Gündem
  • 28.7.2009 08:57

SİVAS'TA 'CAN'LARI KİM YAKTI?

1 Temmuz 1993, Sivas için aslında sıradan bir gündür. Sadece Pir Sultan Abdal Şenlikleri çerçevesinde kente gelen konukların şehirde oluşturduğu hareketlilik, farklı sayılabilecek ayrıntılardan biridir. Olaylar seyrinde ve normal rutininde devam etmektedir.

Sivas Kültür Merkezi'ni dolduran kalabalığa dönemin Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Murtaza Demir bir açış konuşması yapar. Ardından Sivas Valisi Ahmet Karabilgin gelen konuklara hitap eder. Söz sırası, o dönemde 'Şeytan Ayetleri' isimli kitabı bastıran Aziz Nesin'dedir.

Sivas'ta yine hareketlilik yoktur. Nesin konuşmasını tamamlar. Program çerçevesinde Buruciye Medresesi'nde kitap ve fotoğraf sergilerinin açılışları yapılır. Gün boyu konferans ve etkinlikler normal seyrinde devam eder. Ancak ertesi gün, yani tarihe 2 Temmuz olarak geçecek olan zaman dilimi için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir.

Saat 11'den itibaren Sivas'ın merkezinde hareketlenmeler başlar. Kim oldukları, ne istedikleri tam olarak bilinmeyen gruplar dikkat çekerken, tuhaf olaylar yaşanır. Aziz Nesin, Şifahiye Medresesi'nde kitaplarını imzalamaya başlar. Bu sırada Cuma vaktinde Selimiye Camii'nin önünde kim oldukları henüz anlaşılamayan bir grup tarafından davullar çalınır. Toplulukta yine bir hareketlenme yoktur. Cuma çıkışı Selimiye yerine Paşa Camii'nin önünde bir grup toplanıp Aziz Nesin lehine sloganlar atar. Kalabalık bununla da yetinmez.

Amerika'nın mı yoksa İsrail'in mi olduğu tespit edilemeyen bir bayrak yakılır. 'Kahrolsun Amerikan emperyalizmi, kahrolsun Siyonizm!' sloganlarının atıldığı polis kayıtlarına yansır. Sloganlar ilginçtir. Çünkü jargon, hem sol hem de sağ düşüncedekilerin kullandığı türdendir.

Can Şenliği Tiyatro Grubu'nun sahneye koyduğu oyunda da Müslümanlara hakaret edildiği ileri sürülür. Atatürk Kültür Merkezi'nde de bu sefer başka bir grup 'Yaşasın devrimci mücadelemiz!' şeklinde slogan atar. Olaylar karşılıklı tahriklerle giderek büyür. Artık kimin ne yaptığı belli olmayan bir durum yaşanmaya başlar Sivas'ta.

Öyle ki Kültür Merkezi önüne dikilmek istenen Pir Sultan Abdal heykeli bir grup tarafından indirilip yerde sürüklenir. Heykel, konukların bir kısmının kaldığı Madımak Oteli'nin önüne kadar getirilir. Bu arada olayın üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen heykeli kimin dikmek istediği hâlâ anlaşılmış değil. Çünkü Sivas Belediyesi'nin heykelin dikilmesi için verdiği bir izin belgesi veya onayı yoktur.

2 Temmuz'da saat 11'de başlayan ve akşam 8'e kadar devam eden olaylarda polis telsizlerinden çeşitli anonslar geçilmeye başlar. En son anons, kalabalığın sayısının 10 bini bulduğu yönünde. Ancak o güne dair görüntülere bakıldığında polisin abartmış olabileceği üzerinde duruluyor. Tahminlere göre kalabalık 5 bin kişi civarındadır.

Tahriklerle başlayan ve hâlâ aydınlatılamayan karanlık noktalarıyla Madımak Oteli ateşe verilir. 35 masum can, tezgâhlanan bu kirli oyunda ölür. Ancak otel ateşe verilmeden önce iki kişi de (Ahmet Alan-Hakkı Türkgil) Bosna Parkı denilen noktada öldürülmüş olarak bulunur. Bu kişilerin kimler tarafından öldürüldüğü hâlâ anlaşılmış değil.

2 Temmuz'da yaşanan olaylarda devletin resmi görevlilerinin büyük ihmalleri olduğu bugün daha net bir şekilde anlaşılıyor. Gruba müdahale etmede yetersiz kalan Valilik, ilçelerden ve civar illerden takviye ister. Çok ilginç, yardım istenilen yerlerden biri de Bolu'dur.

Tokat Emniyeti'nden 20, Kayseri'den 31 polis Sivas'a gelirken, Jandarma Komutanlığı'ndan da 20 acemi er gönderilir. Olaylar devam ederken Madımak Oteli'ne aracıyla gelen Tugay Komutanı Ahmet Yücetürk, kalabalığa baktıktan sonra tekrar makam aracına binip olay mahallinden uzaklaşır. Bu sahne, saniye saniye görüntülenmiş durumda. Polis kayıtlarına göre Sivas'ta 2 Temmuz'da görev yapan (takviye kuvvetlerle birlikte) 454 personel vardı.

Madımak'ın ateşe verilmesinden sonra hayatını kaybeden Serkan Doğan'ın ağabeyi Serdar Doğan, yıllar sonra olayı Milliyet'e anlattı (Devrim Sevimay-29 Haziran 2009). Doğan'ın anlattığı ilginç bir ayrıntı kayıtlara şöyle geçiyor: "Yangının başlamasına bir saat falan var. Birden rütbeli bir subay, yanında iki çevik kuvvetle otele girdi. Elektrikler kesik.

Subay elindeki çakmağı çaka çaka lobide yürüyor. 'Komiser Mehmet kim?' dedi. Komiser kendini tanıttı. Subay, komisere 'çıkalım' dedi. Bizim komiser, 'Ben çıkabiliyorsam buradaki herkes çıkabilir. Tek başıma çıkmayı reddediyorum.' dedi. Sonra bizim Ertan vardı, 'Peki nasıl çıkacağız' diye sordu. Subay döndü, sizden özür diliyorum ama aynen şu ifadeyi kullandı: 'Nasıl girdiyseniz öyle çıkın o... çocukları!' Sonra komisere çok sert bir biçimde 'Çıkalım diyorum size!' dedi. Bir daha ret yanıtını alınca da 'Ne halin varsa gör!' deyip gitti."

Tarihe 2 Temmuz-Madımak Olayı olarak geçen üzücü hadise üzerine çok şey yazıldı. Tanıklar ve olayı birebir yaşayanların anlattıklarının ve yazdıklarının aslında gerçekleri tam manasıyla yansıtmadığı her geçen gün netleşiyor. Öyle ki bir kesim tarafından olayın sadece 'dinci' denilen gruplara yıkılmak istenmesi ve Sünni barbarlığı olarak sunması, madalyonun öteki yüzünü görmezden gelmek olarak değerlendiriliyor.

Yine bu kesim, derin çetelerin parmak izlerini ve provokasyonu ısrarla görmezden geliyor. Diğer cenah ise provokasyona gelmenin mazeret olmadığını ve sorumluluğu kaldırmadığını kabullenmekte zorlanıyor. Madımak üzerinden yapılan ajitasyon, gerçek faillerin ortaya çıkmasını da engelliyor.

Ancak o dönemde çekilen çeşitli görüntüleri yeniden incelemeye alan Sivas Emniyeti, sürekli gelişen teknolojinin de imkânlarını kullanarak 2 Temmuz'u tabir yerindeyse yeniden ele almaya başladı. Emniyet bu konuda bazı ipuçlarına ve farklı ayrıntılara ulaşmış durumda. Grupları harekete geçiren, onları tahrik eden asıl failler konusunda önümüzdeki süreçte detaylar daha da netleştirilecek.

Şüphesiz Türk siyasi tarihinde Madımak'ın yeri çok büyük. Dolayısıyla, yıllardır ortaya atılan iddialar bir yana, Ergenekon Silahlı Terör Örgütü soruşturmasında da Madımak'ın geçmemesi düşünülemez. İddialara göre, mahkeme heyetine sunulan 3. İddianame'de Madımak olayı gizli tanıkların ağzından anlatılıyor. Bunun dışında hem Sivas Emniyeti hem de istihbarat birimlerinin ulaştığı bazı ayrıntılar var. Her şeyden önce 2 Temmuz 1993'te 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan olay, tek başına bir grubun işi değil.

Sanki bir konsorsiyum iş başındaymış. Yapılan bazı tespitlere göre, Madımak'ta 'dinci' olarak tabir edilen grupların yanı sıra 'derin Aleviler' ile PKK'nın da parmağı vardı. Diğer bir iddia ise adı Akın Birdal suikastı ile duyulmaya başlayan Türk İntikam Tugayı (TİT) da o gün Sivas'taydı. Ki bu yapıların çoğu, Ergenekon'un 'Naylon Terör Örgütleri' ilkesine uyuyor. Hatta bunların Ergenekon tarafından kullanıldığı artık ortaya çıkmış durumda.

Daha önce Zara ilçesinde kutlanan Pir Sultan Abdal Şenlikleri'nin Sivas'a alınması da başlı başına bir zafiyet. Çünkü ilçede çıkacak muhtemel kargaşa ve olayların önlenmesi daha kolay olabilirdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Murtaza Demir ve adı program sunucusu olarak geçen Ali Balkız (şimdi Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı), etkinliklerin Sivas'ta olması için öncülük etmişlerdi.

'O tarihlerde tartışılan Aziz Nesin programa davet edilmeseydi olaylar yaşanır mıydı?' sorusu da doğrusu çok ehemmiyetli değil. Zira Nesin kitaplarını imzalarken, konuşma yaparken hiçbir olay yaşanmaz. Görüntülerde yapılan tespitler ve 2 Temmuz'dan sonra yaşanan bazı olaylar dikkate alındığında Madımak'ın organize bir şekilde yakıldığı ortaya çıkıyor.

Peki, Madımak'ı ateşe vererek 'canlara' kıyan kimler ve hangi gruplardı? İşte, elde edilen bazı ipuçlarına göre Madımak olayına dair yeni ayrıntılar:

Her şeyden önce Madımak olayı hâlen Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığı tarafından takip edilen bir konu. Sivas Emniyeti, Madımak'ı bütün ayrıntılarıyla çözmek için, 16 yıl boyunca elde edilen bütün delilleri yeniden incelemeye aldı. Ergenekon davası kapsamında gizli tanık olarak ifade veren 'Kıskaç' ile 'Gurbet' isimli tanıkların anlattıkları da olaya dair önemli ipuçları veriyor.

Elde edilen verilere göre sanki gizli bir el veya eller, olayı örtbas etmek için gayret içine girmiş. Her şeyden önce olayda hayatını kaybedenlere dair ciddi otopsi raporları hazırlanmış değil. Mesela, çıkan yangında kimin nasıl öldüğü tam olarak bilinmiyor.

Çünkü otopsi raporlarının bir kısmı ortada yok. Diğer bir ayrıntı ise 2 Temmuz günü Malatya'dan Ankara'ya toplantıya gitmekte olan bir sendikaya ait otobüsün Sivas'ta mola vermesi ve sonra ortadan kaybolması. Otobüste kimler vardı ve bu davetsiz misafirler daha sonra nereye gitti? Bunlar dönemin emniyet birimlerince takip edilmedi.

O gün kim tarafından dağıtıldığı bilinmeyen bildiriye dair bilgiler de net değil. Bazı medya organlarınca 'Halkımıza Çağrı' başlığı ile verildiği söylenen bildirinin aslında tam bir tertip ve düzmece olduğu anlaşılıyor. Daktilo ile yazılmış ve 'T.C. Devleti' diye devam eden bildirinin üst tarafında daha sonradan elle yazılan 'Müslüman Kamuoyuna' başlığı bulunuyor. Aynı bildirinin alt kısmında siyah tükenmezle yazılan 'Müslümanlar' imzası bulunuyor.

Daktilo ile yazılmış bildirinin başlığının ve imzasının sonradan el yazısıyla atılmış olması düşündürücü. Çünkü olayın seyrine göre başlık ve imza atıldığı ortaya çıkıyor. O dönemde polis bildirinin izini sürmüş. Sivas'taki bütün daktilolardan örnekler alınarak karşılaştırılmış ve metnin Sivas dışındaki bir daktilodan yazıldığı sonucuna varılmış.

Sivas Davası

Olaydan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190'a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124'ü hakkında "laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma" suçlamasıyla dava açıldı, geri kalanlar serbest bırakıldı. Kamuoyunda Sivas Davası olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 21 Ekim 1993 günü yapıldı. 26 Aralık 1994'te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15'er yıl, 3 sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında 3'er yıl, 6 sanık hakkında 2'şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.

Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını "taraflı, hukuka ve adalete aykırı" olarak niteleyerek ayrıntılı bir savunmayla temyize gittiler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi katliamın "Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğunu" belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını esastan bozdu. Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay'ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı.

28 Kasım 1997'de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası'nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 24 Aralık 1998'de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999'da usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000'de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002'de idam cezasının kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi.

Sivas Davası, İstiklal Mahkemeleri sonrasında, tek bir davada, bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk davaydı.

(ZAMAN)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 16:03

İLGİLİ HABERLER