28 ŞUBAT'I DEŞİFRE EDEN İSTİHBARATÇIDAN YENİ DARBE UYARISI!...
www.cunta.org adresindeki sitede iki kuvvet komutanının dikka yönetimi planları yaptıkları iddia ediliyor.
Sitede ayrıca Bülent Orakoğlu'nun 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını anlatan 'Deşifre' isimli kitabı da bulunuyor.
Dünyadaki ve Türriye'deki darbelerin de detaylı olarak anlatıldığı sitede, köşe yazarlarından seçme yazılar yeralıyor.
İŞTE, ORAKOĞLU'NUN SİTESİNDEKİ ŞOK EDİCİ İDDİALAR:
CUNTA.ORG DİKTACI GENERALLERİ DEŞİFRE EDİYOR
BÜTÜN ÜLKEYİ POST MODERN SIKI YONETİME SOKACAK “B PLANI” SADECE CUNTA.ORG’DA
ŞAHİNLER ÖZKÖK PAŞA’YI ZORLAYABİLİR
* AB uyum yasaları ile hakimiyeti zayıflayan MGK’nin ülke yonetimindeki asker baskısını idame ettirecek “B planı”nı Orgeneral Özkök’e rağmen kimler devreye soktu?
* Ülkenin yüzde 91’ine hakim olan Jandarma, emniyet kuvvetlerinin kontrolundeki yüzde dokuzluk kısımı da ele geçirmek için her geçen gün yeni bir adım atarken, “İç Güvenlik Koordinasyon” gibi sözde kurullarla, sivil idare ile birliktelik adı altında neler yapmayı planlıyor?
* Dünyada jandarmasını iç güvenlikte kullanan Türkiye ve Cezayir’den başka ülke var mı?
* Diktacı generaller, yüce Atatürk’un engin öngörüsü ile Jandarma teşkilatı için belirlediği çerçeveyi nasıl kırdılar?
* Orgeneral Yalman’ın Jandarma’dan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gecmesi, teşkilat içinde sevilmeyen, mali ve idari zaafiyetleri bilinen Eruygur’un yeni Jandarma Komutanı seçilmesi sadece bir tesadüf mü?
* Uygulaması süren “B planı” kimin başını yiyecek? Plana ve statükoya baş koymuş Yalman ve Eruygur’un mu yoksa yanlızlığa itilen Özkök Paşa’nın mı?
* Ülkemizin 20 yıldır gündemini meşgul eden ayrılıkçı-bölücü terör olaylarında büyük başarı gösteren Polis Özel Harekat Birimleri, 28 Şubat sürecinde, bilinçli olarak nasıl küçültüldü? Bu kuvvetlerde bulunan bazı teçhizatlara kim el koydu? Kırsal alan operasyonlarında tartışılamaz başarı elde eden ve pek çok çatışmada askeri birlikleri ve personeli içine düştüğü zor durumdan kurtaran bu polis biriminin yokedilmesinin ardında sivil başarıyı gölgeleme ve jandarmaya alan kazandırma gayreti mi vardı?
* Genelkurmay’a bağlı, sicili askerlerce verilen, askeri eğitim alan, hayati; karakol, lojman, devriyede üçgeninde ve emir komuta altında geçen askerler, iç güvenlik tanımı altında; içinde izcilik, çevre koruma ve çocuk suçlarını engelleme gibi tamamı sivil görev olan alanlarda ne kadar başarılı olabilirler?
* Türk halkı, daha üç beş yıl öncesine ait; köy yakma, işkence, dışkı yedirme ve hala davası süren toplu tecavüz gibi sabıkaları ile jandarmaya güven duyabilir mi?
CUNTA.ORG, Org. Yalman ve Eruygur’un dikta planını açıklıyor.
Post Modern sıkı yönetim ya da “cenderme cenderesi”
Klasik darbeler bayatlamış, post modern darbenin son kullanma tarihi geçmiş de olsa bazı generallerin dikta arzusu hala bir papatya kadar taze. Kesintili darbelerle heveslerini alamayan bu paşalar, bütün memleketi post modern sıkı yönetim altına alacak bir “sürekli darbe” planı yapıyor. Türk halkının demokratik yaşama kavuşma, ekonomik refaha ulaşma hayalleri ile birlikte Avrupa Birliği hedefini de tam ortadan delecek bu “darbeli matkap”ın yeni ucu: Jandarma
Uyum yasaları ile hakimiyeti sarsılan, yayınlanan gizli yönetmelikle gölge hükümet olduğu açığa çıkan, son sekreterinin ağzında bakla islanmaması sebebiyle imajı zedelenen MGK ile ülke yönetiminde asker baskısını açıktan sürdürmenin izahı kalmamıştı. Diktacı generaller, Orgeneral Hilmi Özkök gibi demokrasiye yürekten inanan bir Genelkurmay Başkanına rağmen “B planı”nı devreye soktular.
PLANIN HEDEFİ: KALAN YÜZDE DOKUZ
Aşagıda tamamı resmi bilgilere dayalı ve butun ayrıntıları ile anlatılacak olan bu plan, “halen memleketin yüzde 91’inin sorumluluğunu yürütmekle” övünen (Bu ifade bize degil, http://www.jandarma.tsk.mil.tr/genel/gorevi.htm adresli resmi siteye ait) Jandarma kolluk kuvvetlerini, her nasılsa sivil idareye bırakılmış yüzde 9’cuk kısıma da hakim kılmaktan ibaret.
Yalman ve Eruygur’un planı dahilinde, kanun tarafından belirlenmiş Jandarmanın sınır taşları sivil alana doğru her geçen gün bir adım daha ileriye götürülüyor. Örneğin, vatandaşlara ait bilgi bankaları, parmak izi kayıtları, uluslararası polis organizasyonlarıyla işbirliği calışmaları, trafik denetimleri, istihbarat çalışmaları gibi kritik alanların bir kısmının devrinde başarılı olunmuş, diğer kısımlar için de yoğun gayret içine girilmiştir. Jandarma; hükümet, meclis, bütün demokratik kurum ve kuruluslar ve hatta sivil toplum örgütlerinin gözüne baka baka; izcilik, çevre koruma ve çocuk suçlarını engelleme gibi sözde yüzde yüz sivil alanlarda bile cirit atmaktan kaçınmamaktadır.
İÇ GÜVENLİK KOORDİNASYON KURULLARI
İçişleri Bakanlığı’nın altında, Jandarmanın daha etkin olarak yer almayı (%75 oranında) amaçladığı “Iç Güvenlik Koordinasyon Kurulu” oluşturma gayretleri, dışarıdan ilk bakışta masum ve daha verimli hizmet üretmek için gerekli olarak gösterilebilmektedir. Ancak, sivil otoritelerin dolaylı olarak baskı altında tutulabildiği bu tür organizasyonlar, demokratik bir ülkede sivil otoriteler tarafından yapılması zorunlu olan iç güvenlik hizmetlerinin ve kontrol alanlarının askeri denetime geçmesine sebep olmaktadır.
Bulundukları makamlara geliş usulleri ile Turk Silahlı Kuvvetleri tarihinde nâdir görülen özellikler sergileyen Yalman ve Eruygur paşaların, demokrat kimliği ile tanınan Özkök paşa karşısında askerin şahin kanadını temsil ettiği bilinmeyen bir gerçek değil, Özkök’ün, yakın tarihte bir ayak oyunu ile kaydırılan Edip paşa gibi bu ekibe feda edilmesinin sadece ve sadece kadere takıldığı da düşünülürse “B planı”nın daha çok canlar yakacagı kesin. Ama kimlerin?
GİZLENEN FAALİYETLER VE ATATÜRK VİZYONUNDAN SAPMA
Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıktığımız ve olağanüstü durumun devam etmekte olduğu yıllarda bile, Cumhuriyet yönetiminin ilk kadrosu, iç ve dış kamu gücü ayrımını yapmıştır. Darbe dönemlerinde bile, iç güvenlik yetkilerinin, yasal açıdan iç güvenlikten sorumlu birimler eliyle kullanılmasına özen gösterilmiştir. Bunların ışığında, modern polis yetkilerinin Jandarma tarafından icra edilebilmesi için, kamuoyundan, siyasi otoriteden ve kurumlardan gizli olarak yürütülen faaliyetler, Atatürk Türkiyesi vizyonundan bir irticadır, bir sapmadır.
Yaşadıkları dönemde sivil otorite ve askerler arasındaki kalın çizgileri belirleyen, milletin yegane hakimiyet unsuru olduğunu dile getiren, bu yaklaşımı ile çağdaşlarından önce demokrasiye vurgu yapan ve bunu uygulamada bizzat kendileri gösteren Yüce Önder Gazi Mustafa Kemal ve en önde gelen yardımcısı dönemin Başbakanı Sayın Ismet Inönü, dünyadaki yönelişi üstün öngörüleri ile hissetmişler ve 1930’lu yıllarda Polis Akademisi ve Koleji’nin kuruluş emrini vermişlerdir. Ülkenin sanayileşmesi ve kentleşme olgusunun getirilerini önceden fark eden bu büyük devlet adamları, elbette gerek görselerdi, aynı dönemde Kara Harp Okulu yanında, Jandarma Subay Okulu’nu da açtırırlardı. Halbuki, Ulu Önder, 1934 yılında, bizzat imzaladığı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 12. maddesine, “polisin teşkilatlanmasını tamamlayıncaya kadar, bu bölgelerdeki asayiş görevlerini Jandarmanın GEÇİCİ OLARAK yürüteceği” ibaresini koydurmuştur.
YURT DIŞINA DA JANDARMA ELİ
Jandarma, aradan gecen 70 yıl içinde bu GECİCİ GÖREVİN polis teskilatına devri bir yana özellikle son yıllarda polisin hali hazırdaki görev alanlarına da el atmıştır. Şimdi sıkı durun: Değil yurt içi görevler, Emniyete ait yurt dışı görevler de Jandarma’nın ilgi sahası olmaktan kurtulamamıştır. Hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün imza attığı yetki belgesine rağmen. Atatürk, “çağdaş devlet vizyonu”nu gösteren bir kararla 1931 yılında Interpol Türkiye Milli Bürosu olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü Interpol Bürosu yetkili kılmıştır. Atatürk mirasına sahip çıkmada üstüne toz kondurmayan generallerimiz egemenlik hırsıyla hata üzerine hata yapmaktadır. Daha birkaç yıllık yakın dönemde, AB üyesi devletlerin iç güvenlik temsilcilerinin sıcak karşılamamalarına rağmen, Jandarma Teşkilatımız Interpol ve Europol’da da ısrarla yer almaya çalışmaktadır.
JANDARMA İÇİN BİLGİ PAYLAŞIMI: AL AMA VERME!
Diger devlet güvenlik birimlerinden en gizli bilgileri alırken “bilgi paylaşımı”nı gerekçe gösteren Jandarma, ortak bilgi paylaşımına açılan alanlarda ise, kendi bilgi bankalarından İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bilgi akışını olabildiğince daraltmakta, hatta bazen engellemektedir. Maalesef, bu durumlarda, bilgiyi paylaşmayan Jandarma birimi ve rütbelisine şimdilik kimse hesap soramamaktadır. Ortak hareket edilmesini ve işbirliğini sağlamak için yapılan koordinasyon toplantılarında, tek taraflı baskının hissedilmekte ve oligarşik hakimiyeti sağlamayı amaçlayan istekler dayatılmaktadır.
Jandarmanın resmi internet sitesinde “İnsan Hakları çerçevesinde icra edilen faaliyetler” başlığı altında övünülerek anlatıldığı üzere, insan haklarını; bu konuda resmi kitap yayınlamak ya da “İnsan Haklari’na riyaet edilecek… Et” komutundan ibaret sananların sivil topluma nasıl bir insan hakkı sağlayacağını kestirmek oldukca zor olsa gerek. Bir ömür, karşısındaki kişi üst ise emir almaya alt ise emir vermeye alışan bir asker, huzurundak iki büklüm bekleyen bir sivili acaba nasıl algılar? Asli görevi acemi er eğitimi, sınır görevi gibi askeri hizmetler olan bir kuruluş ve bu kuruluşun hayatı; karakol, lojman, devriyede üçgeninde geçen asker personelini “İç güvenlik” başlığı altında sivil toplumla yüz yüze getirmek ne kadar akıl kârıdır? Komutanından zılgıt yemiş bir jandarma onbaşısının hıncını vatandaştan çıkarmayacağını kim garanti edebilir?
SİYAH BEYAZ VE HÂKİ
Askeri hayata ait; “düşman-dost” “suclu-suçsuz” gibi “siyah-beyaz” uygulamalar; sivil hayatın gri tonlarının da otesindeki renk cümbüşü içinde “haki yeşil” görüntüsüyle göze batmayacak mıdır? Jandarmasını iç güvenlikte kullanma uygulaması çok matah olsaydı, bütün dünyada sadece Türkiye ve Cezayir’den başka birkaç refah ülkesi de bunu düşünebilirdi herhalde.
Askeri görevlerle Genelkurmay’a, iç güvenlik hizmetiyle İçişleri Bakanlığı’na bağlı bulundugu söylenen Jandarma teşkilatı, sivil hayat söz konusu olunca; “uçmada deve, yük taşımada kuş” mazeretinden biran evvel sıyrılmalıdır.
İşgal altındaki Irak topraklarında bile A.B.D., işgal görüntüsüne son vermek için, yerel polis güçlerini iç güvenlikte devreye sokma gayreti göstermektedir. Çünkü, iç güvenlik hizmetlerinde asker kullanımı görüntüsü, içinde yaşadığımız modern çağda, işgal, rejim dayatması veya diktatörlük gibi algılanmaktadır. Bu durumda, milli mücadele sonunda Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları önderliğinde Türk halkının mücadelesiyle kurulan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, dar çıkarlar uğruna muz cumhuriyeti görüntüsüne mahkum edilmektedir.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne korunan sivil devlet yapılanmasına askeri kontrollü kalıcı bir karakter kazandırılarak olağanüstü kısıtlayıcı ve kontrol edilemez bir “dikta rejimi” tesis edilmektedir. Darbe süreçlerinin olumsuz etkilerinden ancak çeyrek yüzyılda kurtulabilen ülkemizde bu diktanın gerçekleşmesi halinde, insan hakları ve özgürlükleri açısından en az çeyrek asır düzeltilemeyecek bir tehdit sendromu yaşanacaktır.
İşte bütün ayrıntıları ile
“B planı”
Ülkemiz, Avrupa Birliği’ne üyelik ve demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmış bulunmaktadır. TBMM’de kabul edilen uyum paketleri ile uzun yıllardır atılamamış demokratik adımlar hızlı bir şekilde atılmış, ülke yönetiminde sivil otorite ön plana çıkarılmıştır. Demokratikleşme gayreti gösteren diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de, askerlerden statüko yanlıları, demokratik gelişmeler karşısında direnç göstermiş ve bu konudaki tavırlarını yapmış oldukları hiyerarşi dışı açıklamalarla ülke gündemine taşımışlardır.
TOPLUMSAL KESİM VE BASIN BİRLİĞİ
Demokratikleşme çabaları karşısında gösterilen direnç, farklı düşünceleri seslendiren, ancak demokrasi paydasında birleşen toplumsal kesimlerin ve basının tepkisine neden olmuştur. Yakın dönemde medyada yer bulan konu ile ilgili haber ve yorumlar, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Toplumun her kesiminde olduğu gibi, ordu içinde de farklı düşüncelere kendisini daha yakın gören personelin bulunması; bu düşüncelerini işlerine yansıtmadıkları ve toplumsal çalkantılarda taraf olmadıkları sürece normaldir. Diğer önemli bir gerçek ise: Bu güzide kurumda görev alan personelin ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri görebilecek, muhtemel gelişmeleri tahmin edebilecek, bu doğrultuda değişik tedbirler geliştirerek uygulamaya koyabilecek, aksaklıkların olma ihtimaline karşı alternatif planları devreye sokabilecek, hedeflerine ulaşabilmek için azimli (ısrarlı) davranabilecek şekilde yetiştirilmiş olduğudur.
ORDUDA DAR BİR KİTLE STATUKO TARAFLISI
Bu noktada, ülkemizdeki mevcut demokratik gelişimin de, yeni bazı sorunları bağrında barındırdığı görülmekte ve hissedilmektedir. Her askeri operasyonun bir “A” planı olduğu gibi, başarısızlık ve ciddi risk durumunda devreye sokulacak alternatif “B” ve “C” planları bulunur. Ordu içinde, askerin toplum üzerindeki yönetme, yönlendirme ve denetleme fonksiyonunun devamını isteyen, üst düzey rütbelerde dar bir kitlenin bulunduğu bilinmektedir.
Bu ekibin bütün gayretlerine rağmen, ülke demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmış, hatta bu adımlar yine ordu içinde en üst düzeyde de destek görmüştür. Ancak, mevcut gelişmelerin bu yönde seyredebileceği ihtimalini gören statükocu unsurların, toplum üzerinde ordunun yönetme, yönlendirme ve denetleme fonksiyonunu devam ettirecek şekilde bir takım çalışmalar başlatmış oldukları, son dönemlerde atılan adımlardan açıkça anlaşılmaktadır.
MGK, PSİKOLOJİK HAREKAT VE YENİ PLANLAR
Özellikle 28 Şubat ile ordunun kazandığı güç ve iktidar, etkinlik döneminin bir müddet sonra sona ereceğini fark eden askeri otoritelerce, bahsedilen alternatif planların hazırlanmasında ve çalışmaların hızlandırılmasında kullanılmıştır. Açıklamaları komplo teorisyenliği içinde değerlendirmeye gerek yoktur. Kısa süre önce basına yansıyan ve MGK’nın çalışmalarını yönlendirdiği öğrenilen gizli nitelikli psikolojik harekat yönetmeliğinin varlığı, bu yaklaşımı açıkça doğrulamaktadır. Üstelik ileride verilecek bilgilerden de görüleceği üzere, adı geçen psikolojik harekat yönetmeliği, başta diğer toplum kesimlerinden ilgililerin bilebilecekleri mevzuat haline getirilmiş olması yönüyle, en masum olanlarından biri kabul edilebilir. Halbuki, ordu içindeki dar çevrenin yönlendirme ve gayretleriyle ortaya konulduğu anlaşılan diğer planlama ve çalışmalar, demokratik açıdan çok daha tehlikeli bir görünüm arz etmektedir.
DUNYADA BANKASI OLAN TEK ORDU TSK, OYAK’LA EKONOMİNİN DE İÇİNDE
Bu çalışmalardan birisi, ordunun ekonomik sistem içindeki rolünü ve etkinliğini artıracak şekilde, OYAK’ın büyütülmesi, finans başta olmak üzere tüm sektörlere el atmasıdır. Geçmiş dönemde meydana gelen krizlerden bu kurumun etkilenmemiş olması, elbette ki iyi yönetilmiş olmasına bağlanabilir. Kanunlar, muhakkak her türlü denetlemeye uygun olarak tasarlanmıştır. Ancak, farklı sebeplerinin olup olmadığının araştırılıp araştırılamayacağı, arkasında bulunan kurumu karşıya almak olacağından dolayı, şüphelidir.
Mevzuatta yapılan ya da halen tasarlanan yeni hukuki düzenlemelerle, ordu tarafından denetleme amacıyla her türlü kurum ve kuruluşların yönetsel mekanizmalarına yerleştirilen askeri kişiler, tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.
UYUM PAKETLERİ MGK’YI ZAYIFLATTI. YENİ PLAN POST MODERN SIKI YÖNETİM
Toplumun önemli aydın kesiminin fark ettiği üzere, uzun vadede ülkemizin en büyük demokratik sorunlardan birini oluşturacak gelişme, askeri yapının, kırsal kesimlere yönelik güvenlik hizmeti götürülmesindeki açığı kapatmak amacıyla kullanılan Jandarma Teşkilatı’na, -iç güvenlik hizmetlerini tamamıyla kontrol altına alabilmek için- gereğinden fazla fonksiyon yüklemesi ve bu –mevzuatta yarı, gerçekte ise tam- askeri yapıyı büyütmesidir. 28 Şubat ile “post modern ihtilal”i tanıyan milletimiz, bu hedefin gerçekleşmesi halinde “post modern sıkıyönetim” ile de tanışmış olacaktır. MGK uyum paketiyle, ekonomiden sosyal yapıya, eğitimden sağlık hizmetlerine kadar hemen her alanda sivil otoriteler üzerinde gerçekleştirilebilecek askeri baskılara imkan tanıyan yasa maddelerinin kaldırılması, bu kurum içindeki marjinal grubu, jandarmanın gereğinden fazla büyütülmesi ve güçlendirilmesi yoluyla, toplum kontrolünü elde tutma çabasına itmiştir.
JANDARMA ASKER EGİTİMLİ VE ASKERE BAĞLI FAKAT GÖREV ALANI SİVİL
Jandarma kurumu öncelikli olarak askeri amaçlarla kurulmuştur. Bunu Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun ilgili 3. tanım maddesi açıkça ortaya koymaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan, diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren, silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir.” “Jandarma Genel Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası olup, Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına bağlıdır.” Kabul etmek gerekir ki, tamamen askeri eğitim alan bir teşkilatın personelinin Içişleri Bakanlığına bağlılığı, tamamen şekli olmaktan öte geçemeyecektir.
EĞER DEMOKRATİK BİR ÜLKEDE İSEK!
Demokratik bir ülkede:
- Eğer polisin sayı ve imkanları açısından yetersizliği söz konusu ise, bu jandarmanın değil, polisin güçlendirilmesi ile giderilmelidir.
- Özellikle tatil beldeleri ve ticari bölgeler başta olmak üzere şehirleşmiş, belediye hudutları içinde bulunan tüm yerleşim birimlerinin bir an önce polise devri gerekmektedir.
- Büyük şehirlerde halkın gözünü yavaş yavaş alıştırmak amacıyla, jandarma araçlarının hatta siren lambalarını özellikle açık bulundurarak dolaştıkları gözlenmektedir. Bu durum, demokratik bir ülkede olmaması gerekmektedir.
- Jandarmanın sayısal açıdan artırılması, “Çevre Jandarması” gibi aslında başka kurumların sorumluluk alanlarına giren hizmetlerde doğal olmayan görevlendirmeleri ortaya çıkarmaktadır.
- Jandarma teşkilatının, kanunun öngördüğü sorumluluk alanı dışında hakimiyet kazanmaya çalışması, kurumsal çıkarlar uğruna mevcut yasaların ihlali olarak algılanmaktadır.
- Askerin rejim her an tehlikedeymiş gibi davranması, hem demokratik gelişimi engellemekte, hem de mevcut demokratiklik düzeyini uluslararası arenada alt seviyelerde göstermektedir.
- Demokratik sistemin garantörü, ne askerdir ne de diğer kurumlardır, halkın ta kendisidir.
- Jandarmanın istihdamı ile oluşan militarist görüntü, bağımsızlık yolunda Milli Mücadelede yüzbinlerce şehit veren ve ülkesine ve devrimlere bağlı Türk halkına, sanki, Cumhuriyet rejiminin dayatıldığı izlenimini vermektedir.
JANDARMANIN GÖREV ALANI İYİ BİLİNMELİ
- Jandarma teşkilatını, polisin benzeri veya eşiti olan bir kurum olarak görmek bir yaklaşım hatasıdır. Çünkü, jandarmanın kolluk görevinde kullanılması, coğrafi şartlardan ötürü polis karakollarının yapılandırılmasının çok pahalıya mal olduğu yerlerde, geçici olarak bu açığın kapatılmasına yöneliktir. Jandarma Genel Komutanlığı, son hamlelerle istihbarat, kriminal laboratuar hizmetleri, trafik vb. etki alanı kazanmaya çalışmaktadır ve bunda kısmen başarılı olmuştur. Halbuki biraz önce söz edilen, kırsal alanda ifa edilen kolluk görevi tamamen asayiş alanındadır, üstelik bu görev jandarmanın askeri görevlerine eklenmiş tali görevidir. Jandarmanın görev ve sorumluklarının %93.4’ünün acemi asker eğitimi, komando birlikleri, sınır birlikleri, istihkam, muhabere, ağır silah kullanımı vb. askeri alanlarda olduğu unutulmamalıdır.
- Emniyet Teşkilatının personel sayısı 200.000 civarında olduğu, polis memuruna denk tutulabilecek jandarma astsubaylarından itibaren personel sayısının tamamına yakın çoğunluğu sadece askeri konularda uzman toplam 15.000’nin altında olduğu dikkate alınmalıdır. Bu rakamlarda sağda solda 350.000 personeli olduğunu ifade eden J.G.K.’nın polisiye hizmetleri acemi erlerle yaptığını göstermektedir.
KATI ASKERİ YAPI
- Hatta hatta, bugüne kadar, kolluk hizmetini sağlıklı verebileceği iddia edilen bu teşkilatın genel komutanlığına, kendi içinden kolluk hizmetindeki başarıları görülerek yükselen hiçbir personel yoktur. Ancak yakın tarihimizde Güneydoğuda ifa ettiği görevlerle parlayan Aytaç Yalman Jandarma Genel Komutanlığı’ndan sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmiştir. Bu örnek, bizlere, kurumun ne ölçüde katı bir askeri yapıya sahip olduğunu ve bu kültürde yetişen personelin demokratik nitelikli iç güvenlik hizmetlerini ne ölçüde yerine getirebileceklerini açıkça göstermektedir.
- Jandarma Teşkilatı’nın subay sınıfı askeri okullara ve Kara Harp Okulu’na iyi bir asker olmak için girmekte, bu amaçla askeri nitelikli hazırlanmış müfredata göre eğitim almakta ve iyi bir asker olabileceği tescil edildikten sonra mezun olmakta, bunlardan özellikle diğerlerine göre daha düşük başarı elde edenler, savaş sanatları ile hiç ilgisi olmayan iç güvenlik hizmetlerinde maalesef büyük çoğunluğu istemedikleri halde görevlendirilmektedir.
SADECE CEZAYİR VE TÜRKİYEDE JANDARMA İÇ GÜVENLİKTE
- Askeri karakterli Jandarma’nın, iç güvenlik hizmetlerinde istihdamı, şu anda bizim Jandarma teşkilatımızın da üyesi olduğu Akdeniz Jandarmalar Birliği’ne üye ülkeler arasında yer alan Cezayir gibi geri kalmış ülkelere has bir durumdur.
- Demokratik ülkelerde, kamu yönetiminin tarihsel gelişimine paralel olarak, iç ve dış güvenlik hizmetleri ayrıştırılmış; yabancı saldırılarına karşı koyma ve askeri dış operasyonlar gibi dış güvenlik hizmetleri ordulara, kendi vatandaşının ve rejimin güvenliğini sağlayacak iç güvenlik hizmetleri sivil otoritenin yönetim ve denetimindeki polise verilmiştir. Hatta, A.B.D. gibi dünyanın en büyük askeri gücüne sahip bir ülke, bu ayrıştırmanın ışığında, ordusunun önemli bir bölümünü ülkesi dışında konuşlandırmaktadır.
- AB ülkelerinden Almanya, Ingiltere, Danimarka, Isveç, Irlanda, Yunanistan, Finlandiya, Belçika’da ve Lüxemburg’ da jandarma teşkilatı bulunmamaktadır. Demek ki iç güvenlik hizmeti Jandarma olmaksızın da yürütülebilmektedir.
AVRUPA ULKELERİNDE JANDARMA SADECE SİVİL OTORİTEYE SORUMLU
- AB ülkesi Fransa’da da bizdeki jandarmanın örnek aldığı ve model olarak benimsediği gibi Jandarma Teşkilatı olduğuna atıfta bulunanlar bilmeliler ki; Fransız Jandarma teşkilatının başı olan Jandarma Genel Müdürü sivil yöneticilerden atanmakta ve Fransız genel kurmayına değil, sivil otoriteye doğrudan bağlı olarak hizmet vermektedir. Fransa’da sivil otoriteye bırakın açıktan tavır almayı, bu kurum yetkililerinin imalı bakışı ya da bir sözü bile kamuoyunda anında çok ciddi bir şekilde tepki ile karşılanmaktadır.
- Yine Fransa’da, suça müdahale, adli makamlara sevk, suçlular hakkında kayıt tutulması gibi insan hakları açısından kritik hizmetler Jandarma’dan alınarak, tamamen polis teşkilatına aktarılmıştır. Jandarma bu şahıslara ait özel bilgileri adli makamların ve polisin izniyle kullanabilmektedir. Fransız Jandarması, Siyasi Kriterler ve Insan Hakları bağlamında, kolluk hizmetlerinde geçici er ve erbaşların kullanımına son vermiştir. Fransa’da, Jandarmanın bölgesinde işlenen terör, organize suç, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi nitelikli suçlara polis müdahale etmektedir.
İTALYA VE HOLLANDA’DA JANDARMA UYGULAMASI DEĞİŞİK
- Italya’yı örnek gösterecekler için söyleyelim: Italya’da Jandarma, Ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra lağvedilen ordunun yerini doldurmaya çalışmaktadır. Italya’da, Içişleri Bakanlığı’na bağlı polis, Maliye Bakanlığı’na bağlı mali polis ve yine sivil bir otorite olan Savunma Bakanlığı’na bağlı Jandarmanın yürüttükleri görevler ve görev bölgeleri arasında yaşanan polemikler, zaman zaman basına yansımakta ve bu haberler Italyan halkını rahatsız etmektedir. Bundan da anlaşılacağı üzere, Italya’da da Jandarma bir rahatsızlık unsurudur.
- Hollanda’da Kraliyet Askeri Polis Teşkilatı, doğrudan Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak çalışır ve sınırlarda, askeri nitelikli bölgelerde ve konularda faaliyet yürütür. Ancak, talep olduğu takdirde, Hollanda Resmi Polis Gücü’ne toplumsal ve terör olaylarında destek verir.
- Avusturya’da, idari ve özlük açıdan Içişleri Bakanlığı’na bağlı olan jandarma, askeri özelliği kalmamış kırsal polis teşkilatıdır.
- Ispanya’da bizdeki yapılanmaya benzer olan jandarma, kırsal alanda ve küçük yerleşim birimlerinde hizmet vermektedir. Şehirlere inme gibi bir amacı ve faaliyeti asla bulunmamaktadır.
ASKERİ STATUKO DEMOKRATİKLEŞMENİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL
- Demokratikleşme önerilerinin ülkemiz gündemine her gelişinde, ülkemizin batı ülkelerinden farklı olarak kritik bir duruma ve kendine has özel şartlara sahip olduğu söylenmektedir. Aslında, bu düşünceye katılmamak mümkün değildir. Çünkü batı ülkelerinden farklı olarak, devlet yönetimimizde askeri hakimiyet çok geniş olarak yapılandırılmış, sosyal, ekonomik ve kültürel hayata müdahale edebilecek yetkilerle donatılmıştır. Bu geniş yetkilere sahip askeri yapı, demokratikleşme çabaları karşısında mevcut statükoyu koruma, hatta genişletme eğilimi gösterdiğinden, demokratikleşmenin önündeki en büyük engeldir. Bu açıdan özel ve kritik bir konuma sahip olan ülkemizde, halkımızın demokratikleşmeye sahip çıkması şarttır.
- Katı bir etnik sorunun varlığı açısından potansiyel bir ülke olan Belçika, bu problemi kökünden 1991 yılında halletmiş, Jandarma Teşkilatı’nı lağvederek tüm yetki ve sorumluluğu polis kurumuna vermiştir. Belçika bize örnek olarak uymaz diyenler için söyleyelim: Eğer sonuçlarına katlanılabilinirse, Lübnan Jandarma Teşkilatı örneğinde olduğu gibi, tüm nitelikli polis idari ve adli görevleri jandarma teşkilatına devredilebilir.
- Işledikleri suçlardan dolayı aranılan firari sanıkların ve fuhuşla geçimini sağlayanların, profesyonel gözlerden uzakta ikamet etmek amacıyla özellikle Jandarma bölgelerini seçtikleri, her iki kurum yetkililerince de bilinmektedir. Bu da bırakın şehirlere inmeyi Jandarmanın daha kırsal kesimdeki görevini hakkıyla yerine getiremediğini göstermektedir.
PSİKOLOJİK HAREKAT SÖYLEMİ
- Jandarma Teşkilatı, almış oldukları askeri eğitimin bir parçası olan psikolojik harekat yöntemlerini maalesef halkımızın üzerinde uygulamaktadır. Psikolojik harekatın söylemine göre:
* Ülkemizin daha demokratik hale gelebilmesi için yapılan (okuduğunuz yazıdaki gibi) her eleştiri, ülkemizin birlik ve beraberliğini bozmayı hedefleyen düşmanlar ve yerli hainlerce (bu kelimeyi yazarken ülkesini ve milletini çok seven insanların içi acıyor) üretilmektedir.
* Emniyet Teşkilatı, siyasilerin ve sivil otoritenin emri altında olduğu için, jandarma demokrasinin teminatıdır (örneğin, darbe dönemleri).
* Polise bir sürü eleştiri yöneltiliyor, asker ise hiç eleştirilmiyor. Demek ki, iç güvenlik hizmetlerinde asker kullanımı daha iyidir.
* Basından da izleneceği üzere, Jandarma suçlulara karşı sürekli başarılı operasyonlar gerçekleştirmektedir. Öyleyse, jandarmanın hiç başarısız operasyonu yoktur.
* Basında suç işleyen jandarma yetkilileri ve personeli yer almadığını göre, bu kurum çok daha güvenilirdir.
* Savcılar, bu kurumda suç işleyen rütbelilere pek dava açmadıklarına göre, demek ki bu insanlar çok dürüsttür.
* Sizinle muhatap olan jandarma erleri sizin çocuklarınızdır (Bu söylem, polislerin başka hangi milletin çocuğu olabileceği sorusunu akla getirmektedir).
* Harcamaların ve faaliyetlerinin halkın seçtiği sivil otoriteler tarafından denetlenmesi, kurumun güvenliğini zedelemektedir.
“BENDENSİN” ZİHNİYETİ
- Jandarmanın tabi olduğu personel rejimi diğer kuvvet komutanlıklarında olduğu gibidir. Sicil sistemi ve yargılanmaları polisten ayrı olarak sivil demokratik otorite ve bağımsız mahkemeler yerine askeri otorite ve mahkemelere tabidirler. Buna rağmen jandarmanın iç güvenlikte gücünü artırmaya başlamasıyla Jandarma personelinin karıştığı yolsuzluk olaylarında büyük bir artış kamu oyuna yansımaktadır. Yolsuzlukla ilgili görülen mahkemelerin safahatı, üst düzey askeri yetkililerin isteği ile, ilgili askeri mahkeme tarafından basına kapalı olarak yürütülmesi, sıklıkla medyaya yansımaktadır. Herhangi bir suç işleyen Jandarma personeli veya birimiyle ilgili araştırma yapan veya yürütmede görülen aksaklıkları dile getiren sivil bir vatandaş derhal askeri savcının huzurunda kendini ordunun manevi şahsiyetini yıpratan bir sanık olarak bulmaktadır. Bu durumun demokratik bir toplum için ne anlam ifade ettiğini irdelemeye gerek dahi yoktur. Bir ülkede yürütmeden sorumlu tüm birimler, hukuki formlar çerçevesinde eleştirilebilmesi ve hesap vermeleri çağdaşlığın gereği iken, insan hakları açısından en büyük önemi taşıyan güvenlik hizmetini veren kurumların bunun dışında tutulması düşünülemez, ki, mevcut polis teşkilatı personeli böyle bir zırha sahip değildir.
6 KEZ DEĞİŞEN KURULUŞ YILDÖNÜMÜ YA DA SİDİK YARIŞI
- 6’ncı kez kuruluş yıldönümünü değiştiren Jandarma Genel Komutanlığı, geçen yıla kadar 14 Haziran 1846 olarak kutlanan kuruluş tarihini 14 Haziran 1839 olarak değiştirmiştir. Son değişiklikle daha önce polis teşkilatından bir yıl sonra kurulduğu şekliyle yıldönümünü kutlayan Jandarma, Polis Teşkilatı'ndan 6 yıl önce kurulduğunu belirlemiş ve sonunda polis teşkilatından önce kurulmuş olmayı başarmıştır. Aslında Jandarma Teşkilatının böylesine bir araştırma ve çabayı göstermesine çok fazla gerek bulunmamaktadır. Çünkü, ilk Türk Devletlerinden itibaren kolluk hizmeti de veren askeri birimler, tarihimizde neredeyse 2000 yıldan fazla bir tarihi geçmişe dayanmaktadır. Fakat, Jandarmanın tarihine ilişkin yapılacak
araştırmalarda gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus, askeri nitelikli bu kurumun batı ülkelerinde 19. Yüzyılın başlarından itibaren lağvedilmeye başlanarak, yerlerine çağdaş toplum gereklerine uygun iç güvenlik hizmetlerini üretecek polis yapılarının kurulduğudur.
CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK YOLSUZLUKLARI
- 28 Şubat süreci çerçevesinde, sivil otorite ve denetimin kan kaybetmesine bağlı olarak Cumhuriyet Tarihinin en büyük yolsuzlukları meydana gelmiştir. Bu yolsuzlukları gerçekleştiren çevrelerin, yolsuzlukları planladıkları ve uyguladıkları zaman diliminde basına yansıyan ulusalcı ve statükocu söylemleriyle, ordunun üst yönetim kademelerinden takdir ve destek almaya çalıştıkları hala hafızalardadır. Ordunun üst yönetim kademelerinin belli ölçüde takdir ve desteğini aldığı görülen bu çevrelere karşı, yine ordunun hiyerarşik yapısı içinde yer alan Jandarma teşkilatının operasyon yapması mümkün görülmemektedir.
- Jandarma teşkilatı halen yayınlanmakta olan http://www.jandarma. tsk.mil.tr/genel/gorevi.htm adresli kurumsal internet sitesinde, “Jandarmanın sorumluluk alanı Türkiye yüzölçümünün % 91’ini kapsamaktadır.” Ifadesine yer vermiştir. Ülke nüfusuyla, suç bölgeleriyle, adliyeye sevk edilen suçlularla ve üretilen diğer güvenlik hizmetleri ile hiçbir bağıntısı olmayan bu oran ülkemizin kırsal kesimi ile şehirleşmiş alanlar arasındaki toprak yüzölçümlerinin karşılaştırılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu mentaliteye göre, Maden Tetkik ve Araştırma Kurumu ülkenin % 100’ünde söz sahibi iken, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Bankaların üzerinde inşa edildiği araziler göz önünde bulundurulduğunda ülke topraklarının belki de 10 milyonda birinde söz sahibidirler. Elbette, boş arazi yüzölçümleri dikkate alınarak bulunan bu % 91’lik oran, ülke güvenliğinde polisten 10 kat daha fazla söz sahibi olma isteğinden dolayı bulunmuştur. Devlet Istatistik Kurumu’nun verilerine göre, nüfusun %66’sı polisin, %33’ü jandarmanın sorumluluk alanındadır. Jandarmanın %33’ü bulan sorumluluk alanları içinde de kırsal nitelikten çıkmış ve şehirleşmiş, dolayısıyla polise devri gereken pek çok yerleşim alanı mevcuttur. Ülke genelinde meydana gelen asayiş olaylarının %90.6’sı polis, %9.4 jandarma bölgelerinde meydana gelmektedir. Oransal olarak, dolandırıcılık, gasp, narkotik ve mali suçlar gibi nitelikli suçların polis bölgelerinde; hayvan hırsızlığı, tarla ihlali ve sulama suyunun taksimatına bağlı darb ve hakaret suçları gibi niteliksiz suçların ise jandarma bölgelerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Hatta suç istatistik oranlarının artması için, eşekten düşmelerin bile olay sayısına dahil edildiği bilinmektedir.
JANDARMAYA POLİS İLE AYNI BÜTÇE
- Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 10. maddesi, Jandarma’nın aslında, asli iç güvenlik unsuru olan Emniyet Teşkilatı’nın kırsal bölgelerdeki açığını kapatmak için görevlendirilmiş olduğunu açıkça göstermektedir: “Jandarmanın genel olarak görev ve sorumluluk alanı; polis görev sahası dışı olup, bu alanlar Il ve Ilçe belediye sınırları dışında kalan yerler ile polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir.”
- Hizmet verdikleri nüfus kitleleri, müdahale ettikleri suçlar, ürettikleri güvenlik hizmetleri ve personel sayıları karşılaştırıldığında iç güvenliğe onlarca kat daha az katkıda bulundukları görülecek olan jandarma teşkilatı, yaklaşık 20 kat daha fazla personel gideri olan polis teşkilatı ile hemen hemen aynı bütçeye sahiptir. Bu bütçeyi, poliste var olan ve istendiğinde jandarmanın da kullanabileceği teknik imkanlar ve birimler var olduğu halde, aynı teknik cihazları tekrardan satın alarak ve aynı birimleri gereksiz harcamalarla tekrar kendi bünyesinde kurarak, özellikle son dönemde büyük zorluklarla ve fedakarlıklarla toplanan vergilerden sağlanan bütçe oligarşik amaçlar uğruna israf edilmektedir.
ABD IRAK’TA BİLE İÇ GÜVENLİKTE POLİS KULLANILMAYA ÇALIŞIYOR
- İşgal altındaki Irak topraklarında bile A.B.D., işgal görüntüsüne son vermek için, yerel polis güçlerini iç güvenlikte devreye sokma gayreti göstermektedir. Çünkü, iç güvenlik hizmetlerinde asker kullanımı görüntüsü, içinde yaşadığımız modern çağda, işgal, rejim dayatması veya diktatörlük gibi algılanmaktadır. Bu durumda, milli mücadele sonunda Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları önderliğinde Türk halkının mücadelesiyle kurulan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, dar çıkarlar uğruna muz cumhuriyeti görüntüsüne mahkum edilmektedir. Örneğin PKK-KADEK, DEV-SOL, Kaplancılar vb. yasadışı örgütlerin Avrupa Birliği ülkelerinde yapmış oldukları olumsuz propagandanın önemli bir savı, iç güvenlik hizmetlerinde asker kullanılmasına ve bu nedenle ortaya çıkan işgal benzeri algılanabilecek görüntüye ayandırılmaktadır. Bu durum rejim hakkındaki tartışmalara zemin hazırladığı için AB sürecinin yakın döneminde hatırlanacağı üzere, Hollandalı parlamenter Ostlender, Atatürkçülüğü ve Türkiye Cumhuriyetinin rejim esaslarını tartışmaya açma cüretini kendinde bulabilmiştir. Atatürkçülüğün ve Cumhuriyetin koruyucusu olduğunu iddia eden bir kurumun, bu tabloyu hazırlayan aktörler arasında kalmış olması çok hazindir. Bu arada bazı dikta rejimlerine de haksızlık yapmamak gerekir ki, bunların bir kısmı, anti-demokratik görüntüyü telafi edebilmek için iç güvenlik hizmetlerinde asker kullanmamaktadırlar.
“LOJMAN-KIŞLA-AST-ÜST” HAYATI VE SİVİLE KARŞI TAVIR
- Personeli kurum içi normlarda sosyalleşen jandarma personeli, kışla, lojman ve askeri sosyal tesis üçgeninde sosyal hayatını devam ettirmektedir. Askeri yapılanmanın ve istihbarata karşı koymanın (IKK) bir gereği olarak bu yaşam standardını zorunlu olarak benimseyen bir jandarma personelinin, iç güvenlik hizmetlerinde modern toplumlarda beklenen uzlaşmayı, işbirliğini, iletişimi, diyaloğu ve eleştirel yaklaşımı hazmetmesi mümkün değildir. Sahip olunan sosyal çevre ve kurum kültürü, jandarma personelinin vatandaşı bir ast gibi algılamasına, emir verme iç güdüsünün ortaya çıkmasına, eleştirel tavırları isyan gibi değerlendirmesine ve adli mekanizmaya sevk edilmesi gereken olaylarda, re’sen ceza verme hakkının kendisinde saklı olduğu kanaatini taşımasına neden olmaktadır.
- Trafik hizmetleri, eğitim hizmetleri, özel kurum ve şahıs koruma hizmetleri, kısmi kriminal tespit hizmetleri, suça karışan çocukları koruma ve eğitme hizmetleri, pasaport işlemleri, silah ve işyeri ruhsatı verme, sürücü belgesi, tescil ve kayıt işlemleri vb. hizmetlerin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, polis tarafından bile yapılmayıp, tedricen sivil kamu kurumlarına ve organizasyonlara devredilmeye çalışıldığı günümüzde, bu hizmetlerin anlaşılamaz bir şekilde jandarma tarafından yetki alanına alınması için gösterilen gayret, sadece ve sadece sosyal kontrolün dar marjinal bir askeri çevre ve diğer menfaat gruplarının ortak amacının ürünü olduğu açıkça görülmektedir.
POLİS ÖZEL HAREKAT BİRİMLERİ HARCANDI
- Jandarma varlığını devamını ettirme gerekçeleri arasında terör olaylarının potansiyel varlığına işaret etmektedir. Terör suçları sosyolojik açıdan ele alındığında, bu olaylara karışanların düşman değil, kandırılmış ve kullanılmış vatandaşlar olduğu görülecektir. Bütün batı ülkeleri, bu yönüyle doğal olarak, terör suçlarını polisin ilgi alanında kabul ederler. Ülkemizin 20 yıldır gündemini meşgul eden ayrılıkçı-bölücü terör olaylarında büyük başarı gösteren Polis Özel Harekat Birimleri, 28 Şubat sürecinde, bilinçli olarak küçültülmüş ve kuvvelerinde bulunan bazı teçhizatları ordu emrine alınmıştır. Kırsal alan operasyonlarında tartışılamaz başarı elde eden ve pek çok çatışmada askeri birlikleri ve personeli içine düştüğü zor durumdan kurtaran bu polis biriminin küçültülmesinin, jandarmaya alan kazandırmak için yapıldığı yeni yeni anlaşılmaktadır.
“GEÇİCİ GÖREV” HİÇ BİTMEDİ
- Yaşadıkları dönemde sivil otorite ve askerler arasındaki kalın çizgileri belirleyen, milletin yegane hakimiyet unsuru olduğunu dile getiren, bu yaklaşımı ile çağdaşlarından önce demokrasiye vurgu yapan ve bunu uygulamada bizzat kendileri gösteren Yüce Önder Gazi Mustafa Kemal ve en önde gelen yardımcısı dönemin Başbakanı Sayın Ismet Inönü, dünyadaki yönelişi üstün öngörüleri ile hissetmişler ve 1930’lu yıllarda Polis Akademisi ve Koleji’nin kuruluş emrini vermişlerdir. Ülkenin sanayileşmesi ve kentleşme olgusunun getirilerini önceden fark eden bu büyük devlet adamları, elbette gerek görselerdi, aynı dönemde Kara Harp Okulu yanında, Jandarma Subay Okulu’nu da açtırırlardı. Halbuki, Ulu Önder, 1934 yılında, bizzat imzaladığı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 12. maddesine, “polisin teşkilatlanmasını tamamlayıncaya kadar, bu bölgelerdeki asayiş görevlerini Jandarmanın geçici olarak yürüteceği” ibaresini koydurmuştur.
BURS VERİLECEK OGRENCİLERİ SEÇMEK DE JANDARMANIN GÖREVİ
- 23 ağustos 2003 Perşembe günü, www.hurriyetim.com internet sitesinde yer alan habere göre, Jandarma Genel Komutanlığı tarafından, Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) desteği ile hayata geçirilecek olan projeyle, Türkiye'deki her ilçeden başarılı ve maddi imkanları yetersiz 2 lise öğrencisine burs verilecektir. 2003-2004 öğretim yılında başlayacak ‘1800 Denizyıldızı’ projesi ile, 900 ilçeden toplam 1800 lise öğrencisine, yüksek öğrenimlerini tamamlayana kadar burs sağlanacak, bursiyerler, birer meslek sahibi olana kadar desteklenecektir. Haber buraya kadar mükemmel. Ancak, haberin devamında yer alan “Öğrencilerin seçimini Jandarma Komutanlıkları yapacak.” cümlesi akla dünya kadar soru getiriyor. Bursları sağlayacak kadar sosyal çevre edinebilen ÇEV’in, bu öğrencilerin tespitini, niçin M.E.B., Çocuk Esirgeme Kurumu gibi sayılamayacak kadar çok kuruma ya da sivil toplum örgütüne değil, bu alanda en son sıralarda sayılabilecek Jandarma Teşkilatı’na yaptırdığı uyanan merakın ötesinde, çağdaş kimlikli bir insanı rahatsız ediyor. Umulur ki, adı geçen sivil toplum örgütü bu konuda bir hata yapmış olsun. Yoksa, güdümlü sivil toplum kuruluşlarının çoğaldığını düşünmek tüyler ürpertici.
JANDARMA HIZLA SİVİLLEŞMELİ
- Birçok gelişmiş ülkede Jandarma yapılanması bizdeki şekliyle bulunmamaktadır. Bu birimlerde bile hızlı bir sivilleştirme eğilimi gözlenmektedir. Bu global değişim ve ülkemizdeki şehirleşme ile toplumsal düzeyin yükselmesi göz önüne alınarak, halen Jandarma sorumluluğunda bulunan şehirleşmiş alanların polis birimlerine devredilmesi gerekmektedir. Bunun yanında Jandarma Teşkilatında bir sivilleştirme hareketinin başlatılması zorunluluk arz etmektedir. Bu sivilleştirme idari memur düzeyinde alımları değil, Genel Komutanlık ve kurmayının sivil yöneticilerden oluşması, kırsalda ifa edilen görevlerde yeni bir sivil konseptin ve zihniyetin benimsenmesi, idari ve adli kontrole açık bir yapılanmanın gerçekleştirilmesini gerekli kılmaktadır. J.G.K.’nın, Genel Kurmay Başkanlığı’ndan tamamen ayrılarak, Içişleri Bakanlığı’na Emniyet Genel Müdürlüğü gibi doğrudan ve tamamen bağlı, Kır Polisi Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmesi, üst düzey ve kurmay yöneticilerinin belli ölçüde sivilleştirilmesi gerekmektedir.
JANDARMA İNTERPOL VE EUROPOL’E DE EL ATMAK İSTİYOR
- Altına Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün imza attığı yetki belgesiyle, 1931 yılında Interpol Türkiye Milli Bürosu olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü Interpol Bürosu yetkili kılınmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu güne göre, şehirleşme oranının daha düşük ve kırsal nüfus oranının daha fazla olmasına rağmen, böylesine bir karar Türkiye Cumhuriyetinin kurucusunun “çağdaş devlet vizyonu”nu göstermektedir. Bu şekilde, diğer ulusların çağdaş polis yapılanmaları ile Emniyet Genel müdürlüğü muhatap kılınmıştır. Oysa, birkaç yıllık yakın dönemde, AB üyesi devletlerin iç güvenlik temsilcilerinin sıcak karşılamamalarına rağmen, Jandarma Teşkilatımız Interpol ve Europol ısrarla yer almaya çalışmaktadır. Karşılıklı bilgi paylaşımı ile birlikte, bilgi ağı ve açık bilgi bankası oluşturulmasını zorunlu kılan bu uluslararası organizasyonlarda Jandarma Teşkilatı’nın yer alması halinde, ne kadar dikkat edilirse edilsin, işbirliği yapılan üye ülkelerin, Jandarmanın kontrolünde bulunan kritik bazı askeri bilgilere ulaşması ve çapraz sorgulamalarla çıkarımlar yapabilmeleri mümkün olabilecektir ki, bu ülke güvenliği açısından çok tehlikelidir.
- Pek çok ilçemizde, Emniyet Teşkilatı’ndaki polis memuru ile aynı eğitim düzeyinde bulunan astsubay başçavuşlar, kırsal bölgelerdeki vatandaşlarımıza da hizmet veren Jandarma birimlerinde ilçe askeri birim yöneticisi durumundadır. Konumları gereği bu astsubay başçavuşlar, en az lisans ve lisans üstü düzeyde eğitim almış olan kaymakam, hakim/savcı, emniyet amiri/müdürü ve diğer yöneticilerle işbirliği geliştirmekte zorlanmaktadırlar ki, bu durumun da ivedilikle giderilmesi gerekmektedir.
ALİ CENGİZ OYUNU İLE YAYGINLAŞTIRILAN ETKİ ALANI
- Jandarma Teşkilatı, söz sahibi olmak istediği iç güvenlik alanlarını, önce Emniyet Teşkilatı’nın merkez birimlerinin bünyesinden Içişleri Bakanlığı’nın merkez ünitesine kaydırılmalarını sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu işlem, görünürde daha sivil bir yapı altına yerleşme gibi görünüyor olsa da, asker baskısının açıklıkla hissedildiği ülkemizde, Emniyet Teşkilatı ile kendilerinin aynı uzaklıkta gibi gösterebildikleri bu alanda Jandarma Teşkilatı, planlı ve programlı kurumsal taktikleri uygulayarak daha fazla söz sahibi olmaktadır. Özellikle, vatandaşlara ait bilgi bankaları, parmak izi kayıtları, uluslararası polis organizasyonlarıyla işbirliği calışmaları, trafik denetimleri, istihbarat çalışmaları gibi kritik alanların bir kısmının devrinde başarılı olmuşlar, diğer kısmında yoğun gayret içindedirler. Bilgi paylaşımını gerekçe gösteren bu kurum, ortak bilgi paylaşımına açılan alanlarda ise, kendi bilgi bankalarından Içişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bilgi akışını olabildiğince daraltmakta, hatta bazen engellemektedir. Maalesef, bu durumlarda, bilgiyi paylaşmayan Jandarma birimi ve rütbelisine şimdilik kimse hesap soramamaktadır. Ortak hareket edilmesini ve işbirliğini sağlamak için yapılan koordinasyon toplantılarında, tek taraflı baskının hissedilmekte ve oligarşik hakimiyeti sağlamayı amaçlayan istekler dayatılmaktadır. Içişleri Bakanlığı’nın altında, Jandarmanın daha etkin olarak yer almayı (%75 oranında) amaçladığı “Iç Güvenlik Koordinasyon Kurulu” oluşturma gayretleri, dışarıdan ilk bakışta masum ve daha verimli hizmet üretmek için gerekli olarak gösterilebilmektedir. Ancak, sivil otoritelerin dolaylı olarak baskı altında tutulabildiği bu tür organizasyonlar, demokratik bir ülkede sivil otoriteler tarafından yapılması zorunlu olan iç güvenlik hizmetlerinin ve kontrol alanlarının askeri denetime geçmesine sebep olmaktadır.
ÜLKEYİ YÖNETİM TEKELİ
- Egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu ilkesinden hareketle, egemenlik haklarının hiçbir kurum ya da zümrenin tekeli altına geçmesine müsaade edilmemelidir. Serbest piyasa ekonomisinin sağlıklı işlemesi için, mal ve hizmet üreten özel sektördeki herhangi bir firmanın bile tekel oluşturması ve kamu ortaklığına açılmadan gereğinden fazla büyümesi engelleniyor iken, kamu yönetimi güvenliği alanında, marjinal dar askeri bir kesimin kontrolsüz tekel oluşturma girişimi çok büyük tehlike oluşturmaktadır. Teknik istihbarat yöntemlerinin çok ilerlediği ve yargının her gün gelişen teknik dinleme ve takip etme yöntemlerinden vatandaşı korumada yetersiz kaldığı günümüzde, iç güvenlik kurumu rütbelilerinin, icraatlarının ve harcamalarının sorgulanamadığı askeri bir tekele geçmesinin ne anlam ifade ettiğinin düşünülmesi bile kötü bir durumdur.
TUNCER PAŞA’NIN İRAN’LA ORTAKLIK TEKLİFİ
- Yakın zamanda, ağzından öyle bir söylemi duymayı hiç tahmin edemeyeceğimiz Tuncer Kılıç gibi üst düzey bir askeri yetkili, ulkemizin bulunduğu coğrafyada bazı dış güvenlik sorunlarını aşabilmemiz için Rusya ve IRAN ile stratejik ortaklık önermesi basınımıza yansımıştır. Stratejik ortaklıkların sadece askeri işbirlikleri ile sınırlı kalmayıp, toplumların sosyal hayatlarında derin etkiler bıraktığı bilindiği günümüz dünyasında, bu önerinin yapılmış olması bile, iç güvenliğin ordu kontrolünden bağımsız olması için yeterli bir sebeptir.
- Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıktığımız ve olağanüstü durumun devam etmekte olduğu yıllarda bile, Cumhuriyet yönetiminin ilk kadrosu, iç ve dış kamu gücü ayrımını yapmıştır. Darbe dönemlerinde bile, iç güvenlik yetkilerinin, yasal açıdan iç güvenlikten sorumlu birimler eliyle kullanılmasına özen gösterilmiştir. Bunların ışığında, modern polis yetkilerinin Jandarma tarafından icra edilebilmesi için, kamuoyundan, siyasi otoriteden ve kurumlardan gizli olarak yürütülen faaliyetler, Atatürk Türkiyesi vizyonundan bir irticadır, bir sapmadır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne korunan sivil devlet yapılanmasına askeri kontrollü kalıcı bir karakter kazandırılarak olağanüstü kısıtlayıcı ve kontrol edilemez bir “dikta rejimi” tesis edilmektedir. Darbe süreçlerinin olumsuz etkilerinden ancak çeyrek yüzyılda kurtulabilen ülkemizde bu diktanın gerçekleşmesi halinde, insan hakları ve özgürlükleri açısından en az çeyrek asır düzeltilemeyecek bir tehdit sendromu yaşanacaktır.
- Jandarma teşkilatı’nın alan kazanma çalışmalarının önemli bir ayağı da trafik hizmetlerinde söz sahibi olmaya çalışma gayretleridir.
JANDARMAYI KIZDIRAN ÖNERİ
- Devlet Personel Başkanlığı'nın ''Tasarruf sağlamak için Jandarma ile polis birleştirilsin'' teklifi ortalığı karıştırdı. Devlet Personel başkanlığı, 8'inci 5 Yıllık Plan hazırlıkları sırasında, Jandarma'nın ordudan ayrılıp Emniyet'le birleşmesini istedi. Gerekçe olarak, ''Ikisinin de asayişten sorumlu olması ve masrafın artması'' gösterildi. Jandarma Genel Komutanlığı Beyaz Enerji Operasyonu'nun en hızlı günlerinde yapılan bu isteğe DSP'ye gönderdiği sert bir yazıyla ret cevabı verdi. Yazıda, Türkiye'de polis teşkilatından ayrı bir jandarma teşkilatı, demokrasinin teminatıdır'' denildi. Jandarma'nın cevabında politikacılar da eleştirilerek, ''Devlet ve ülke çıkarları söz konusu olsa bile, kendi çıkarlarını her şeyin üstünde görebilen siyasi kadroların bulunduğu ülkelerde alternatifsiz bir zabıta kuvveti demokratik yapıları tehdit edebilir'' denildi (Sabah). Oysa, ülkemizde demokrasi sadece ordu tarafından kesintiye ugratilmis degil miydi?
Aşağıdaki bazı siyasi partilerin (CHP, DYP) internet adreslerinde yer alan benzer bilgiler de burada yer alanları destekler niteliktedir:
- Jandarma Yerine Sivil Kırsal Polis Örgütü Kurulmalıdır...
Jandarma birliklerinin teröre karşı kırsal mücadele için yeterince eğitilmemiş olmaları nedeniyle, Jandarma örgütü yerine sadece Içişleri Bakanlığı’na bağlı, profesyonel elemanlardan kurulu, kırsal polis niteliğinde yeni bir sivil iç güvenlik örgütü oluşturulmalıdır. (CHP Parti Programı)
Jandarma ve sahil güvenlik gücünün yetki alanlarındaki askerî nitelikli olmayan iç güvenlik hizmetlerini yerine getirmek üzere, sivil ve profesyonel nitelikli iç güvenlik birimleri oluşturulacaktır.
Iç güvenlik teşkilatları yasal bir düzenleme ile doğrudan Içişleri Bakanlığı'na bağlanacaktır. Jandarma, Kır Polisi olarak yeniden tanzim edilecektir. (DYP parti programı)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:21