Dünya
  • 29.11.2004 11:23

''TÜRKİYE, HER ÜYE DEVLET GİBİ, ANCAK KARARLARIN OYBİRLİĞİYLE ALINACAĞI DURUMLARDA VETO EDEBİLME HAKKINA SAHİP OLACAKTIR''

TANSU SARITAYLI PARİS - Le Figaro gazetesinin ''Tartışmalar ve Fikirler'' başlıklı sayfalarında, aralarında Fransa Eski Cumhurbaşkanı ve Eski Konvansiyon Başkanı Val)ry Giscard d'Estaing'in de bulunduğu birkaç kişi, Türkiye'nin AB üyeliği ile AB kurumlarının işleyişi arasında mekanik bir uyumsuzluk olduğu iddia etmişlerdi. Gazetenin haber yorumunda, ''Özellikle D'Estaing'in Konvansiyon'un eski başkanı gibi yüksek niteliklere sahip oluşu gözönünde bulundurulacak olursa ileri sürülen bu tez yakından incelenmeyi hak ediyor. Ankara'nın adaylığına karşı ileri sürülmeye çalışılan bu kurumsal gerekçe, Türkiye'nin nüfus büyüklüğü ve bunun özellikle karar mekanizmasında Türkiye'ye kazandırabileceği güç üzerine dayanıyor. O halde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılması durumunda karar mekanizmasında ne gibi bir rol oynayabileceğini bilmemiz gerekmektedir. Tuhaf bir şüpheyle gündeme getirilen bu soruya soğukkanlılıkla cevap verebilmek için ise sırasıyla Avrupa Parlamentosu, AB Bakanlar Konseyi ile AB Hükümet ve Devlet Başkanları Konseyi bünyesinde karar mekanizmasının işleyişini ele almamız gerekiyor'' denilerek, ''Türkiye'nin Avrupa Parlamentosu bünyesindeki ağırlığı ne olacaktır?'' sorusu soruldu. ''Türkiye'nin (bugün 71 milyon olan) nüfusundan dolayı, Strasbourg'daki en kalabalık Avrupa milletvekillerinin Türkler olacağına dair yazılarla sık sık karşılaşmaktayız'' diyen gazete yazarı, ''Giscard d'Estaing tarafından yukarıda yazdığım şekliyle ileri sürülmemiş olmakla birlikte bu gerekçe, genelde havada bırakıldığından, üzerinde birkaç yorum yapılmayı ve açıklığa kavuşturulmayı hak etmektedir. Zira Türkiye'nin 96 Avrupa milletvekiline sahip olabileceğinin, üstelik bunun bazen korkunç bir perspektif gibi hatırlatılması, sanki bu milletvekillerinin sırf Türk oldukları için diğer siyasi gruplara dağılmayacaklarının, hep birlikte tek bir grup oluşturacaklarının düşünülmesine yol açabilmektedir. Oysa böylesine bir gruplaşmanın olabileceği, başka bir ifadeyle 'Türk' Avrupa parlamenter grubu oluşabileceği düşüncesi, insanın hayal gücünün sınırlarını dahi zorlamaktadır. Tam aksine Türkiye'de sağ ve sol, çevreciler ve komünistler, laikler ve dinciler, egemenlikçiler ve Avrupa yanlıları, merkeziyetçiler ve -bilhassa Kürtler arasında- bölgeciler mevcut olduğuna göre yeni Avrupa milletvekilleri, Avrupa Parlamentosu'na temsilci göndermeyi başaracak diğer siyasi gruplar arasına dağılacaklardır. Türkler, Avrupa Parlamentosu'ndaki toplam 750 milletvekilinden 96'sını belirleyecektir. Bundan daha fazlasını değil. Zira Anayasa, ülke başına milletvekili sayısı ve Parlamento'yu oluşturan toplam milletvekili sayısı olmak üzere çifte tavan uygulaması getirmektedir. Hem çeşitli parlamenter gruplara dağılacaklarından, hem de sayıları sınırlı olacağından Türk milletvekillerinin, tıpkı Maltalılar, İngilizler ve diğer tüm ülkelerin milletvekilleri gibi, Avrupa Parlamentosu'ndan çıkacak bir karara ağırlıklarını koymaya çalışmadan önce, kendi siyasi hassasiyetlerine göre diğer meslektaşlarıyla ortaklıklar kurmaya ve alınacak kararların tabiatına göre bir anlaşma sağlanmasına katkıda bulunmaya çalışmaları gerekecektir'' dedi. ''AVRUPA PARLAMENTOSU, YASAMA GÜCÜNÜ BAKANLAR KONSEYİ İLE PAYLAŞIYOR'' Avrupa Parlamentosu'nda alınacak bir kararın, Avrupa kararının sadece yarısını oluşturmuş olacağını da belirten Le Figaro gazetesi yazarı Dominique Reynie, ''Zira Avrupa Parlamentosu, yasama gücünü Bakanlar Konseyi ile birlikte paylaşmaktadır'' ifadesine yer verdi. ''Devlet ve hükümet liderlerini biraraya getirecek AB Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi ile dosyalara göre ilgili bakanları biraraya getirecek AB Bakanlar Konseyi çerçevesinde ise kararlar, Komisyon veya Avrupa Dışişleri Bakanınca yapılan öneriler esasında ya nitelikli çoğunlukla ya da oybirliğiyle alınacaklardır'' diyen Reynie, görüşlerini şöyle sürdürdü: ''Bu önerilerin oybirliğiyle kabul edilmesi gerektiğinde Türkiye, tıpkı diğer üye devletlerin her biri gibi, nüfusu ne olursa olsun, mekanik olarak bir veto hakkına sahip olacaktır. Ne bir fazla ne bir eksik. Bu önerilerin çoğunluk esasıyla kabul edilebileceği durumlarda ise, devletlerin sayısı kriteri ile nüfus kriterini birlikte gözönünde tutan nitelikli çoğunluğun sağlanması söz konusu olacaktır. Dolayısıyla bir kararın nitelikli çoğunluk esasıyla alınabilmesi için üye devletlerin en az yüzde 55'inin (ki 27 veya 28 üyeli bir Avrupa'da 15'ten fazla ülke anlamına gelmektedir) olurunun alınması ve AB nüfusunun en az yüzde 65'inin temsil edilmesi gerekecektir. ''TÜRKİYE, GENİŞ BİR ÇOĞUNLUĞA DAHİL OLMADIĞI SÜRECE, KARAR ÜZERİNDE ASLA ETKİLİ OLAMAZ'' Le Figaro yazarı, ''Başka bir ifadeyle Türkiye, geniş bir çoğunluğa dahil olmadığı sürece karar üzerinde asla etkili olamayacaktır. Bir hususu daha burada belirtelim: Anayasaya göre, önerinin Komisyon'dan (metinlerin sadece yüzde 5'i için bu durumun geçerli olduğu elbette bir gerçek) veya Avrupa Dışişleri Bakanından gelmediği durumlarda nitelikli çoğunluk, devletlerin yüzde 72'sinin (ki en az 20 devlet anlamına gelmektedir) oluru ile Avrupalıların en az yüzde 65'inin temsili esasına göre belirlenecektir. Bu iyice güçlendirilmiş nitelikli çoğunluk, bilhassa üye devletlerin inisiyatifiyle hukuk ve içişleri konularında yapılan öneriler, Konsey'in dış politika ve ortak güvenlik konularındaki inisiyatifleri, Avrupa Parlamentosunun önerileri v.b için geçerli olacaktır Hırvatistan'ı da kapsayan 29 üyeli (yani toplam 558,3 milyon nüfuslu) bir Avrupa Birliği'nde Türkiye, Avrupa nüfusunun sadece yüzde 13-14'ünü temsil edeceğine göre, kendi kararını dayatma imkanına sahip olamayacağı gibi bir çoğunluğun oluşmasını engelleme imkanına da sahip olamayacaktır'' ifadelerini kullanıyor ve, ''Öte yandan bütçe kararı konusunda Anayasa'nın, bir yılı aşan süreyi kapsayan finans programının kabul edilmesi için oybirliği şartını muhafaza ettiğini de burada belirtelim. Son olarak da, her devletin her zaman oy hakkı olmayacağını da burada hatırlatalım. Daha açık bir ifadeyle, bazı konularda birlikte yol almak isteyen en az sekiz devletin biraraya gelmesi sonucu başlatılan güçlendirilmiş işbirlikleri böylelikle sürdürülecektir. Bu güçlendirilmiş işbirliklerine üye olmayan devletler, doğal olarak o konularda karar yetkisine de sahip olmayacaklardır. Euro bölgesi, bu alanda ikinci bir örneği oluşturmaktadır. Bu bölgeye üye olmayan devletler, onun kararlarına da katılamayacaklardır.'' şeklinde görüş belirtiyor. Dominique Reynie, yazısını şöyle tamamladı: ''Mantıken Türkiye, her üye devlet gibi, ancak kararların oybirliğiyle alınacağı durumlarda veto edebilme hakkına sahip olacaktır. Kararlar git gide çoğunluğa dayanarak alındıkça Türkiye de git gide herkes gibi birlikte çalışmak durumunda olacağı diğer devletlere bağımlı olacaktır. Anayasal antlaşmanın mantığının çoğunluk esasına göre karar alınmasını aşama aşama teşvik etmeye dayandığı dikkate alınacak olursa, Türkiye'nin üyeliğine şüpheyle bakanlar için çözüm, Anayasa'nın kabul edilmesinde yatmaktadır.'' Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:22

İLGİLİ HABERLER