
Bu nasıl İlahiyat profesörü
Allah-u Teala'nın ezelden bildirdiği, "Kuran-ı Kerim kıyamete kadar tek kelimesi bile değişmeden kalacaktır" sözüne bu adam inanmıyor.İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi Abdülaziz Bayındır, Emeviler döneminden sonra Kuran-ı Kerim'in neredeyse tamamen değiştirildiğini iddia ediyor.Abdülaziz Bayındır, bunun tersine yapılan hiçbir itirazı kabul etmiyor ve İslam konusunda tek doğrunun kendisini olduğunu savunuyor.
Bu adam malesef üniversite çocuklarımıza kendine göre oluşturduğu İslam dinini anlatıyor.
Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı, yapacaklarını “takdir” etmekten aciz; o, “karar veren” bir tanrı. Malumdur ki her “karar”ın öncesinde bir “kararsızlık” süreci vardır. O mu olsun, bu mu olsun der, sonra seçeneklerden birine karar verirsiniz. İşte Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı da tam böyle yapıyor!
Ebubekir Sifil'in söz konusu yazısı:
"İlk duyduğumda inanmadım. Çünkü, “Bu kadarı olmaz” dedirten bir iddiaydı duyduğum. Sonra arkadaşlar internetteki bir ses kaydını dinlettiler. Evet; duyduğum doğruymuş: Abdülaziz Bayındır, kendisine telefonda, “Allah benim kiminle evleneceğimi bilmez mi? Sizin böyle bir şey söylediğinizi duyduk” diye soran kişiye, “Ben demiyorum; Allah diyor” diye mukabele ediyor ve devam ediyor: “Allah Teala önceden kararlaştırmışsa sana emreder mi, şununla evlen, bununla evlenme diye?”
Sonra telefondaki ses, “Biz imamlarımızın bunun aksini söylediğini biliyorduk” gibi bir şey söyleyince şöyle mukabele ediyor: “İmamlarını boş verin kardeşim. Onların Kur’an-ı Kerim’le alâkaları yoktur zaten.”
Böyle diyor İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi Abdülaziz Bayındır! Bu adam çocuklarınıza din öğretiyor, fıkıh öğretiyor, hatta Kur’an’ı tefsir ediyor!
Bu kaydı dinledikten sonra internette küçük bir araştırma yaptım. Meğer Abdülaziz Bayındır bunları birkaç seneden beri söylüyormuş! Bu konuda birkaç videosunu da izledim. Videolardan birinde, Kur’an’da geçen “şâe” fiilinin (Vemâ teşâûne illâ en yeşâallâhu Rabbu’l-âlemîn ayetinde ve benzerlerinde geçiyor) Emeviler ve onlardan sonra gelenler tarafından anlam kaymasına uğratıldığını söylüyor!
Bir gecemi heba ettim Abdülaziz Bayındır’ın videolarını izleyeceğim diye. Hâsılası şu:
Abdülaziz Bayındır size diyor ki: Bu ümmet, Allah’ın dinini tahrif etmek için yapılabilecek her şeyi yapmış: Başta Kur’an olmak üzere eline geçirdiği her şeyi alt üst etmiş. Sözlükleri bile tahrif etmiş bir ümmetle karşı karşıyayız. Hadisler, Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf… “Din” denince aklınıza gelen her ne varsa dejenere edilmiş, bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış. Allah size Abdülaziz Bayındır’ı göndermeseymiş haliniz harapmış yani!
İşin şakası bir yana, tam bir “patolojik vaka” ile karşı karşıyayız. Böyle bir zihin ve ruh durumundaki birinin sadece başkalarına değil, kendine de zarar verebileceğini gözden ırak tutmamalı.
Abdülaziz Bayındır, kullarının ne yapacağından habersiz bir tanrıya inanıyor! Abdülaziz Bayındır yarın ne yapacağını biliyor, ama tanrısı bilmiyor!
Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı, yapacaklarını “takdir” etmekten aciz; o, “karar veren” bir tanrı. Malumdur ki her “karar”ın öncesinde bir “kararsızlık” süreci vardır. O mu olsun, bu mu olsun der, sonra seçeneklerden birine karar verirsiniz. İşte Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı da tam böyle yapıyor!
Abdülaziz Bayındır diyor ki: “Allah Teala senin kiminle evleneceğini bilse, şununla evlen, bununla evlenme der mi?”
Abdülaziz Bayındır’ın, bu algı durumuyla Allah Teala’nın “ilmi” ile “meşîeti”, “halk”ı ve “rızası” arasındaki ilişkiye dair sağlıklı bir şeyler söylemesini beklemek elbette beyhude. “Benim bu konuda bir şeyler söyleyecek kadar müktesebatım yok” deme erdemini göstermesini beklemek de öyle. Ama kendisini zorlayarak da olsa, üzerinde yetiştiği ilim zeminine en azından bir müsteşrik kadar saygılı davranmasını beklemek, kendisini izleyenlerin en tabii hakkıdır!
Sözün kısası, ulemamızın “şehvetu’z-zuhûr” dediği psikoloji, ahir zamanda pek çok kimsenin benliğini esir almış durumda. Bir insan kendisini, ulemaya muhalefet edecek yetkinlikte görebilir; onların verdiği hükümleri tartışma mevkiinde olduğunu düşünebilir. Bu başka şeydir; ait olduğu tarihi, medeniyeti, müktesebatı, züccaciye dükkânına girmiş fil gibi tahrif etmeye, kırıp dökmeye yeltenmek başka şeydir.
Bu ümmetin ilmî müktesebatı Abdülaziz Bayındır gibilerinin ifrazatlarıyla yıkılacak olsaydı, müsteşriklerin yüzlerce yıllık çabası arzu ettikleri neticeyi verirdi. O müktesebat adına değil, ama Abdülaziz Bayındır’ın bu kör gidişle kafasını nereye çarpacağı konusunda endişe edilse yeridir…
Daru’l Hİkme – Ebubekir Sifil TIMETURK / Haber Merkezi
İşte Abdülaziz Bayındır'ın sapık beyanları
'70 dakika fazla oruç tutuyoruz' iddiasıyla tartışma yaratan Prof. Bayındır'dan yeni açıklamalar: Üç aylar ve kandiller geleneksel şeyler. Peygamberimizin kıldığı teravih namazı yok.
Yüce Allah'ın ezelden taahhüt ettiği Kuran-Kerim'in kıyamete kadar bozulmayacağı garantisine bile inanmıyor.Prof. Abdülaziz Bayındır, Kuran-ı Kerim'in Emeviler döneminde bu yana bozulduğunu ve eklemeler yapıldığı savunuyor.Tek doğrunun ise kendisi olduğunu iddia ediyor.
'70 dakika fazla oruç tutuyoruz' sözleriyle tartışmaya neden olan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Abdülaziz Bayındır'dan bir iddia daha... Aynı zamanda Süleymaniye Vakfı Başkanı da olan Bayındır, Akşam'a yaptığı açıklamada, '3 aylar ve kandiller diye bir şey yok. Hepsi geleneksel. Ne Peygamberimiz ne Sahabe teravih namazı diye bir şey kılmamış' dedi. Bayındır'ın açıklamaları şöyle:
YATSI GERİLERE İTİLDİ
- Zamanımızda birtakım sıkıntılar var. Osmanlı'nın son zamanlarında namaz vakitleri, gözlem yerine hesapla yapılma yoluna gidildi. Gözlemle yapılırken problem yoktu. Hesaplama yapılırken astronominin hesaplarını yaptılar. Astronomi gök cisimlerini incelemek için bir hesap oluşturmuş, namaz vakitleri ise yeryüzüyle alakalı. Bu farklılıktan dolayı yatsı namazı da çok gerilere itilmiş oldu. Bugünkü akşam ile yatsının arasında ezan okunması lazım.
- Üç aylar da kandiller de yok. Bunlar bizim kültürümüzde oluşmuş şeyler, geleneksel. Kuran'da da yok Peygamberimizin sünnetinde de yok.
TERAVİH KILINMIYORDU
- Peygamberimizin kıldığı herhangi bir teravih namazı yok. Sahabenin kıldığı da yok. Peygamberimizden sonra Hz. Ebubekir döneminde de kılınmamış. Hz Ömer bakmış insanlar camiye toplanıp namaz kılıyorlar, bir imam tayin etmiş. O şekilde namazlarını kılmışlar, sonra da onun adına teravih denmiş. Ve 'Sünneti müekkede'dir diye kitaplara geçmiş. Sünneti müekkede, peygamberimizin sürekli yaptığı arada sırada terk ettiği şey demektir. Peygamberimizin hiç yapmadığı şeye sünneti müekkede dediğiniz zaman yanıltıcı oluyor.
- Deniyor ki Ramazanda geceleri teravih kılarak ihya ederseniz geçmiş günahlarınız affedilir. Bunu duyunca namaz kılmayanlar dahi teravihe koşuyor.
Kefaret orucu diye bir şey yok
Bayındır, kefaret orucunun da olmadığını savunarak şöyle dedi: Bir insan, özrü olmadığı sürece orucunu tutmadıysa bu kişinin yapacağı bir şey yok. Daha sonra kaza edeceği hiçbir şey yok. 61 gün kefaret söylenir ama bunun dayanakları doğru değil. Kuran'da da Peygamberimizin sünnetinde de böyle bir şey yok. Bu kişilerin yapacağı tek şey tövbe etmek ve bir daha orucunu aksatmamak. Kefaret orucu diye bir şey yok.