Medya
  • 5.8.2005 12:15

AHMET TULGAR: BENİM İÇİN AKŞAM KORSAN GÖSTERİ ALANI GİBİYDİ

Akşam’dan istifa eden Ahmet Tulgar yeniHarman’a konuştu:

Benim için Akşam korsan gösteri alanı gibiydi

 

Gürkan Hacır

 

 

Ahmet bey geçmiş olsun mu diyelim hayırlı olsun mu?

 

Hayırlı olsun deyin. Ben zaten hep öyle bakarım.Yeni kapılar açılacak hayatımda diye bakıyorum. Doğru bir şey yaptığımı düşünüyorum. Biraz yanlış yaşadığımı düşünmeye başlamıştım. Bazı günler öyle oluyordu ki çok sevdiğim bir yazarın kitabını okurken, işle ilgili bir şeyler düşündüğümü fark ediyordum. E bu da kötü bir şey. İnsan yaşadığı ana konsantre olabilmeli.

 

Milliyette olmuyor muydu bu?

 

Milliyet’te de oluyordu tabi. Milliyet’te gazetenin içini kendi evime dönüştürmüştüm. Bir kere çok çok sevdiğim arkadaşlarım vardı.Onlarla ilişkim kopmadı zaten Ercan Arslan foto muhabiri, Doğan Akın. Orayı ev gibi yaşıyordum, Mehmet Yılmaz’la filan da ilişkimiz öyleydi. Yazı işleri toplantısında Bruce Springsteen şarkıları söyleyerek dolaşırdım ortalıkta. Kimse yadırgamazdı. Bir şeye sinirlenip bağırdığım zaman sesim 5. kata kadar çıkardı. Mehmet Ali Yalçındağ saat 5’ te yukarı çağırırdı, benimle sohbet etmek için. Gazetenin patronunun benimle ne işi olacak? Ama geldiği zaman mutlaka beni çağırırdı.

 

Niye çağırıyor?

 

Sohbet ediyorduk. Mesela bir gün Arjantin’den filan bahsediyorduk. Figen Batur, Arjantin’e gitmiş. Çok sevdiğim bir arkadaşımdır o. Arjantin’i anlatmıştı bana, ben de böyle Arjantin’den bahsediyordum çok güzelmiş bilmem ne ah gidebilsem filan diye. Ya bu kadar istiyorsan yollayayım ben seni. Ne kadar harcarsın orada dedi. Hayır ,hayır para falan istemem, ben onun için burada değilim, demiştim. O da böyle şaşırmıştı,bütün gün herkes benden bir şeyler istiyor, sen nasıl bir adamsın demişti… Öyle çok eğlenirdik, onun dışında ne yapardım? Mehmet Yılmaz mesela,ben çok disiplinli birisi de değilim; gazeteye aklıma estiği zaman gidiyordum toplantı sırasında şarkı filan duymadığında Ahmet nerede diye sorarmış. Milliyet çok mutlu çalıştığım bir yer oldu benim.

 

Ya Akşam’da?

 

Akşam’da hiçbir zaman öyle bir ortamım olmadı. Milliyet’te masam açık herkesin ortasındaydı, Akşam’da odam vardı, sekreterim vardı.

 

Ne oluyordunuz hayattan mı kopuyordunuz?

 

Tabi hayattan kopuyordum.İnsanlar da sana yaklaşmıyorlar ben mesela hiçbir zaman klasik bir köşe yazarı olmadım Akşam ‘da da.

 

Akşam’da o eğlenceli havanın olmadığını söylüyorsunuz ama dışarıdan bakıldığında Oray Eğin,siz ve Serdar Turgut…

 

Hiç öyle bir şey yok.Yalandı ve yazdım ben onu. Okumamışsınız. Ben Oray Eğin’le

-eğer gazetede görmemişsem- gazeteye zaten15 günde bir filan gidiyordum iki ayda bir görüşürüm. Yani benim arkadaş çevrem onunkinden ayrıdır ; o Cüneyt Özdemir, Soner Yalçın filan bunlarla beraber gezer. İstanbul’a çok sık gidip geliyor musunuz?

 

15 günde bir falan.

 

Beni ne kadar gördünüz Oray Eğin’le?

 

Ben kimseyi tanımıyorum ki?

 

Beni sürekli tünelde bilmem nerede, kafelerde görürsünüz. Oray yoktur Ama Oray’ın şöyle bir şeyi vardı.Onu suçlamak için de söylemiyorum.İsim kullanmayı seven birisi yaşam biçimlerimiz hayata bakışlarımız filan o kadar farklı. Serdar Turgut meselesine gelince; Serdar beni evden arıyordu sık sık o kadar komik şeyler sorar ki işte ne yapıyorsun ? Ya kitap okuyorum. Ne okuyorsun? İşte Goethe okuyorum.Ay sen delirmişsin, kafayı yemişsin Goethe okunur mu? Onların böyle bir Amerikan tarzı var. Küçümseme filan yani şöyle söyleyeyim ,Serdar’ın evine de gittim ben. Yemek yedik birlikte o, ben ,Ertuğrul Özkök ama mesela Oray yoktu orada örnek olarak.

 

Ne zaman yemek yediniz?

 

3-4 ay oldu.İşte bak yeni Harman’a veriyorum, görüyorsun ufak tefek.

Ben Serdar’a şu an düşman filan değilim ama yollarımız ayrıldı.Zaten kavgayla başlamıştı ilişkimiz yıllar önce polemikle karşılıklı yine öyle bitti.

 

Peki sizin asıl bitiş sebebinizin yaklaşık bir hafta önce yazdığınız bir yazıdan kaynaklandığını söyleniyor,mal beyanını andıran…

 

Hiç onunla alakası olan bir şey değil. Ben şu anda hala Akşam’da çalışıyor görünüyorum mesela.

 

Kabul etmedi mi?

 

Hayır kabul etti de işte izinli sayıyorlar,şundan ötürü olmuş olabilir; bunu fırsat bilmiş olabilirler yani ben  orada çıkıntı bir tiptim zaten. 9 aydır mücadeleyle geçiyor. Ben orada hiçbir zaman sevilen bir yazar, çalışan olmadım mesela.  Zaten yazdıklarım ortada o mal beyanı meselesini de bilinçli olarak yaptım.

 

Ama bir nevi veda havası taşıyordu.

 

Yoo.50. yazıma bakın 50. yazım bu diyorum. Ve her yazımı ben son yazımmış gibi yazıyorum diyorum. Bu bana özgürlük sağlıyor her yazıyı son yazıymış gibi yazmak bana özgürlük sağlıyor bu yazımı bu gün yazıyım cumartesi günü de şunu yazacağım diye not tutmaya başladığın andan itibaren tuzağa düşmüşsün demektir. O zaman onların istediği gibi şeyler yazarsın yerini kaybetmemek için. Ben öyle olmak istemedim; ki benim için orası korsan gösteri alanı gibiydi, gösterimi yaptım ve ayrıldım.

 

Korsan gösteri derken sol gönderme de var mı?

 

Tabiki.

 

Peki bu korsan gösteri içerisine Mehmet Ağar’la güneydoğu gezisi dahil mi?

 

Tabi. Mehmet Ağar’la güneydoğu gezisinden neler okudunuz benimle ilgili?

 

Ne yazdıysanız onu!...

 

O gün mesela bütün internete girdiğinizde sağcı gazetelerin büyük çoğunluğu Mehmet Ağar’a hitaben işte sen gir Ahmet Tulgar’ın koluna git Kürtçe türkü söyle diye yazıyorlar. Tam bayrak krizi sırasında işte Mehmet Ağar’dan hiç beklenmeyen şeyler. Yani orada bir dil arayışı ve bir yaklaşım biçimi arayışı var ve ben orada da yine tabi o da bunun dışında…Yani şunu söylemek istiyorum bir zararı oldu mu sizce bunun?

 

Bana bir zararı yok da sizi bilemem!...

 

Sonradan şöyle şeyler çıktı,Mehmet Ağar’ı Akşam gazetesi pompalıyor falan.Ben size Mehmet Ağar meselesini başından sonuna kadar anlatayım.Ben Mehmet Ağar’ı çok uzun yıllardan beri tanıyorum yani siz de tanıyor musunuz tanırsanız nasıl bir yaklaşım geliştirirsiniz bilmiyorum. Ama bir kere zeki olduğu kesin, zeki her insan beni provake eder. İkincisi çok farklı yerlerden çok farklı deneyimler var.O karşılaşma benim hep hoşuma gitmişti ve Mehmet Ağar da beni dinleyip kulağını açtığını hep hissetmişimdir ve çok komik bir şey oldu. Mehmet Ağar gazeteye gelmişti ve ben onun gazeteye geleceğini bilmiyorum. Serdar’la oturuyorlar, ben de o gün gazetedeyim,beni çağırdı Serdar,Mehmet Ağar sormuş Ahmet burada değil mi ? diye. Beni çağırdılar ve Serdar şoke oldu. Bizim ilişkimizin correct’liğine ve aynı zamanda yakınlığına şaşırdı ben bir sürü şey konuşabiliyordum o arada bu Kürt meselesi açıldı.Ben her zamanki gibi kendi tezlerimi söyledim kendi tezlerim değil de işte bazı şeyler söyledim,o bazı şeyler söyledi böyle bir geziden bahsetti gidersem gelir misin ,izlemek ister misin dedi,ben de isterim dedim Serdar da bunun üstüne atladı. Daha sonra bayrak krizi oldu, ben Civan Haco röportajını yapmıştım.O gün Civan Haco’yla röportajım çıkmıştı Pazar günüydü.Mehmet Ağar aradı beni evden ben dedi gideceğim böyle böyle işte bayrak krizi, hala gelmek istiyorsan gel dedi ve yani bir gazeteci olarak bunca yıldan sonra Mehmet Ağar oraya gidiyor ne yaşayacak ne görecek ne yapacak bir de onun öncesinde konuştuğum için nasıl bir süreç içinde olduğunu biliyorum.

 

Nasıl bir süreç içindeymiş?

 

İktidar olma süreci diyelim.Onun içinde bunun yollarını araştırma iletişim kurabilme çabası toplumla.

 

Sizin dostluğunuzu etkiledi mi bu.

 

Gazetecilik biliyorsunuz sürprizli bir meslek.Kendi dilimi kaybetmedim ona karşı mesela bir çok arkadaşımız öyle olur mangalda kül bırakmazlar, iktidardan biriyle karşılaştıkları zaman herhangi bir iktidarın ne olduğu önemli değil. Bu Abdullah Öcalan da olabilir,diğer tarafta Çevik bir de olabilir.İktidarın biçimi önemli değil bir iktidar bir güç olması hatta bir tehdit olması ,yani kim olursa olsun karşısında işte ceket iliklerler biraz kendilerine çeki düzen verirler dilleri değişir…Öyle olmadı,o konuda da bir şeyim yok yani.

 

Peki daha önceki gazetecilik yaşamınızda böyle sansüre uğradınız mı?

 

Bu dördüncü.

 

Hepsinde istifa yolunu mu seçtiniz?

 

Hayır. 89’dakinde istifa yolunu seçmedim çünkü istifa etmemi istemediler.Güneş gazetesindeydim o zaman.Güneş gazetesinde gazete toplatılmıştı benim bir yazımdan ötürü.NTV’nin başındaki Cem Aydın filan birlikte çalışıyorduk onlar benim yardımcılarımdı.O sırada gazetede bizden fazla maaş alanlar vardı biz yeni ekiptik bizden az maaş alanlar çoktu.Çok büyüktü maaş farkları,biz yeni ekiptik bizimle yaptı toplantıyı ve eskiler direniş yapıyorlardı ve sadece biz destekliyorduk.Ben de o sırada kavga ettim Asil Nadir’le.İnsanların sorunlarıyla ilgilenmiyor buradaki herkesin maaşı çok iyi biz de dahil olmak üzere ama şu anda evine odun götüremeyen insanlar var diye bayağı şiddetli bir kavgaydı hatta Tuğrul Eryılmaz Sokak Dergisinde bir sayfa bu konuyu yazdı,ondan sonra kızağa çekildim. Sonra Milliyet gazetesinde bu Fransız Sokağı ile ilgili mesele var bir de bu. Milliyet gazetesinde 19 gün sonra ayrıldım.Ben eğer o olay olmasaydı Milliyet gazetesini hayatta terk etmezdim.Ne parada gözüm var ne başka bir şeyde.Gazetecilikten almak istediğim her şeyi aldım.

 

Son yazdığınız yazı konusu reel sebep sadece bu mu?

 

Tabi,ben o maaş yazısını yazdım.Maaş yazısının altına bir yazı daha yazdım hatta maaş yazısı da Serdar’ın falan en sevdiği şeyler. Onlar olay olsunda ne olursa olsun diye bakıyorlar.O yazı da çok yanlış anlaşıldı diğer taraftan çok çok şaşırdım insanların  nasıl algıladığına ama devam etti. Hatta o  yazının ertesinde Serdar işte “toplantı yapmamız lazım,bir sürü şey yapıyorum yeni sayfalar hazırlanacak,hiç gelmiyorsun gazeteye gelsene” filan dedi uzun uzun telefonda yeni projeleri konuştuk ertesi gün ben Einstein’la ilgili bir yazı yazdım Cuma günü bu yazıyı yazdım ve sabahleyin de telefonda konuştuk zaten Serdar’la,sonra akşamleyin o yazı istenmediği söylendi

 

Serdar bey mi aradı?

 

Tabi tabi yazı işleri Mehmet Kenan Kaya aradı önce “Serdar Turgut dedi F tipi cezaevleriyle ilgili yazıyı istemiyor. Başka yazı yazmanı istiyor ” dedi.Ben de “başka yazı yazmam” dedim.

 

Peki bir dakika burayı anlamadım. Sizi evinizden arayıp “ne okuyorsun” diyecek kadar samimi olan Serdar Turgut niye istemediği yazı için kendi aramıyor?

 

İşte onu da anlatayım çok komik tabi o da . Şimdi şöyle oluyor yazı işleri müdürü,Serdar Turgut ve düzeltmen makinenin başındalar. Serdar, “ne yazmış Ahmet” diyor.”İşte böyle F tipi falan yazmasın başka bir şey yazsın” diyor.Ama Serdar’ın çalışma biçimini bilmediğiniz için şimdi size çok tuhaf gelebilir…”yazmasın” diyor dönüyor arkasını ve yürüyor ve beni aramıyor yazı işleri müdürü mesela akıl etmiyor.Aradan 45 dakika falan geçiyor 45 dakika sonra arıyor. “Ahmet ben sana  söyleyecektim Serdar bey F tipi Cezaevi ile ilgili yazını istemiyor başka bir şey yaz” dedi.Yani Serdar sanıyor ki gerçekten  ben başka bir şey yazacağım.Halbuki hiç de daha örneğine rastlamadı benimle ilgili hiçbir zaman bana açıp bu yazıyı yazma da demedi ben de yazımı yenilemedim hiçbir zaman. O yüzden de böyle bir mecburiyet olmadı. “Hayır yazmıyorum başka bir şey”  dedim. Sonra Mehmet Kenan Kaya tekrar aradı. “Sahiden yazmıyor musun Serdar beye söyleyeyim mi başka bir şey yazmayacağını” dedi  “evet yazmıyorum ve istifa ediyorum” dedim “İddiacılarla poz poz fotoğraf veriliyor gazetede. 12 yaşındaki çocuklara kumar oynatan adamlarla” çünkü o gün öyle bir fotoğraf vardı gazetede böyle bir masanın etrafında oturmuşlar İddia ekibi filan ondan sonra “Ama F tipi cezaevindeki insanların konuşmasına niye böyle bir sansür uygulanıyor anlamıyorum” dedim ve kapadım telefonu “Bunları söyleyeyim mi dedi” Mehmet Kenan “Aynen git söyle, yazmıyorum şu anda size” dedim.Bir de tam 5,5-6 en civcivli zamanı bana o yüzden zor oluyor. Sonra Serdar aradı “İstifa ediyorum diyormuşsun,saçmala” filan dedi  “ya evet” dedim , “ Bir de bana kumarbazların propagandasını yapıyorlar gazetede filan diyormuşsun” dedi “Evet dedim” dedim. “Bu gerçek bir şey ve ben bunun yer almasını istiyorum. Olay çıkarma başka bir şey yaz. Türkiye’yi sen mi kurtaracaksın. Ben böyle şeyler istemiyorum çünkü sonunda örgüt propagandasına dönüşüyor bu tip mektuplar” dedi “Ama bir oku yani hem böyle bir şey yok bu mektupta” dedim “Ayrılırım koymazsan” dedim “Kiranı nasıl ödeyeceksin, kiranı ödemeyi düşün o beğenmediğin İddiacılar medyadakilerin kiralarını  ödeyeceği parayı kazandırıyorlar” dedi. “İyi ,ben de böyle bir ortamda çalışmak istemiyorum” dedim ve telefonu kapattım,ben kapattım.

 

Bir daha görüşmediniz mi?

 

Görüştük.1 saat sonra filan tekrar aradı kararın kesin mi diye tabi o da doğal olarak çok sinirlenmişti “evet” dedim ve bitti.

 

 

Peki bu yayınlamakta ısrar ettiğiniz mektubun içinde ne vardı?

 

Bir kere ben dille oynanması özel dil oluşturulması bir şeyleri anlatırken beni hep çok korkutmuştur.Mesela Amerika’nın Irak’a saldırısını mesela Teröre karşı savaş yada kurtuluş operasyonu filan gibi isimler takması ,ölü olarak ele geçirildi. İşte bu tür kavgalar dil üzerinden yapılan ideolojik kavgalar beni hep çok korkutmuştur ve Türkiye’de de bu çok şimdi onun diğer yüzünü gösteriyordu. Bir cezaevindeki yüzünü gösteriyordu çünkü ben de ilk yazdığım yazımda canlı bomba yerine hayatlı bombayı kullanırdım. Çünkü canlı bomba sonunda insanı çok biyolojik bir şeye indirgiyor.Halbuki o bombacı giderken bir hayatı bırakarak gidiyor şimdi sistem canlı bomba lafını kullanıyor onlar feda eylemcisi lafını kullanıyor. Ben hayatlı bomba lafını kullanıyorum ve cezaevinden mektup yollayan çocukta, benimle bir dil tartışması yapıyor,hayatı çok abarttığımı yaşamayı çok fazla abarttığımı,çok fazla romantik sosyo yüceltmesi yaptığımı söylüyor ama bir diğer taraftan da oradaki ruh halini gösteriyor ve haklı seslenişleri de var şöyle ; ben yazımda belki kendimi kinin şehvetine kaptırarak bir hata yapmıştım diyordum ki orada o ölen çocuğa ; keşke anlatmaktan bıkmayıp defalarca ,defalarca ,defalarca anlatsaydım yaşadıklarımı ki,hiç olmazsa zaman kazanırdık sen de kalırdın burada anlatmak için biz de ,diye halbuki düşünüyorum yüzlerce mektup aldım F Tipi Cezaevlerinden 1-2 tanesini filan yayınlamışımdır. Bir tanesi hatta maalesef ki bana bu son mektubum olabilir diye yazmıştı mektubu Salih  isminde ve öldü. Ben ölümünden sonra yayınlamıştım Milliyet’te o mektubu

Yani o ruh halini çok anlatıyordu. İkincisi beni öven bir mektup olsaydı belki yayınlamazdım benimle tartışıyor olması önemliydi o yüzden istedim.

 

Peki istifanızdan sonra onlardan her hangi bir reaksiyon geldi mi?

 

Hayır. Hiç birini tanımıyorum ki.

 

Serdar Turgut’un genel olarak genel yayın yönetmenliği hakkında ne söylersiniz, memnun muydunuz?

 

Akşam gazetesinin patronu Akşam gazetesine yatırım yapmıyor.Ne insanına yatırım yapıyor ,çalışanlarını mutlu edecek şeyler yapıyor,ne kağıdına yatırım yapıyor.Şimdi bütün gazetelerin gıcır gıcır çıktığı bir yerde eğer gazete İstanbul’un bile bir çok merkezinde çamur gibi çıkıyorsa okur almaz.Türkiye’de gazete okuru o kadar da şey bir okur değil yani “aman ben gazetemden yada yazarımdan vazgeçmem” türünden bir şey değil zaten yazarları yüzde doksan aynı şeyleri yazıyor hepsi birbirinin aynı tamamıyla o andaki promosyon,renk,birinci sayfadaki şey,ona yöneliyor bir süre onu okuyor,bir süre başkasını okuyor,onları da ben kendim takip ettiğimden değil bir takım seminerlere toplantılara katıldığımız için özellikle Doğan grubundayken biliyorum yani tirajın gazetenin içeriği ile ilgili bir şey olmadığını Belki Akşam gazetesindeki probleminde…belki olmuştur yani benim de etkim olmuştur işte böyle sağcı,milliyetçi,Türkiye’yi herkesten çok seven insanların okuduğu  gazetede böyle bir kişinin yazması belki etkilemiştir belki benim yüzümden düşmüştür 30-40 bin tiraj bilemiyorum gerçekten.Ama beni de çok ırgalamıyor Mehmet Emin Karamehmet’in başka bir medya patronunun ne kazandığı ben gazeteye ilk girdiğimde daha ikinci haftasında bir toplantı yapıldı hepimizi topladılar. “Vaaay,diğer gruplardan daha güçlü olacağız filan” Ben daha onuncu günde o toplantıyı terk ettim.

Ben Mehmet Emin Karamehmet’in yada başka birinin adamı değilim niye ben bunları dinlemek zorundayım deyip çıktım gittim toplantıdan “Yani beni satın mı aldınız 5 milyar vererek!...” Bunu yapan da Çukurova’nın adamları değil, Serdar Turgut’un oraya getirdiği ve Serdar Turgut talihsiz hastalığı yaşadıktan sonra onun yerine geçen kadın yapıyor, yani kraldan çok kralcı biri.

 

Belki de memnun olmadığınız bir yapıda hemen istifanızı vermenizi, Ahmet Tulgar’ın zekice bir ön hamlesi olarak görebilir miyiz?

Zekice bir ön hamle olmayabilir ben onun üzerine sonra zekice bir hamle değil benim hiç öyle bir hesabım olmadı. O raddeye defalarca geldi ama Serdar nedeniyle gelmedi yani ben Kürt meselesi ile ilgili yazdığımda da başka konularda yazdığımda da çok büyük problemler yaşadım bunu siz de biliyorsunuzdur. Onlar Akşam gazetesinin ideolojisine uyan yazılar değildi. O gazetede benim resmim duvarlara yapıştırıldı hedef gösterildi  koridorlarında.

 

Öyle mi?

 

Tabi canım bilgisayarlarımın üzerine yapıştırdılar. Tercüman’da bir takım yerlerde YUH SANA! deyip altında benim fotoğrafım , yazımdan bir bölüm böyle şeyler oldu.Duvarlardan benimle ilgili protesto şeylerini sökmek zorunda kaldı görevliler ve o sırada Serdar da yoktu. Ben gazeteye geldiğim zaman odama giriyordum, diğer köşe yazarları ayaklarıyla tekme vurup kapılarını kapatıyorlardı ben geldim diye.

 

Hadi canım!...

 

Tabi ,benim bu zamana kadar nasıl geldiğim şaşılacak bir şey.Geldiyse de Serdar’ın böyle şeyleri ,daha doğrusu böyle şeyleri değil hiçbir şeyi takmıyor olması sayesinde gelmiş oldu.

 

Burhan Ayeri ile aranız nasıl?

 

Burhan Ayeri çok komik aslında. Burhan Ayeri şey demiş sonradan bana “Ahmet’i çok seviyorum aslında benim Ahmet’le değil problemim. Ahmet beni cesurca savunuyor” demiş

 

Onu bana da söyledi aslında…

 

Görüşür müsünüz Burhan Ayeri’yle?

 

Nadiren de görüşürüz ama anlattı. “Ahmet yinede iyidir bakma sen” dedi

 

Ben o yüzden öyle bir hamle filan yapmadım,eğer hamleyse üç günden itibaren yazdıklarım hamle.

 

Hayır ben hamle olarak yazınızı değil istifanızı kastediyorum.

 

Hayır istifa da değil ben şunu söylüyorum ben Milliyet’te sansüre uğradığım zaman da istifa ettiğimi söyledim fakat Mehmet Yılmaz tatildeydi,Mehmet Yılmaz’ın tatilden dönmesini beklememi söylediler,Mehmet Yılmaz tatilden döndü ,konuştuk ve konuştuktan bir hafta sonra ayrıldım Milliyet’ten ama o sırada garip bir biçimde denk geldi tam o sırada Serdar Turgut’tan teklif aldım ama almamıştım ayrılmaya karar verdiğimde bunun tanıkları da var Tunca Bengin,Doğan Akın,Cem Dizdar bütün yazı işleri müdürlerine söyledim ben ayrılıyorum dedim böyle bir şeyi kabul edemiyorum dedim gerçekten öyle bir hamle gibi…Ama Serdar açısından şöyle bir şey olmuş olabilir ben çok gazeteye gitmediğim için bilmiyorum ama işte Serdar  bir takım değişiklikler yapıp konumumda kalayım diyorsa ve gerçekten öyle bir tehdit varsa çünkü patronla sürekli muhatap olan o , o şey olmuş olabilir bir tane atayım bakayım denize bir safrayı bakayım güç kazanıyor muyum denemiş olabilir o yüzden bu kadar kolay vazgeçmiş olabilir bunu fırsat bilip aman işte bir tane sevilmeyen adamı provakatif adamı yok edeyim bakayım ne gelecek demiş olabilir ama son söylediğin şeyi diyorsan evet yani öyle bir durumda ayrılmak zorunda kalsaydım üzülürdüm yani 2 ay daha maaş almaya değmezdi o duruma düşmek çünkü ben hiçbir iş yerinden atılmadım kendim ayrıldım hep.

 

Bir de unutulmayan Sedat Peker yazınız vardı.

 

Hamam Sefası .

 

Şeytan mı dürtüyor böyle ne oluyor ara sıra bulaşma ihtiyacı mı hissediyorsunuz ?

 

Yoo.Benim bulaşma ihtiyacım değil.

 

Acayip tahrikkâr bir yazıydı.

 

Evet. Bunlar bütün toplumu tahrik ediyorlar,sadece beni tahrik etmiyorlar bence herkesin o kadar kolay tahrik olması lazım.Ne kadar daha biz böyle yaşayacağız,ne kadar daha yaşayabiliriz dünya üzerinde böyle halimizle ne kadar daha kalabiliriz?

Burası topraklarımız mı gerçekten bana öyle yaşamıyormuş gibi geliyor. Kimse trafiği kullanış biçimimizden ,çevreyi kullanış biçimimize birbirimizi kullanış biçimimize kadar bana hep şey gibi geliyor bu toplum burada geçici olarak var ve bir gün buradan gidecek mesela Avrupa’ya akın edecek ve Avrupa’yı ele geçirecek biraz da orayı sömürecek gibi geliyor.

Bütün bunlar da bu mafya denilen işler de bu sömürünün en çıplak biçimi içine biraz asker biraz bürokrat biraz gazeteci bu topraklarda var oluş biçimimiz ve bu toprakları algılayış biçimimizin en iyi ortaya çıktığı çıplak biçimi Sedat Peker gibi,Alaattin Çakıcı gibi adamlardır.Bunlar her yöntemi deneyerek,şiddet kullanarak bu topraklardan nasıl şey çıkarabilirim bütün ulvi kavramları bu ülkenin değer verdiği her şeyi kullanarak dinse dini de kullanacağım milliyetçilikse milliyetçiliği de ,bayrağı kullanacağım şiddeti kullanacağım onu kullanacağım bunu kullanacağım,hemşericiliği kullanacağım,okulu kullanacağım,okul açıyorlar okullara yatırım yapıyorlar. Bu yüzden benim o insanlarla problemim de öyle felsefi bir problem.Ve bu insanların medya üzerindeki güçlerini görmek.

 

Çok yakından gördünüz mü o gücü?

 

Gördüm tabi.

 

Sizin katta var mıydı mesela?

 

Yoktu, çünkü…

 

Yazar olarak?

 

Sonradan gazetelerde çıkan kişiyi kastediyorsanız o gazeteye gelmiyor o yüzden o bizim katta yoktu.

 

Öyle mi?

 

Ama tabi ki olacak neden olacak çünkü sonunda Türkiye’den oluşuyor o gazetelerde ve eminim Türkiye toplumunun yüzde doksanına sorsanız yada yüzde doksan demeyelim yüzde seksenine Sedat Peker’le beni yan yana koyun ehven olan Sedat Peker’dir.Ben değil tam tersine ben hainimdir o kahramandır.O yüzden orada da çok dostları olması çok normal böyle çıkarla falan açıklanacak bir şey değil Türkiye toplumunun otoriteyle kurduğu ,şiddetle kurduğu güçle kurduğu ilişkiyle bağlantılı bir şey sonra zengin olanın her zaman haklı olması filan bütün bunlarla ilgili bir şey.o anlamda tabi yani bir sürü vardı ben Kürt meselesiyle ilgili yazdığım yazılara aldığımdan daha şiddetli tepkiler alıyordum onunla ilgili yazdığım zaman.Şey anlamda ,bırak bu işleri yapma,girme bu işlere.Milliyet’teyken aramıştır da beni kendisi.

 

Ne dedi arayıp?

 

Tanışmak istediğini konuşmak istediğini kendisini yanlış tanıdığımı,her kese söylediği şey yani.

 

Tanıştınız mı?

 

Hayır,hiçbir şekilde.

 

Sonra hamamda…

 

Hamam değil orası sauna,hamam,spor salonu.Spor yaptığım yer ve oraya geldi zaten grup halinde ve sanıyorum hep aynı yerlere gitmiyorlar özellikle oranın müdavimi olan bir kişi değil kalabalık bir grup halinde geldiler,ben de geçerken gördüm öyle o kadar yani ama yine orada da hiçbir selamlaşma.. zaten tanıdığını da sanmıyorum.Ama Akşam’daki bu yazılar sırasında hiçbir şekilde ondan direk bir şey gelmedi.Dolaylı olarak çok şey geldi.

 

Tehdit geldi mi?

 

Tehdit filan onlar büyük laflar. İşte alakasız biri bir tane mail atıyor,küfür ediyor,öldürülürsün bilmem ne diyor. Bu tehditse tehdit ama ondan gelmiyor yani, ilgisiz birisinden geliyor.

 

Bundan sonra planlarınız ne Ahmet bey? 5 milyar maaşı bıraktınız.

 

Gazetecilik yapacağım.

 

Hangi grup?Doğan Grubu mu,yoksa?

 

Hiçbir yer gözükmüyor.Bir sürü arkadaşım aradı,evet ama öyle belirgin bir şey yok işte. Önümüzdeki hafta bu pazartesiden sonra birkaç tane öyle görüşmeye çağıran yer var çünkü çok uyumluda bir çalışanımdır ben bir yandan,kendi kavgamı veririm ama ortalığı karıştırayım entrika yapıyım birilerinin sırtına basarak yükseleyim,öyle birisi olmadığım için bir de böyle çok aç gözlü aman para da şunu da isterim bunu da isterim demediğim için beni sömürmek kolaydır yani.Mutlaka birileri çıkar diye düşünüyorum.

 

Böyle bir rahatlık içindesiniz. Nasıl olsa iş bulurum rahatlığı mı var?

 

İlle gazetecilik yapmak zorunda da değilim ki.

 

Ne iş yapacaksınız. Beyaz eşya mı?

 

Reklamcılık yaparım,kitaplarım var yazıyorum zaten bitmek üzere,onlardan para kazanırım ,bir sürü şey yapabilirim.Eğitimim var,bir sürü şey yapabilirim.

 

Ben şuna takıldım,Serdar Turgut evinin kirasını nasıl ödeyeceksin diyor.

 

Evet. Ama ödedim işte şimdi mesela bu ay ama önümüzdeki ayı düşünmüyorum önümüzdeki ayda ödemenin bir yolunu bulacağım.Ama bizde çok fazla abartılıyor böyle şeyler inanılmaz bir korkutulmuşluk var toplumumuzda.Bir de mesela “ikinci sayfadaki köşeni mi bırakıyorsun” dediler bana onu dedikleri zaman “tam tersi sonsuza kadar benim oluyor orası” dedim.Koysunlar başkasını unuttursunlar bakayım,sonunda arşivlerde onlar 9 ay ben orada istediğimi yazdım.

 

Sabah gazetesinde bir hastalık türedi. Kendi içlerindeki muhabbeti sayfalara taşımak sütunları işgal etmek. Ne bileyim Mansur Forutan’ın bir kafede yediği salatayla, Hıncal Uluç’un gittiği konser, Mehmet Barlas’ın Reha Muhtar’la tartışması…Şimdi bu biraz prim yapar hale geldi.Akşam gazetesinde de bir dönem ucundan yaşanır gibi oldu…

 

Ben yazdım mı böyle bir şey? Ben tam tersine “Ben bu aileden değilim hiç kimsenin benim ismimi kullanmasını istemiyorum,Serdar Turgut dışında” dedim. Serdar Turgut dışında dediğimi de açıkladım da “çünkü o genel yayın yönetmeni sonunda kullanabilir nitekim Serdar benim adımı kullanırken hep çok dikkatli kullandı.

İşte körlerle sağırlar birbiri ağarlar. Birbirlerini star yapmaya çalışıyorlar,bir de bu kadar acı gerçeklerin olduğu bir ülkede bütün bunlara dokunmadan yaşamanın yöntemi ne? Başka şeyler bulacaksın. Buldukları bu olabiliyor işte.bunları yazıyorlar yada 10 gün Vahdettin’i tartışıyorlar,15 gün sabetayistleri tartışıyorlar nasıl gerçekten kaçabiliriz.Ama bir yandan gerçekten sürekli kaçmak, gerçekle bu kopukluk yani delirmektir yani ben şaşırıyorum bu kadar çok deli nasıl olabilir bir ülkede!

 

Peki bu Vahdettin ve  Sabetayizm tartışmaları gerçeklik dışı mı sizce?

 

Gerçeklik dışı değil tabi tam onu kastetmemiştim,nerede kimin ne makarna yediği işte Türkbükü’nde yatarken Mehmet Barlas’ın ona telefon açıp ne dediği… bunlar şey.Ama diğerlerinin de yani önceliklerin değişmesi çok önemli.Sürekli gündemle oynanması çok acı.Tamam Vahdettin de tartışılabilir ama böyle birincil gündem maddesi mi bunlar,bu kadar yoğun tartışılıyor neden  bunlar tartışılabiliyor yada?Çünkü bunlara Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 12:44

İLGİLİ HABERLER