesörlük tezim Kapitalizm Bu Köye Uğramadı başlığıyla yayımlandı; oradaki en büyük hedefim büyük bir iddiayı çürütmekti. Gençliğimde solcular buranın sömürüldüğünü, yarı-sömürge olduğunu söylüyorlardı. Kapitalizm, ülkenin bir ulusal pazar olmasını sağlamadan mümkün değil. Önce ulusal pazar olmak lazım. Ticaret olmadan ulus olamazsınız. Marksist kültürden gelen biri olarak, bütün bunlar benim ilgimi çeker. Burası iyi olsun isterim.

- Sizin de yer aldığınız tartışmalarda sanki Fransız kültürüyle biçimlenmiş Kemalizm ve İngiliz kültürünün yansıması olan liberalizm karşı karşıya gibi...
- Ben 1979'da Fransa'ya gittim. Babama yapılan faşizm, evimizin basılması, Faik Türün denilen adamın babama işkence yaptırması, Deniz'lerin asılması... Askerler 'Marksist-Leninist-Maoist-anarşist' diye hiç bilmedikleri, ama ağızlarına pelesenk ettikleri kavramları çok komik biçimde kullanırlardı. Fransa'da yurda yerleştiğim gün, bir baktım 'anarşistler federasyonu' diye bir tabela gördüm. Türkiye'den gelen biri için korkunç bir şey! Akşamları ise kralcılar bildiri dağıtırdı, böyle bir kültürdü. Fransa gerçek bir özgürlüğün nasıl olduğunu anlamama çok yardımcı oldu. Ama sonra ufkumu bunca açan o ülkenin cumhuriyet-demokrasi tartışmalarında gerici bir çizgiye, cumhuriyetçiliğe denk düştüğünü gördüm. Mesela İngiltere'de kimlik çıkarırken resim istemezler. Bu demokrat gelenektir. Cumhuriyetçi gelenekte resim isterler. Cumhuriyetçi gelenekte polis gelir, alır seni götürür. Demokrat İngiliz geleneğinde davet eder, randevu verir. Keşke Atatürk Fransızca değil de İngilizce bilseydi, bu Anglosakson kültürü tanısaydı, Türkiye çok başka olurdu diye düşünüyorum.

HALKA APTAL MUAMELESİ
- Modernleşme travmalarla birlikte geliyor ve geçen hafta boyunca bir travma tartışması yaşandı. Travmaya yol açtığı söylenen Cumhuriyet devrimini siz nasıl görüyorsunuz bu anlamda?

- O söylenen laf doğru. Atatürk'ü yoksa neden kanunla korusunlar, eğer devrim travma yaratmamış olsa... Var mı böyle bir lider?

- Travmayı nasıl tarif ediyorsunuz?
- Travma, içinde bulunduğun durumdan, hazır olmadığın, sert bir kopuştur. Burası askeri bir cumhuriyet. Müslüman halka güvenmeyerek tedbirler alınmış. Burada her şey orduya emanet edilmiş, halk iradesi önemli değil. Kömürlüğe kitleyip gerizekâlı çocuk muamelesi yaptıkları halk ortaya çıkınca sinirleniyorlar. Kemalizm, halka rağmen modernleşme anlamına geliyordu. Bunun yerini demokratik modernleşme alıyor. Halk tarafından halkın dönüşümüyle yaşanacak bir modernleşme bu.

- Hükümete ve Türkiye'deki yeni akımlara bakınca fikirlerinizin iktidarda olduğunu düşünüyor musunuz?
- Gençliğimde 141. ve 142. maddelerin değişeceğini hiç düşünmezdim. Türkiye özgürleşsin kavgası verirken buranın hep aksak ritim dans eden bir dansçı gibi olduğunu gördüm. Türkiye'nin doğru bir ritimle dans etmesini isterken yaptığım pek çok eleştirinin hayata geçtiğine tanık oldum. Mesela bölücülük... Bölücülük dünyanın bütün demokrasilerinde serbesttir. Demokrasi toplumun kendi içindeki akımları görür ve bunları çözer. Oysa yasaklarsan patlar. Ben bunu Türkiye'nin hiçbir zaman kabul etmeyeceğini düşünüyordum. Ama kitapta da söyledim, tekrar edeyim, şu da var: Türkiye'nin gözlerini açmaya çalışırken, bu işi yapmaya çalışan kişinin gözleri kör oluyor. Böyle bir durum da vardır!

- Kitaptan babanıza hiç isyan etmediğiniz anlaşılıyor...
- Hayır hayır... Ben babamla kendimi çok özdeşleştirdim. Babamın hayatını çok yakından bilirim, başından geçenleri çok yakından yaşadım. Burada, Taksim'de 10 binlerce insan önünde konuştuğu günü de bilirim, hapishaneye girdiği ilk günü de, çıktığı günü de... Çatışmak yerine özdeşleşmek insanı muazzam bir biçimde doyuruyor, olgunlaştırıyor. Bunların hiçbiri elbette bilinçli olmaz. Ama bu tavır, bu uyum beni ezik ve sinik yapmadı, çatışmamak tam tersi iyi bir etki yaptı bana. Bu liberal pedagoji, tam aksine beni isyankâr, hep babasını suçlayan biri haline de getirebilirdi. Başarılı insanların çocuklarında böyle genel bir tipoloji vardır. Bende böyle şeyler hiç olmadı.

- İnsanı da kendi çıkarlarının peşinden koşan bir 'ekonomik hayvan' olarak mı tanımlıyorsunuz?
- İktisat, ihtiyaçlar üzerinden piyasaya bakar ve arz ile talebi de ihtiyaçlar belirler... Norm, ahlak, milliyetçilik, bu ilkeler üzerinden hayata bakmaz iktisatçı. Yalın, çıplak bir insan üzerinden değerlendirir. Uyuşturucu mesela berbat bir şey, insanı mahvediyor... Ama satılıyor, para karşılığı insanlar uyuşturucu alıyor. Bunun berbat, insanı mahveden bir şey olduğunu bilmek ve söylemekten ziyade, uyuşturucunun neden piyasada olduğunu merak ederiz. Bence insan doğasında aile çok önemli. Anne, baba ve doğulan ortam. Buradaki kültürel girdiler çok hayati. İnsan doğasında bu ilk ortamın belirleyici olduğunu düşünüyorum.

- Siz de Margaret Thatcher gibi "Toplum diye bir şey yok, yalnızca aileler var," mı diyorsunuz yani?
- Bu görüşe çok yanlış demem. Aile çok önemli bir şey. İnsanın kültürel kodlarını anne ve baba şekillendiriyor. Kendinin göremediğini başkalarının üzerindeki yansımalarından görürsün ve bence kendini en iyi 40 yaşından sonra tanımaya başlarsın. Bu noktada da anne ve babana dönersin. Şunu da söyleyeyim, Thatcher müthiş reformlar yapmıştı.

- Neoliberalizm karşıtı yazarlar, hâlâ Thatcher döneminde olduğumuzu, dünyaya bakışımızı onun şekillendirdiğini söylüyor.
- Bunu söyleyenler onun yaptığı reformlara karşı olanlar. O çizgi sayesindedir ki, o ve Blair sayesinde, İngiltere'de sanayi dönemi bitti, sanayi sonrası dönem başladı. İngilizler bunu yıllar sonra anlayacak. 80'lerde ise o madencilerle dövüşüyordu, solcular da madencilerin hayatını kaydıran kişi olarak görüyordu Thatcher'ı.

Tayyip Erdoğan'ın da, Fethullah Gülen'in de modernleştirici işlevi var
- Devlet artık sevmediği herkese Fethullahçı deyip işin içinden sıyrılıyor da diyorsunuz...

- Askerler anti-militer olan herkese halk nezdinde sistematik bir propagandayla "Bunlar müthiş para sahibi, Soros'un paralarını alıyor," falan diyor. Sonra Soros'u halk belki tanımaz diye "Bunlar Fethullahçı," diyorlar. Bizim askeriyenin üslubu, psikolojik harp anlayışı hep budur. Elimde bir belge var, 1971 yılında da "Komünistler Allahsızdır, pezevenktir," diye yayın yapıyorlardı. Şimdi Allahlılardan şikâyet ediyorlar. Bizde üslup, zarafet, demokratik anlayış yoktur. İttihat ve Terakki mantığıyla her türlü ahlak dışı propaganda yapılır. Basında beyin fukarası tetikçiler var, onlar da bu işe alet oluyor.

- Peki cumhuriyetçiler kaygılarında hiç mi haklı değiller?
- Fethullah Gülen olayının hiçbir sosyolojik analizini yapmamıştır askerler. Para ve sosyoloji analizi yapmadan, kendi pozisyonlarını korudukları garip bir gelenek var. Ben Cizvit papazlarının okulu Saint Joseph'de okudum. Tayyip Erdoğan'ı da Fethullah Gülen'i de kendi etkili oldukları toplumsal zeminlerde modernleştirici, dönüştürücü bir işlev sahibi görüyorum. Erdoğan "Yerlere tükürmeyin," dedi bir konuşmasında. Çıtası çok yüksek olmasa da Türkiye şartlarına göre modernleştirici unsurlar var sözlerinde! Gülen'in İslam yorumu fanatik bir anlayışı dışlıyor, daha dünyalı bir din yorumu var. Ama çok milliyetçi ve devletçi bir yanı da var Gülen'in, bu da iktidar mücadelesinde olmasından... Sanayileşme döneminin ahlakını ve vicdanını Protestanlık oluşturdu. Küreselleşme ise uzun erimli bir yapısı olan Protestanlığa zıt bir şey. Para biriktirme, hayatı ertelemek... Bunlar, bu dini yaklaşım küreselleşmenin ruhuna uymuyor, bunu da görmek lazım.

Güncellenme Tarihi : 15.5.2016 08:15

İLGİLİ HABERLER