Gündem
  • 3.8.2009 10:16

TÜRKİYE BÖLÜNMENİN EŞİĞİNE GELEBİLİR !

Bülent Tanla, Kürt meselesine bugüne kadar yaptığı araştırmalardan yola çıkarak yaklaşıyor. Farklı bir yaklaşımı var, tabii ki o da meselenin çözümünde demokratikleşmenin olmazsa olmaz olduğuna inanıyor. Ancak tek başına demokrasi vurgusunun Türkiye’yi Yugoslavyalaştıracağını söylüyor. Düşünmek bile istemiyor ama ona göre, demokratikleşme yoksullukla mücadeleyle birlikte yürütülmezse Türkiye bölünmenin eşiğine gelebilir...

Ben onunla sohbet ederken, bir yandan da ’Kürt Çalıştayı’ yapılıyordu. Zaten gündem tümüyle Kürt sorunu iki haftadır. MHP lideri Bahçeli’nin ses tonu yükseliyor. Ve ağzından çıkan her laf gittikçe ağırlaşıyor. Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin başkanı, ’Dağa çıkmaya hazırız!’ diyor. Oysaki gündem dağdakileri nasıl indireceğimiz. Hükümet, aydınlar, halk, herkes çözüm istiyor ama nasıl olacağı konusunda kimsenin bir fikri yok. Tıpkı benim gibi!..

Tam bunları düşünürken, bir sohbette Bülent Tanla’nın adı geçti. Arkadaşım onun bir araştırmasından söz etti ve bir cümle aktardı: “Doğu ve Güneydoğu’da mesele adam yerine konmamaktır!” Bu cümle yüreğime oturdu ve hemen araştırmayı bulup okumaya başladım. 1998’de ‘Türkiye’deki hayat tarzları’ üzerine yapılmış bir araştırmaydı... Size eski gelebilir ama söz konusu hayat tarzı oldu mu, bu zaman dilimi pek önemsiz kalıyor. Hele ki Doğu ve Güneydoğu gibi zamanın ağır aktığı bir coğrafyada... Öyle iç burkan tanımlar var ki içinde, bir örnek vereyim yetsin: Doğu ve Güneydoğu’dakiler kendilerini ’Uzaktakiler’ olarak tanımlıyor ve ’Yoksulluk nedir?’ sorusuna ’Adam yerine konmamaktır’ diye yanıt veriyor.

Araştırmadan çok etkilendim ve Kürt meselesinin tam da dönüm noktasında olduğu bugünlerde araştırmayı yapan Bülent Tanla ile bu konuyu tekrar konuşmak istedim. Sadece araştırmasından ötürü de değil, CHP ve DSP milletvekilliği döneminde Güneydoğu’yu komşu kapısı yaptığı için. Bölge insanının ruh halini derinlerden bildiği için. Ve hâlâ bölgeyi ziyaret edip, bu meseleye çözüm önerileri geliştirdiği için... Doğru bir karar verdiğimi daha ilk cümlelerinden anladım. Tanla, klişelerden uzak, gerçek bilgilere dayanarak konuştu hep. Hükümetin bu girişimini desteklerken çok önemli uyarılar da yaptı. Çünkü öyle bir mesele ki bu, kaş yapayım derken göz çıkarmak işten bile değil. Hele ki körlemesine, ezbere gitmek meselenin üzerine... Tanla’nın bir cümlesi ile bitireyim sözümü; “Eğer ki Doğu ve Güneydoğu’daki insanların hayat tarzlarını incelemeden birtakım çözümler bulunmaya kalkılırsa Türkiye çok tehlikeli noktalara gelebilir.” Tehlike uyarısı ondan, çözüm için biraz daha bilgilenip düşünmek sizden. Çünkü, bu Türkiye’nin meselesi!

Kürt açılımı konusunda ne düşünüyorsunuz?

AKP’nin bu konuda ne karar alacağı ve nasıl bir açıklama yapacağı bilinmiyor. Ya tartışmaları dikkate alıp çok kapsamlı bir açıklama yapacak ya da ana gövdesi uluslararası ilişkiler tarafından kendisine dikte edilen ve tüm Kürtleri tatmin etmeye çalışan bir karar açıklayacak. Bu konuda endişe ve beklentiler gün geçtikçe yükseliyor. Benim endişem, hükümetin üslubunun bazı konularda özün önüne geçmesi...

Nasıl?

Eğer beklentilerin aksine, ezber bozan kararlar açıklanmazsa, dağ fare doğurabilir! Yahut da beklentinin aksine aleyhte bazı sonuçlarla karşı karşıya kalınması kaçınılmaz olabilir. Ben böyle bir tehlikeyi düşünmek istemiyorum ama böyle bir endişeden de bahsetmek istiyorum. Çünkü bu mesele Türkiye gibi imkanları çok geniş, adeta dev gibi bir ülkenin ayağına vurulmuş pranga gibi. Ve bu prangayı biz kendi kendimize vurduk, vurulmasına göz yumduk. Çok yanlışlar yaptık. Dolayısıyla madem ki Cumhurbaşkanı Gül, bu meseleyi çözmek için ’tarihi bir fırsat’ olduğunu söylüyor, Türkiye’nin bu fırsattan gerçekten yararlanmasını bekliyorum.

Siz, tarihi fırsatın ne olduğunu biliyor musunuz peki?

Bilmiyorum ama şu anda konuşulanların, tartışılanların, doğru mecralarda konuşulduğu ve tartışıldığı konusunda kuşkularım var.

Tarafların asker ve Kürt paranoyasını aşması lazım

Nedir o kuşkular?

Bir kere konunun tarifinde kullanılan ‘Kürt açılımı’ sözcüğü, toplayıcı ve birleştirici değil. Türk milleti henüz bu konuya hükümetin yaklaştığı biçimde hazır değil... Bu sorun bir bölge ve azgelişmişlik sorunudur. Bu yüzden bölgede yaşayan insanların yaşam biçimlerini iyi tahlil etmek ve onların yaşam biçimlerini değiştirecek biçimde siyasal, sosyal, demokratik, kültürel ve ekonomik açılımları eş zamanda yapmak gereği vardır. Dolayısıyla bu meseleyi sadece ’Kürt açılımı’ veya ’demokratikleşme’ olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım değil. Çünkü Kürt, bir etnik çağrışım yapıyor. Yani, toplayıcı değil, dağıtıcı; birleştirici değil, bölücü bir algılama çağrıştırıyor... Sonra, dünyadaki Kürt nüfusunun 25 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Ve Türkiye dışındaki birçok ülke, millet, grup bu konuyla ilgileniyor. Çünkü Türkiye hata yapıyor. Eğer bu Türkiye’nin meselesi ise ve kendi içinde çözülecek bir mesele ise, işe meseleyi doğru tarif etmekle başlamak gerekiyor.

“Dünyada 25 milyon Kürt yaşıyor” dediniz. Ya Türkiye’de?

Türkiye’de 12-14 milyon Kürt yaşıyor diyebiliriz. Bunu değişik yönlerde çek etmek ve doğrulamak mümkün. Irak’ta 5-6 milyon, İran’da 4-5 milyon, Suriye’de 1-2 milyon Kürt’ün yaşadığı belirtiliyor. Bunları topladığınız zaman 25 milyon civarı Kürt var bölgede. Dünyadaki Kürtler’in de yüzde 90’ının burada yaşadığı biliniyor. Dolayısıyla eğer ki biz bu meseleyi bir ‘Kürt meselesi’ olarak tanımlarsak, o zaman bu ülkelerde yaşayan Kürtler’i de dahil etmiş oluyoruz işin içine. Oysa meseleyi o bölgede yaşayan vatandaşlarımızın ekonomik, sosyal ve siyasi meselesi haline getirmekte yarar var. Yani “Kürt meselesi” dediğiniz zaman, İran da bununla ilgileniyor, Suriye de, Irak da, başka ülkeler de... O zaman bu mesele Türkiye’nin meselesi olmaktan çıkabiliyor. Bir kere bu tarifi iyi yapmamız gerekiyor. Madem ki bu Türkiye’nin sorunudur, biz bu sorunu kendimiz Meclis’te çözeceğiz. Dolayısıyla bu sorunu Türkiye içinde çözeceksek, bu sorun sadece ‘Kürt sorunu’ olarak adlandırılmamalı. Bu sorun, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın yaşam tarzlarıyla ilgili sorunları da içeren bir büyük paket içinde ele alınmalı.

Yani Irak’taki Kürtler çözümün dışında mı olmalı?

Mutlaka dışında olmayacak ama olursa da mesele büyüyebilir... Çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalabiliriz. Çünkü Amerika’nın Irak’a müdahalesinde Pandora’nın kutusunu açması gibi gerçekten de bölgede yaşayan milletlerin, devletlerin içişlerine karışmış oluruz ve sınırların tekrar çizilmesine yönelik birtakım hareketler doğabilir. Ve bu konuya, AB ve süper güçlerin karışma ihtimalinin yüksek olduğu bir noktaya doğru gidebiliriz. Yani bu mesele, bölgedeki Kürtler’i de kapsayan bir çözüm haline getirildiği takdirde, hem Türkiye bu işin altından kalkamayabilir hem de kontrol başka ülkelerin eline geçebilir. Dolayısıyla çözümü eğer biz Türkiye içinde arıyorsak, bu sorun bölge insanının sorunudur. Bölge insanının sorunu da; ’ekonomik, sosyal ve demokratikleşme sorunu’ ile ’terör sorunu’dur.

Yani meselenin sınırlarını iyi belirlemek lazım?

Evet. Yoksa tehlikeli noktalara varabilir. Bu arada iki önemli sorunun altını daha çizmek istiyorum: Bunlardan biri, bu meseleyi çözmeye çalışırken muhatabımız kim olacak? Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından biri bu. O kadar çok muhatap var ki! O zaman üslup bakımından da Türkiye zor durumlarla karşı karşıya kalabiliyor. Yani “Ben Türkiye’deki iradenin ve bütün kurumların görüşlerini aldım” dendiği zaman, birisi de çıkıp diyor ki; “O zaman meseleyi asker mi çözecek?” Bir kere sorunun taraflarının, asker ve Kürt paranoyasını yenmesi gerekiyor.

Nasıl bir Kürt paranoyası var şu anda Türkiye’de?

Dediğim gibi bu meseleye ‘Kürt açılımı’ başlığı altında bir çözüm bulmak üzere yola çıkmak, aslında o bölgede yaşayan insanların tamamını Kürt olarak tanımlamak ve görmektir... Eğer ki bu konuları aşamazsak, çözüme gidemeyebiliriz. İkincisi; bu sorun bölgenin sorunu, bölgede 24 ilimiz var. Bu illerimizde, 2008 nüfus sayımı verilerine göre yaklaşık 15-16 milyon insan yaşıyor... Tabii bu bölgede yaşayanların tümü Kürt kökenli değil. Dolayısıyla bir kez daha vurgulamakta yarar var, bölgedeki sorun sadece Kürt sorunu, yani demokratikleşme sorunu değildir. Dolayısıyla bu sorunu, bölgenin bir sorunu haline getirmemiz gerekiyor. Türkiye’nin yüzde 20’lik bir nüfusu orada yaşıyor.

Ama ’En büyük Kürt ili İstanbul’ denir...

O başka... Ama son seçimlerde DTP, 1 milyon 950 bin oy aldı. DTP’den daha yüksek oy alan partilerimizin ise barajı aşamadığını görüyoruz. Ama DTP’nin bugün parlamentoda bir grubu var. Bağımsızlardan ötürü... Dolayısıyla sorunu iyi tarif etmek lazım ve Türkiye’de de sesi çok fazla çıkana aldanmamak, gürültüye pabuç bırakmamak lazım. Gerçek, güvenilir bilgiye dayalı karar almak lazım.

Cumhurbaşkanı Gül, “Demokratikleşme standartlarını yükselttiğimiz zaman problemler otomatik olarak çözülecektir” diyor.

Gül’ün, burada meseleye farklı yaklaştığı kanaatindeyim, kolaycı bir yaklaşım bu. Sadece demokratikleşme konusunda standartlar yükseltildiği takdirde, sorunun çözümünün beklenildiği gibi olmayacağını düşünüyorum. Bence sorun, aynı zamanda iş ve aş sorunudur. Eğer ki soruna demokratikleşmeyle birlikte ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel alanda eşzamanlı olarak çözüm getirilemezse Türkiye çok daha büyük problemlerle karşı karşıya kalacaktır.

Sorunun demokratikleşme olduğuna katılıyorsunuz ama...

Doğru, sorunun bir ayağı demokratikleşmedir.

Peki asıl sorunun ismini nasıl koyacağız burada?

Bence sorun, bölgedeki geri kalmışlık sorunudur.

Öyle diyorsunuz ama Türkiye’de yoksul o kadar çok yer var ki...

Bakın şimdi size bu bölgede yapılan bir araştırmadan bahsedeceğim ve sizin sorunuzun cevabı da onun altında yatıyor. Doğu ve Güneydoğu’da yaptığımız bir araştırmada, “Yoksulluk nedir?” sorusuna, o bölge vatandaşları şöyle cevap veriyor: “Yoksulluk, adam yerine konmamaktır.” Evet ,Türkiye’nin birçok bölgesinde yoksulluk var, ama “Adam yerine konmamak” meselesi, burada farklı farklı çağrışımlar yapıyor.

Aslında ben de tam buraya gelelim istiyordum... Biraz açar mısınız?

İşte şimdi, adam yerine konmanın nasıl olacağı konusunu Türkiye tartışıyor. Ben o bölgede değişik tarihlerde yaptığım tüm araştırmalarda şunu gördüm; insanlar sabah kalkıp güneşi doğduruyorlar ve akşam da güneşi batırıyorlar. Hiçbir iş yapmıyorlar. Çünkü hiçbir işleri yok. Türkiye’nin hiçbir yerinde bu kadar kalabalık bir kitlenin bu durumda olduğunu söyleyemezsiniz. Karadeniz’de, Orta Anadolu’da, Türkiye’de başka böyle bir bölge yok. Böyle aileler, böyle köyler var, ama bunlar mutlaka çözüm buluyorlar. İşte o zaman, bölgedeki yaşam biçimini iyi incelemek gerekiyor. Bu bölgenin, diğer yoksul bölgelerden farkı şu; yoksulluk ve işsizlik topluma yabancılık ve dışlanma duygusunu beraberinde getiriyor. ‘Uzaklaşıyoruz’ diyorlar... Gelecekten umutsuzluk ve kötü yaşam koşulları bu bölgedeki insanımız için yasadışı örgütleri ve tepkici siyasi akımları çekim merkezi haline getiriyor.

Türkiye’de daha eğitimsiz daha yoksul bir bölge yok

Bu araştırma ne zaman yapıldı?

1998 yılında... Türkiye’deki hayat tarzlarıyla ilgili yaptığımız bir araştırma bu. Ondan sonra da böyle bir araştırma yapıldı mı bilmiyorum. Şimdi de Doğu ve Güneydoğu insanının hayat tarzını incelemekte yarar var. Çünkü bölge insanının hayat tarzı incelenmeden çözüm bulmaya kalkılırsa gerçekten Türkiye’nin çok tehlikeli yollara sapma ihtimali olduğunu düşünüyorum. Kendilerini ‘Uzaktakiler’ olarak tanımlayan bu insanların bazı özelliklerini sizinle paylaşmak istiyorum: Türkiye’de bu bölgeden daha eğitimsiz, daha yoksul bir bölge yok. Dolayısıyla deminki sorunuzun çok geçerli olmadığını zaten veriler ortaya koyuyor. Bölge insanı kendini, içinde bulunduğu durumdan kurtarma ihtimalini çok az olarak görüyor ve devamlı talep ediyor. Çoğunluğu kırsal kesimde yaşıyor, çok erken evleniyor, çok fazla çocuk doğuruyor, kalabalık gruplar halinde yaşıyor. Büyük çoğunluğu köy kökenli. Yüzde 80’inden fazlası doğduğu ilin sınırları içinde yaşamını sürdürüyor, hareketleri yok denecek kadar az. Aslında bunlar sorunun çözümü için önemli ipuçları... Bankada hesapları yok, hisse senedi, tahvil gibi şeyleri bilmiyorlar, bilseler dahi kullanmıyorlar. Büyük çoğunluğu için alacağı malın kalitesi değil, ucuzluğu önemli. Erkeklerin yüzde 80’i tespih çekiyor. Yine büyük çoğunluğu, sakallı ya da bıyıklı. İçinde bulundukları durumu takdir-i ilahi olarak görüyorlar, bu yüzden de dini inançları çok güçlü. Çalışmalarının karşılığını alamadıkları inancı ise, çalışma güçlerini düşürüyor ve tembelliklerini artırıyor. Bu bölgedeki insanlar hâlâ oylarını verirken köyün ağasına, şeyhine ya da şıhına danışıyor...

Bu araştırmayı güncellediniz mi?

Güncellemedik ama benim başka araştırmalarım da var ve çok önemli değişiklikler olmadığı sonucuna vardım. Son yıllardaki gözlemlerim de yaşam tarzlarında iyileşmeye yönelik bir değişiklik olmadığı noktasında. Dünya ve Türkiye’nin belli bölgeleri ve grupları gelişirken oraları ya aynı kalıyor ya da nispi olarak geriliyor. Bence TÜİK’in o bölgeye yönelik bir işsizlik araştırması yapmasında yarar var. Dolayısıyla bu grubu iyi tanımak gerekiyor. Eğer ki Cumhurbaşkanı Gül’ün ifade ettiği gibi çözüm sadece ‘demokratikleşme çıtasının yükseltilmesi’ olacaksa burada ciddi sorun var demektir. O çıtanın yükseltilmesiyle yaşam biçimi değişmeyecek. İşte bunu görmek lazım. Bence Doğu ve Güneydoğu’nun sorunu, ‘Adam yerine konmamaktır.’ Meselenin özü budur.

‘Irak’ta olduğu gibi, bir Pandora’nın kutusu da Türkiye’de açılmasın’

“Kürt meselesi sadece demokratikleşme ile çözülemez” diyorsunuz...

Evet. Dedikleriniz doğru, yani Türkiye’nin başka yerlerinde de yoksulluk, fakirlik, işsizlik diz boyu gidiyor; ama bunun yanı sıra bu bölgede terör var, çatışma var, bugüne kadar 400 milyar dolar civarında para harcandığı ifade ediliyor. 400 milyar dolar ne demek biliyor musunuz? Bir ülke demek. Yunanistan demek. Türkiye’nin dış borcu olmazmış demek. Biz dünyada çok daha farklı bir yerde olabilirmişiz demek. Bu 400 milyar dolar Türkiye’nin kasasından çıktı. Peki bu para harcanırken kimler kazandı? Bence sorulması gereken en önemli sorulardan biri budur. Türkiye’nin kaybettiği kesin bir gerçektir. İşte devin ayağındaki pranga bu anlama geliyor.

Biz bu sorunu Türkiye içinde çözeceksek, ‘Kürt açılımı’ ve ‘Demokratikleşme açılımı’ Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını güçlendiren başlıklar değil. Evet, üslup bazen çok önemlidir, hatta özün önüne dahi geçebilir sorunu çözerken. Burada hükümetin uyguladığı üslup ve yöntem doğru, fakat öz, gerçekten şüphe ve endişe doğuracak biçimde gelişiyor. Ben tabii Türkiye’nin dışında kurulacak bir Kürt Devleti konusuna, başka ülkelerin konusu olduğu için girmiyorum. Ama eğer ki soruna bir Kürt açılımı olarak yaklaşılırsa bugün kulağa hoş gelen bazı ifadeler söz konusu olabilir, ama önümüzdeki günlerde Türkiye çok ciddi problemlerle karşı karşıya kalabilir. Ben, bu meseleyi Amerika’nın Irak’a müdahalesi ile eşdeğer görüyorum. Nasıl ki Amerika orada Pandora’nın kutusunu açtı ve şimdi ne olacağı belli değil. Amerika geri adım atıyor, Irak’tan çıkmak istiyor. İşte bu meselede de Türkiye’nin çok dikkatli ve ayrıntılara hakim olması gerekiyor ki benzer şeyler yaşamayalım...

Yanlış adımlar atarak Pandora’nın kutusunu bir kere daha açmayalım mı diyorsunuz...

Evet, bir Pandora kutusu da bizde açılmasın. Ben şu andaki gidişi öyle görüyorum. Çünkü bu meseleyle ilgili kişi, grup veya ülkelerde beklenti çok yükseltildi.

Çözümleri konuşalım mı?

Bir kere bu meseleyi üniter yapı içinde, yani Lozan ve Misak-ı Milli sınırlarımız içinde çözeceğiz. Dolayısıyla çözülmesi gereken yer de Meclis...

Özerk bölge gibi çözüm önerileri dile getirenler var...

Benim çözüm önerilerim içinde onlar yok. O zaman Türkiye’nin başı çok ağrır. Türkiye, Yugoslavyalaşır. Bundan şiddetle kaçmak, uzaklaşmak lazım. Bu meseleyi bölgenin azgelişmişlik sorunu olarak görmek lazım. Bu yüzden de bence, siyaset üstü bir yaklaşımla meseleyi çözmek lazım. Ve bir anlamda da Kürtler üzerinden siyaset yapmamak lazım. Bunu hem DTP için söylüyorum, hem AKP için. Çünkü bölgede dini inançlar çok kuvvetli, milliyetçilik de çok kuvvetli. İki önemli ideoloji ve siyasal güç var bu bölgede; biri din, biri milliyetçilik. Zaten seçimlerde de “Dinine mi, diline mi oy vereceksin?” diye propaganda yapıldı. Din bir partiyi, dil ise başka bir partiyi gösteriyordu... Dolayısıyla bu meseleyi en açık ve en vurucu biçimde anlatan konu ‘Yoksulluğun adam yerine konmamak’ olarak ifadesi bence...

YARIN: Bu mesele nasıl çözülür?

(VATAN)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 15:58

İLGİLİ HABERLER