Gündem
  • 16.12.2004 12:55

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ'DEN ŞEYH SAİD'E TOKAT GİBİ CEVAP!...

Türk'e kılıç çektirmem Şeyh Said destek istediğinde, Said Nursi şöyle demişti: ''Türk milleti asırlarca İslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Onlara karşı kılıç çekilmesine izin vermem.. Said Nursi 1923'ün mayıs ayında sadece Ankara'yı değil eski yaşamını da geride bırakarak Van'a gelmişti. Artık yeni bir Said olacaktı. İki yıl boyunca yazları Van'ın Çoravanis köyünde ve Erek dağındaki bir manastır harabesinde geçirdi. Kış aylarında Van'da oturan kardeşi Abdülmecid'in yanına gidiyordu. Kendini dini düşünceye ve derslerine vakfetmişti. Savaş arkadaşı Ali Çavuş ve Molla Hamid ona hem talebelik ediyor, hem de yardımcı oluyordu. SİYASET YAKASINI BIRAKMADI Molla Hamid o günlerle ilgili anılarını anlatırken birkaç ilginç noktaya değinmiştir. Mesela bir keresinde hocası şöyle demişti: ''İstanbul'dayken arkadaşlarım beni takip etmiş. 'Bakalım söylediği gibi mi davranıyor' diye... Sonunda benim özü sözü bir insan olduğumu anlamışlar. İstanbul'da onca sene kaldım, bir kere dahi kadınlara bakmadım.'' Bir başka gün ise Van gölündeki Akdamar adasına uzun uzun bakmış ve kendinden emin bir biçimde, ''Şu adada 10 yıl boyunca 50 talebe yetiştirsem, İslam'ı bütün dünyaya yayabilirim'' demişti. Bu iki olayı birbirine bağladığımızda şunu görüyoruz: Said Nursi dünyevi zevklerden uzak durarak, bütün enerjisini kendi İslam yorumuna verecekti. Zaten öyle de oldu. Said Nursi içine kapanmıştı ama tarih devam ediyordu. 3 Mart 1924'te Hilafet kaldırılmıştı. Din yerine milliyetçiliği öne çıkaran, laikliğe doğru ilerleyen yeni rejim Kürt grupların hoşuna gitmiyordu. İsyan hazırlıkları vardı. Günün birinde Kürt aşiret ağalarından, zamanında İkinci Abdülhamid'in kurduğu Hamidiye Alayları'nda görev yapmış olan Kör Hüseyin Paşa kapısını çaldı. ''TÜRK İLE KÜRT KARDEŞTİR'' Said Nursi'ye para getirmişti. ''Adamlar ve silahlar hazır; emrini bekliyoruz'' diyordu. Niçin? ''Mustafa Kemal ile savaşmak için!'' Bediüzzaman köpürmüştü: ''Asker vatanın evladıdır. Senin benim akrabamdır. Müslüman Müslüman'a silah çeker mi?'' Kör Hüseyin Paşa fena halde bozulmuştu. ''İtibarımı beş para ettin'' diye söyleniyordu. Said Nursi geri adım atmıyordu: ''Kullar arasında beş para ol. Allah katında makbul ol.'' Ayaklanmaya hazırlanan Kürt gruplar Said Nursi'nin manevi gücünü arkalarına almak istiyordu. Derken Şeyh Said'den bir mektup geldi. Özetle ''İsyanımızda bize yardım edin'' diyordu. Said Nursi yine bir mektupla ona cevap verdi: ''Türk milleti asırlardan beri İslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Bu yolda çok şehit vermiştir. Böyle bir milletin torununa kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Türk-Kürt birdir, kardeştir. Bizim asıl büyük düşmanımız cehalettir. Teşebbüsünüz bir işe yaramaz. Olan masum insanlara olur.'' Tabii Şeyh Said, adaşına kulak asmadı. Dini temalarla, Ağlasun Çeltikçi İstanbul Isparta Ankara Yakaören temalarla, Kürtçülük temalarının iç içe geçtiği ayaklanma 13 Şubat 1925'te başladı. Asiler Elazığ kentini ele geçirdi. Ardından Diyarbakır'a doğru indiler. Ankara hükümeti olayın 'yerel' olduğunu düşünüyordu. Ancak isyan yayıldı. Bunun üzerine Fethi Okyar başbakanlıktan gitti, yerine İsmet İnönü geldi. Takrir- i SükKanunu devreye girdi. Devlet bir yandan bütün gücüyle Şeyh Said'in üstüne giderken, diğer yandan ülkenin diğer bölgelerindeki, özellikle de İstanbul'daki muhalefeti susturdu. Sonuçta Şeyh Said yakalandı ve idam edildi. Said Nursi açısından tarih tekerrür ediyordu. Hem Kürt'tü, hem de din adamı. Aynı 31 Mart'taki gibi, değil isyana katılmak, tersine engellemeye çalışmasına rağmen hükümetin kararı ona da uygulandı: Diğer Kürt ileri gelenleri gibi o da Batı'ya gönderilecekti. 1926'nın şubat ayında askerlerin eşliğinde yola çıktı. Önce Erzurum'a, sonra da Trabzon'a geldiler. Gemi ile İstanbul'a vardılar. Said Nursi bir süre İstanbul'da kaldı. Sonra tekrar gemiye binip İzmir'e, ardından da Antalya'ya ulaştı. Yedi ayı burada yaşadı. Ardından Burdur'a götürüldü. MAREŞAL KORUMAYA ÇALIŞTI Bu dönemde Said Nursi siyasetten uzaktı. Sadece okuyor, düşünüyor, ibadet ediyor ve dersler veriyordu. Ancak bu kadarı da yönetimde rahatsızlık uyandırıyordu. Mesela Burdur valisi, Bediüzzaman'ı Mareşal Fevzi Çakmak'a şikâyet etmişti: ''Bizi dinlemiyor, din dersleri veriyor.'' Mareşal ''Ona ilişmeyin, bir zararı olmaz'' demişti ama devletin kuşkusu devam etmekteydi. Sonunda Said Nursi, Burdur'dan alındı ve Isparta'nın Eğirdir ilçesine götürüldü. Burada jandarma eşliğinde Eğirdir gölü yelkenli bir kayıkla geçildi ve Barla'ya ulaşıldı. Bediüzzaman, Barla'ya vardığında bir elinde içinde çay demliği, iki üç bardak, bir seccade bulunan bir sepet; diğer elinde ise bir Kuran vardı. Bir de parmağında gümüş yüzük... Tüm eşyası bundan ibaretti. Artık zorunlu olarak burada oturacaktı. Takvimler 1927'nin mart ayını gösteriyordu. Barla'da, Said Nursi'ye bağlı olan kişilerden biri de marangoz Mustafa Çavuş'tu. Bediüzzaman için bir ağacın üstüne küçücük bir kulübe yaptı. Said Nursi burada hem ibadet ediyor, hem de tefekküre dalıyordu. Said Nursi yıllarca Barla'da kaldı. Fikirlerini kah kendi kaleme alıyor, kah Şamlı Hafız Tevfik, Hafız Halit, Muallim Galip Bey gibi talebelerine yazdırıyordu. Önce 'Sözler' isimli kitabını tamamladı. Ve ilk kez çalışmalarına 'Risale-i Nur' adını koydu. (Ara notu: Risale kelimesinin iki anlamı vardır: 1. Mektup, 2. Küçük kitap. Her iki anlam da bu yazılar için geçerlidir. Çünkü Said Nursi sadece 'kitap' değil, 'mektup'lar da yazmıştır ve külliyata tümü dahildir.) 12 SAATTE 150 SAYFALIK KİTAP Risale-i Nur'un yazılış süreci de ilginçti. Mesela Hz. Muhammed'in ortaya koyduğu 'mucize'yi anlattığı 19'uncu Mektup, 12 saatte yazılmıştı. Said Nursi talebeleriyle birlikte dağda bayırda dolaşıyordu. Yağmur yağdığında bir şemsiyenin altına sığınıyorlardı. Hoca söylüyor, talebeleri bunu kayda geçiriyordu. Bediüzzaman sıra dışı hafızasıyla, hiçbir kitaba başvurmadan 'alıntıları' belleğinden yazdırıyordu. Böylece ortaya 150 sayfalık bir kitap çıkmıştı. Daha sonra Said Nursi yazılanları okuyup düzeltiyordu. Ayrıca kendisine gönderilen mektuplarda sorular oluyordu. Said Nursi bunlara da cevap veriyordu. Böylece Barla'da, bugün 'Nur Hareketi' diyeceğimiz oluşum başlamış oldu. Nurculuk bir ağacın üstünden yayıldı!.. Giderek yaşlanmakta olan Said Nursi çok az yemek yiyordu. Sık sık hastalanıyordu. Ama yine de risaleleri yazdırmayı sürdürüyordu. Talebeleri bu risaleleri çoğaltıyor ve talep edenlere dağıtıyordu. Bediüzzaman'ın ününü duyanlar ziyarete geliyordu. Onu bağlanması gereken bir 'şeyh' gibi görenler vardı. Said Nursi ise şeyhliği kesin bir dille reddediyordu: ''Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarma zamanıdır'' diyordu. CEZAEVİYLE TANIŞMA 1932 yılında Meclis karar almıştı: Arapça'dan vazgeçilecek ve ezan Türkçe okunacaktı. İnançlı kesimin rahatsızlığı daha da artmıştı. Bu ve benzeri kararlar o kesimin'arayışını' daha da güçlendiriyor, dolayısıyla Said Nursi'nin talebeleri giderek artıyordu. 1935 yılının bahar aylarında devlet harekete geçti. Nur talebeleri gözaltına alındı. Nisan sonunda Said Nursi de bu gruba dahil edildi. 59 yaşındaki Bediüzzaman 120 talebesiyle birlikte Eskişehir Cezaevi'ne kapatılmıştı. Talebelerinden Zübeyir Gündüzalp'in anlattığına göre günlerce yemek verilmemiş, tuvalete çıkarılmamışlardı. Mahktalebeler koğuşun bir köşesini kazarak tuvaletlerini yapmışlardı. Böylece... Nur Hareketi devlet babanın öteki yüzüyle karşılaşırken, Türkiye de yeni bir 'dini' grubun varlığını öğreniyordu. Köy Enstitüsü'nden 'Nur'a Mustafa Sungur: ''AKP gibi adamlar İslam birliğine çalışıyor. Ama içeriden ihanetler var.. Bugün Nur hareketinin en önemli isimlerinden biri de Mustafa Sungur. Sungur Said Nursi'nin en yakınında bulunması nedeniyle cemaat içinde ayrı bir yere sahip. 1929'da Karabük'e bağlı Eflani'de doğan Mustafa Sungur cemaate 15-16 yaşlarındayken katılmış. Kastamonu Gölköy Enstitüsü mezunu olan Sungur ile Üsküdar'daki ''mülk'' olarak nitelendirilen ama bir nevi dergâh olarak kullanılan binada konuştuk. 76 yaşındaki Mustafa Sungur ile yaptığımız röportajda birkaç farklılık dikkatimizi çekti. Oldukça ''mülayim'' görünen diğer Nurcu kanaat önderlerinin tersine Sungur'un tavırları biraz daha sert ve radikal. İşte Bediüzzaman'ın talebesi ve hizmetkârı olan Sungur'un anlattıkları: KÖY ENSTİTÜSÜ... Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü'nden 1944 senesinde mezun oldum. Oğulköy'e 1 yıl staja gönderildik. Oraya giderken bizi götüren kişi uzun uzun Said Nursi'den bahsetti. Onun adını ilk böyle duydum. Safranbolu'ya gittiğimde bir tanıdığımızın dükkânında kitaplarını gördüm. ZİYARET... Kastamonu'dayken uzun uzun anlattılar. Böylece etrafımız genişlemeye başladı. Bundan bir sene sonra 1947 yılında Üstad'ı ziyarete gittik. Emirgân'da. ASRI KUCAKLADI... Şimdi esas mesele şu. Said Nursi bu asrı baştan başa kucaklamıştır. Onu bir anlamak lazım. Sevgiye yanaşmadıktan sonra anlaşılmaz zaten. Bazen anlamıyorlar 'ne diyor' diye soruyorlar. Halbuki içine girseler sonsuz istifade ederler. İZAH GEREKSİZ... Eskiden fedakârlar, her şeyi göze alanlar ne bir izaha, ne bir lügata, ne bir sadeleştirmeye meydan kalmadan meselelerde arif oldular. Ama şimdi dilini anlamıyoruz diyorlar, sadeleştirelim diyorlar. BÖLÜNMELER... Çeşitli gruplara bölünmek doğru değil. Çünkü fikir ayrılıkları doğru değil. Bazı arkadaşlar bu tip ayrılıkları arıların oğul vermesi gibi değerlendiriyor. Hani arı oğul verir bir kovandan iki kovan olur. Ben de bu düşüncedeyim tabi. Esasta bir ayrılık yok. Nur hakikatlerinde umumi esaslarda ayrılık yok. AKP... AKP gibi adamlar İslam birliğine çalışıyor. Ama içinde ihanetler var. Kendi içinde de muhalifler var. Atatürkçüler var. Bütün bu şeyler ehven yol olarak görünüyor. Öyle yani. AB... (Sungur AB ile ilgili soruya Risale-i Nur'dan uzunca bir bölüm okuyarak yanıt veriyor. Özetle söylediği, din düşmanlarına karşı Avrupa'nın inanan Hıristiyanları ile birlikte olunabilir.) TELEVİZYON... Bu gibi televizyonların çoğu kepazelik. Medeni ve manevi bir olduğu gibi bütün ahlaki seviyenin Kuran'ın ilmi ve ameli icadına karşı mağlup oluyor. DÜNYANIN SONU... Dünyanın sonu gelmiştir. (Mustafa Sungur Said Nursi'nin Kuran'da dünyanın sonunun geldiğine ilişkin bilgiden bahseden Risale-i Nur bölümünü okuyor. Okumanın sonunda bugün itibariyle dünyanın sonuna 80 yıl kaldığını belirtiyor.) VASİYET... Üstad ölmeden evvel talebelerine bir vasiyet bırakmıştır. O vasiyetinde müspet hareket edin, menfi hareket etmeyin diyor. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müspet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz diyor. En büyük alimlerin reisinin görüşü böyle. KADIN... Her kadın şey yapıyor ama kadın kadındır. Büyük imamlar ne dediyse doğrudur. Mesela Abdülmecit'in kızı muallim olmuş. Emre AKÖZ- Nevzat ATAL Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:28

İLGİLİ HABERLER