
"APO, PİMİ ÇEKİLMİŞ BOMBA GİBİ!"
NEŞE DÜZEL
NEDEN? Atilla Kıyat
<ı>Türk Silahlı Kuvvetleri her zaman bir tür kapalı kutudur toplum için. Eskiden tek sesli kapalı kutuyken şimdi çoksesli bir kapalı kutuya döndü TSK. Toplumun en önemli kurumlarından birinden, birbirinden çok farklı sesler ve mesajlar yayılıyor. Üstelik bunların bir kısmı gerçekten ürkütücü anlamlar taşıyor içinde. Birinci Ordu Komutanı, görevini bırakırken 'nefret dolu bir ordu'dan söz etti. Ordu ve nefret kelimeleri yan yana gelince rahatsız edici bir anlam oluşturuyor doğrusu. Geçen yıl emekli olan Kara Kuvvetleri Komutanı ise Öcalan'ın yakalanmasını, 'Sevr'i hortlatmayı' dayatan sürecin parçası olarak niteledi. Bu arada TSK'nın 'Kürt sorunu' sözcüğüne karşı olduğu iddiaları da gazetelerde yer aldı. Biz de, 'Kürt sorununun adı nedir? Ordu bu sorunun adının ne olmasını istiyor? Türkiye sorunlarından korkuyor mu? Generallerimiz ne söylemek istiyor? Niye bu toplumda hep çözülemeyen sorunlar yaşanıyor? PKK terör örgütünün lideri Öcalan'ın yakalanması Türkiye'nin aleyhine mi oldu?' sorularını bir askere sorduk. Eski Birinci Ordu Komutanı'nın ayırdığı 'asker ve aydını', kendi kimliğinde aydın bir asker olarak bütünleştirmiş olan eski Kuzey Deniz Saha Komutanı emekli koramiral Atilla Kıyat'la konuştuk bütün bu konuları.ı>
Son Milli Güvenlik Kurulu' nda, asker kanadın, Başbakan Erdoğan'ın 'Kürt sorunu' tanımlamasına karşı çıktığını okuduk. Neden askerler için bir sorunun adı, o sorun kadar, hatta bazen o sorundan da önemli olabiliyor?
Bu Kürt sorunu mu, yoksa terör sorunu mu, toplumda bir mutabakat yok ama, PKK'nın terörü de kullanarak bir Kürt devleti kurmayı hedeflediği konusunda toplumda bir mutabakat var. Peki o zaman bu mutabakata göre bu sorunun adı ne olur? Kürt sorunu olur.
Ama askeri kanat soruna Kürt sorunu denmesini istemiyor. Soruna, Başbakan Kürt sorunu demezse bu sorunun adı ne olacak ya da ne olmalı askeri kanada göre?
Genelkurmay'ın 'Bu Kürt sorunu değildir' diye resmi açıklaması hiç olmadı. MGK'da, askerin, Kürt sorunu denmesine karşı çıktığı haberleri sızdı ama karşı çıkıldı mı bilemiyoruz. Aksine Genelkurmay'ın açıklamasında bu sorunun sadece askeri tedbirlerle çözülebilecek bir sorun olmadığı belirtildi ki, Çevik Bir'in ikinci başkan olduğu dönemde de, 'Bu sorunun çözümü için ekonomik tedbirler lazım' denilmişti. Demek ki yıllardır asker de, bu sorunu sadece terör sorunu olarak görmüyor.
Aslında bu sorunun bugüne kadar resmi adı 'Güneydoğu sorunu'ydu. Askerler, o bölge fakir olduğu için mi böyle bir sorun çıktığını düşünüyorlar?
Sorunu sadece ekonomiye ve fakirliğe bağladıklarını sanmıyorum. Terörü sadece fakirliğe indirgerseniz, dünyadaki diğer terörist olayları mesela bir IRA ve ETA terörünü açıklayamazsınız. Ayrıca Türkiye'de Kastamonu, Sinop ve pek çok yer en az Güneydoğu kadar fakir ama oralarda terör olmuyor.
Bizim sorun çözme konusunda bir sorunumuz mu var?
Evet, var. Biz, bir sorunumuz olmasını kendimize yediremiyoruz. Çünkü biz güçlüyüz ve bizim bir sorunumuz olamaz. Fakat sorun büyüdükten sonra güçlü olduğumuzu unutuyoruz ve o sorun sanki hemen bizi bölecek, yıkacak gibi kuşkulara kapılıyoruz. Zamanında adını koymadığımız bu sorunu topluma öcü olarak gösterip, halkımıza hizmet edeceğimize, bu sorundan yararlanıp halkımıza tahakküm ediyoruz.
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Cumhuriyet'te, Amerika'nın Öcalan'ı Türkiye'ye Barzani ile Talabani'yi Kuzey Irak'ta rakipsiz bırakmak için teslim ettiğini yazdı ve Öcalan'ın yakalandığı süreci, 'Sevr'in hortlatılmasını' dayatan süreç diye niteledi. Yalman'ın söylediklerinden çıkan sonuca göre, Öcalan'ı yakalamak Türkiye'nin aleyhine olmuş oluyor. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Hayır. Öcalan'ı yakalamanın Türkiye'nin aleyhine olduğuna ben inanmıyorum. Ama Amerika'nın Öcalan'ı yakalayıp bize teslim etmesinin nedeninin Barzani ve Talabani'ye rahat bir hareket alanı yaratmak olabileceğini, bu yazıyı okuduktan sonra düşündüm ve mantığıma çok uzak gelmedi. Çünkü Barzani ve Talabani zaman zaman düşman kardeştiler. Bazen biri, Türkiye'nin yanında diğerine cephe alırdı. PKK terörüne karşı Barzani, Türkiye'yle işbirliği yapardı. Çünkü PKK Kuzey Irak'taki üçüncü unsurdu ve onun da hedefi Barzani ve Talabani gibi Kürt devleti kurmaktı. Bunlar, Öcalan'ın devre dışı bırakılmasını isteyebilirler ve bu da ABD'nin işine gelmiş olabilir.
Türkiye, Öcalan'ı yakalamasaydı Kuzey Irak'taki durum Türkiye'nin lehine mi olacaktı?
Hayır olmayacaktı. Ama Öcalan'ın yakalanmasıyla biz rahatlamayı da beceremedik. Öcalan'ı, elimizde pimi çekilmiş bir bomba gibi bıraktık. Yıllardır elimizde olmasına rağmen hâlâ Öcalan'la uğraşıyoruz biz. Oysa elimizde oan Öcalan'ı istediğimiz gibi kullanabilirdik, Batı'ya karşı da kullanabilirdik ama elimizde olmasından ötürü kullanabileceğimiz bazı kozları kullanamadık biz. Nedenini kesin bilmiyorum, belki Öcalan Amerika tarafından bize bazı şartlarla teslim edildi. Ve bize, o şartların dışına çıkmamamız söylendi. Belki onu uyguluyoruz biz şimdi.
Yalman'ın sözleri kaçınılmaz bir kuşku yaratıyor. 'Öcalan'ın yakalanmasının, Kuzey Irak'taki Kürt liderleri rakipsiz bıraktığını ve bunun Türkiye'nin aleyhine olduğunu düşünen başka birileri de acaba oldu mu Türk devletinin içinde' diye düşünüyor insan. Böyle düşünen birileri olmuş olabilir mi?
Sanmıyorum. Varsa da bilmiyorum. Ama benim fikrim, Öcalan'ın yakalanışı, Türkiye'nin aleyhine olmadığıdır.
Öcalan'ın yakalanmasının aleyhimize olacağını düşünen biri...
Onu yakalamaz.
Evet öyle. Böyle düşünen biri, ülkenin çıkarı için Öcalan'ın yakalanmamasına çalışmak zorundadır mantıken. Eğer Yalman'ın görüşlerini paylaşan birileri, devletin içinde bulunduysa, onların, Türkiye'nin lehine olacak diye Öcalan'ı kollamış olması mümkün mü?
Böyle birinin olabileceğini sanmıyorum. Bu kadar can kaybının yaşandığı bir olayı, 'Bu uzun vadede Türkiye'nin menfaatinedir' deyip, olayın sürmesini isteyen bir grup olsa olsa siyasi değil, ekonomik rant peşinde bir grup olabilir. Bunlar silah satan, uyuşturucu trafiğini idare eden gruplar olabilir.
Bu rant gruplarında her kesimden insan yer almıyor mu? Her kesimden insanın yer alabileceğini Susurluk olayında görmedik mi?
Olabilir, ona bir şey demiyorum ama kimsenin, olayın sürmesinin, daha çok insanın ölmesinin Türkiye'nin lehine olacağını düşüneceğini sanmıyorum.
Orhan Doğan bana PKK'nın "silahlı propaganda" için Karadeniz'e açılmak istediğini söyledi. Gerçekten de o bölgede silahlı, bombalı PKK militanları yakalanıyor. Bir kurmay olarak PKK'nın bu tuhaf hamlesinin nasıl bir amaç güttüğünü düşünüyorsunuz?
Şu günlerde tekrar terör hareketleri başlatmakla birlikte, PKK'nın eski gücünden çok şey kaybettiğini herkes biliyor. PKK hem tabanına, hem Türkiye'ye, 'Biz sanıldığından daha güçlüyüz. Bakın, oralara kadar gidip eylem koyabiliyorum' mesajını vermek istiyor. Ama biz de uyguladığımız stratejilerle PKK'ya yardımcı oluyoruz. Eğer bu sorun ortaya çıktığından itibaren biz, 'Bu sorun Türkiye'yi böler' varsayımıyla hareket etmeyip, 'Bunlar Türkiye'yi bölemez. Ama bizim de eksikliklerimiz var. Onları gidermek görevimiz' deyip, demokrasi eksiklikleriyle ilgilenseydik, ne bu kadar can giderdi, ne de sorun bu boyutlara gelirdi.
Türkiye'yi yönetenlerdeki bölünme korkusu gerçek bir korku muydu yoksa bu korkunun arkasında başka amaçlar var mıydı?
Kişisel amaçlar var bence. Halka hizmet etme değil, halka hükmetme ve böylece padişah gibi yaşayabilme amaçlarımız, alışkanlıklarımız var bizim. Halka nasıl hükmedersiniz? Cahil bırakarak ve korkutarak. Bizi yıllardır hem korkuttular hem cahil ve fakir bıraktılar. Ayrıca bazıları, varoluş nedenlerini Türkiye'nin sorunlarının çözülmemesine bağlıyorlar. Bu sorunlar çözüldüğünde, kendilerinin bir hiç olacağını biliyorlar çünkü. Sorunların sürmesi, onları güçlü yerlerde ve konumlarda tutuyor. Sorunlar biterse, bu konumlar, bu yerler de bitecek. Kıbrıs sorunun çözüldüğünü düşünün. Kaç kişi siyaset sahnesinden, medyadan, akademik dünyadan yok olup gidecek.
PKK'nın lideri İmralı'da hapis ve örgütünü oradan yönetiyor. Bu, nasıl mümkün olabiliyor sizce?
Olmaması gereken bir şey bu. Bölgede on sene önceyi ve şimdiyi düşünün. Çok büyük değişiklikler oldu. Şimdi Öcalan yaptığı her şeyle, bölgeye bu özgürlüklerin verilmesine ve Türkiye'nin demokratikleşmesine karşı çıkan şahinlerin elini güçlendiriyor.
Siz, AB'yle tam müzakerelerin başlayacağı bir dönemde terörün artmasını nasıl yorumluyorsunuz?
İki şekilde yorumlanabilir bu. Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler
arasında, demokratikleşmenin Türkiye'yi böleceğine inanan bir grup var. Kürtler arasında da 'Bu demokratikleşme bizim davanın sonunu getirir' diye düşünenler var. Terörün ve Kürt devletinin peşinde koşan Kürtler, 'Bölge özgürleşirse ve zenginleşirse, biz devlet kuramayız' diye düşünüyorlar ki, onların düşüncesi daha doğru. Evet, kuramazlar. Yani AB'yle müzakerelerin başlayacağı dönemde terörün artmasını, iki türlü düşünmek zorundayız. Ya, AB'ye girildiği takdirde Türkiye'nin bölüneceğini, Kıbrıs'ın kaybedileceğini düşünen derin devlet, benim hiç bilemediğim mekanizmaları harekete geçiriyordur ve terör oluyordur. Ya da bu, 'AB'ye giren ve demokratikleşen, özgürleşen Türkiye'den toprak koparmak hayal olur' diye düşünen PKK'nın tırmandırdığı bir terör olayıdır.
Bu, ya PKK'nın ya derin devletin işi diyorsunuz. Tırmanan terör ikisinin işbirliği olamaz mı?
İşbirliği ifadesini kullanmak istemiyorum. Kimsenin böyle işbirliğine gireceğini düşünmek istemiyorum. Ama girerler mi, girmezler mi bilemiyorum.
Bizim orduda AB'den hoşlanmayan geniş bir kesim var mı?
Geniş bir kesim yok bence.
Bir de eski Birinci Ordu Komutanı orgeneral Hurşit Tolon'un tuhaf bir konuşması oldu veda töreninde. Tolon, aydın olduğu söylenen bazı insanlara karşı "nefret dolu" bir ordu bıraktığını söyledi. Silahlı Kuvvetler, orgeneral Tolon gibi düşünmeyen Türk vatandaşlarından nefret mi ediyor gerçekten?
Hayır etmiyor. Son senelerde galiba bir moda oldu, nedense bu açıklamalar hep emekli olmak üzere olan komutanlarca yapılıyor. Orduyu teslim alan İlter Başbuğ, 'Nefret dolu bir ordu bıraktım' lafına karşılık, 'Böyle bir ordu teslim aldım' demedi. Son yıllarda en tehlikeli gelişme, sizin gibi düşünmeyeni vatan haini ilan etmek oldu.
Tolon'u dikkate alırsak, generallerle aynı görüşleri paylaşmadığımız zaman kendi ordumuzun nefretinden korkmalı mıyız?
Hayır. Bu ifadeden bunun düşünülmüş olması dahi hem Türkiye'ye hem, Silahlı Kuvvetler'e büyük zarar verir.
Bu iki generalin söyledikleri aklımı iyice karıştırdı. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı'nın görüşlerini paylaşıp "Öcalan'ın yakalanması hataydı" dersek mi ordu bizden nefret edecek, yoksa "Öcalan'ın yakalanması iyi" oldu dersek mi?
Ordu sizden hiçbir türlü nefret etmeyecek. Çünkü siz, şu hakka da sahipsiniz artık. Koskoca bir orgeneral, Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış biri, eğer 'Öcalan'ın yakalanması uzun vadede Türkiye'nin aleyhine oldu' diyorsa, bu kadar sorumluluk almış biri bile böyle bir beyanatı yapabiliyorsa, siz de Türkiye'nin yönetiminde sorumluluk almamış bir aydın olarak, 'Ben de artık fikrimi çok daha rahat söyleyebilirim. Çünkü benim elimde bu konuda orgeneraldeki kadar bilgi ve belge yok. Dolayısıyla benim görüşüm onunkinden çok daha masumane ve objektif' deme hakkına sahip olursunuz.
Kendi vatanımızda kimseden korkmadan düşüncelerimizi söyleyebilmek için ne yapmamız gerekir? Vatandaşlarının korkmadığı vatanı nasıl yaratabiliriz?
Vatandaşlarının korkmadığı bir vatanı yaratmanın tek bir yolu var. O da demokratikleşme, özgürlük ve şeffaflık. Eğer belge ve bilgiler sendeyse, senin görevin şeffaf olmaktır, elindeki bilgiyi insanlarla paylaşmaktır. Toplumu bilgilendirmeden, 'Ben bu konuda haklıyım' demek olmaz. Sen niye haklısın? Sevr hortlar? Eee peki, ben de 'hortlamaz' diyorum. Senin beni Sevr'in hortlayacağına ikna etmen gerekir. Ama hiçbirimiz ikna olmadık. Bir de Sevr'in hortlayacağını, elinde güç olan insanların söylemesi beni rencide ediyor. Ben o gücü kullanırım, Sevr de hortlamaz. Olay bu kadar basit.
AB, ordunun siyasete karışmasına, bazı vatandaşlarına karşı 'nefret dolu' olmasına alışkın değil. Bu açıklamalar AB'yi nasıl etkiliyor?
Bizden önce AB'ye giren eski komünist ülkelerde de asker çok etkiliydi. AB, askeri otoritenin üstünde bir sivil otoritenin kurulması şartını koydu bunlara. Ama AB, Türkiye'deki Silahlı Kuvvetler'le halk ilişkisinin o ülkelerden farklı olduğunu düşünmedi ve geçişin bir anda olamayacağı bilinciyle davranmadı. 'Askerin bu kadar etkisi olur mu' dedi. Oysa Cumhuriyet'in kuruluşundan beri bir gelenekti bu bizde.
Demokrasinin bir sürü tarifi yok ki. Tek bir tarifi var. Bu tarifte de 'askeri demokrasi' diye bir şey yok. AB, Türkiye'yi dikkate alıp demokrasinin tarifini mi değiştirmeli?
Askeri demokrasi yok ama dünyada hiçbir ülkede 80 yılda oturmuş demokrasi de yok. AB daha sabırlı olmalıydı. Bakın, Genelkurmay Başkanı hakkında AB sürecindeki gelişmelere sessiz kaldığı konusunda ağır yazılar yazılıyor. 'Kıbrıs elden gidiyor. Kürt devleti kuruldu. Şeriat düzeni geliyor. Ses çıkmıyor Paşam!' deniyor. Demokratikleşmeye karşı direnç var ve bu Genelkurmay Başkanı AB sürecindeki Türkiye için bir şanstır. Görevi ise çok zor. Bir yanda, ülkenin demokratikleşmesine yardımcı olurken, diğer yanda bu demokratikleşmeyi 700 bin silahlı kişiye, ciddi bir subay kitlesine enjekte edeceksiniz ve silahlı kitlenin tansiyonunu kontrol altında tutacaksınız. Genelkurmay Başkanı'nın zaman zaman yaptığı açıklamalara, 'asker gene işe mi karışıyor' demiyelim. Genç kadroların tansiyonunu düşürmek için bazı açıklamalar yapmak zorunda kendisi... (RADİKAL)