KAPATILAN DEP’in halen Ankara 1 No’lu DGM’de ‘yeniden yargılanan, yaklaşık 10 yıldır da cezaevinde bulunan milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak, Türkiye’yi Avrupa Birliği Dönem Başkanı Berlusconi’den ABD Başkanı George Bush’a, Papa 2. Jean Paul’den NATO Genel Sekreteri Robertson’a kadar bir dizi kişi ve kuruluşa şikâyet etti.
Dört milletvekilinin şikâyet mektuplarında, 30 bin vatandaşımızı katleden terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’dan “Sayın” diye hitabetmeleri dikkat çekti. Mektupta, Türkiye’deki Kürtler’in büyük çoğunluğunun teröristbaşını ‘lider, barışın mimarı ve pusulası’ olarak gördüğü iddia edildi. Mektupta “Kürtler’in Türkiye’yi 21. Yüzyıl’ın yükselen yıldızı yapacağı” gibi “ilginç” görüşlere de yer verildi.
Mektupta dört milletvekilinin PKK ile bağlantısının itirafı da yer alıyor. Gerek Meclis’te bulundukları gerekse yargılanma sürecinde PKK ve teröristbaşı ile bağlantılarının bulunmadığını iddia eden Zanma, Dicle, Doğan ve Sadak, mektupta Öcalan’dan ‘liderimiz’ diye söz ediyorlar.
Üç sayfalık mektup
Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nden 10 Kasım 2003 tarihinde dört milletvekilinin imzasıyla gönderilen üç sayfalık mektubun ilk sayfasında, dünyayı sarmalayan değişim rüzgarlarının Türkiye’yi de derinden etkilediği vurgulanarak, “Türkiye hem değişmek, hem de Ortadoğu bağlamında değişimin öncülüğünü yapma misyonuyla karşı karşıya bulunmaktadır” denildi.
Türkiye’nin öncülük rolünü gerçekleştirebilmesi için öncelikle iç sorunlarını çözmesi gerektiği belirtilen mektupta şöyle devam edildi:
“Türkiye’nin tarihsel bir yol ayrımında olduğunu düşünüyor ve büyük kazanımlar yanında, büyük kaybedişlerin de olabileceğine dikkat çekmek istiyoruz. Kuşkusuz ne kaybeden ne de kazanan sadece Türkiye olacaktır. Domino taşları gibi öncelikle Türkler, Kürtler, bölge halkları ve daha fazla da ilerici insanlık birbiri ardına kaybedecektir. Ya da bütün olarak dünya barışı kazanacaktır.”
Kürt sorununun çözümünü kendilerine göre ‘çok kolay’ bulan dört milletvekili, mektuplarında terör örgütü PKK’dan hiç bahsetmezken, 30 bin vatan evladının şehit edilmesine de üstü kapalı olarak şu saçma gerekçeleri gösterdi:
“Kürtler tarihin hiçbir döneminde, çok istekli ya da çok gönüllü oldukları için şiddeti tercih etmemişlerdir. Demokratik kanalların tıkalı olması, yasal-legal alanda ifade olanağı bulunamaması, devletlerin yasakçı, baskıcı, inkarcı ve imhacı tutumları temel hak ve özgürlükleri tümden ortadan kadırmıştır ve bu nedenle de, meşru savunma temelinde şiddete başvurmaktan bir başka çare ve yol bırakmamıştır. Bu tarihsel gerçekler göz önüne alındığında Kürtler’in diyalog ve uzlaşıya açık, barışçıl bır karaktere sahip olduğu bilimsel bir olgudur. Kürtler hiçbir zaman birlikte yaşadıkları kardeş halklarla çatışmamış, kin, nefret ve öfke besleyerek halklararası bir sorunun aktörü olmamışlardır.”
Umutları kırılıyormuş
Mektupta, ‘sayın’ diye hitabedilen teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın İmralı Cezaevi’ndeki durumu da gündeme getirilerek şöyle denildi:
“Ne yazık ki, tek kişilik ada cezaevinde tutulan Kürt lider Sn. Öcalan şahsında somutlanan politikalar, Kürt sorununun barışçıl çözümü yolundaki umutlarımızı kırmakta, başta bizler ve halkımız olmak üzere, demokratik kamuoyunu endişelendirmektedir. Endişe ve kaygılanmakta haklı olduğumuzu düşünüyoruz; çünkü, Sn. Öcalan’a yönelik tecritte ısrar edilmekte, iklimsel koşullardan kaynaklı ağır sağlık sorunlarına hükümet duyarsız yaklaşmakta, bir başka cezaevine sevk istemi reddedilmekte, demokratik değişim, dönüşüm ve çözüm için hazır olduğunu deklare etmesine rağmen eski politikalarda ısrar edilmekte, AB ile ilişkiler çerçevesinde çıkarılan köklü yasal reformlar hayata geçirilememektedir.”
Kürtler’in lideri iddiası
Mektubun, teröristbaşının “Kürtler’in lideri’ ilan edildiği bölümü de şöyle:
“Genelde Türkiye’de yaşayan Kürtler’in hak arayışları hep ‘terör’ olgusuna indirgenmiş ve uluslararası yönelimlerin hedefi haline gelmiştir. Oysa Türkiye’de yaşayan Kürtler’in büyük bir çoğunluğu Sn. Öcalan’ı liderleri, barışın mimarı ve pusulası olarak görmekte, yaşam koşullarını önemsemekte ve kitlesel destek vermektedir. Bu durum, Kürt sorununun toprak bütünlüğü içinde barışçıl yöntemlerle çözümü için bir şans olduğu gibi, Ortadoğu devletlerinde statükonun kırılması, değişim ve dönüşüm için de bir şans olarak algılanmalıdır.” Türkiye’ye yönelik gayriciddi suçlamaların yer aldığı mektupta iç barışın sağlanması durumunda Türkiye’nin, diğer ülkelerde yaşayan Kürtler açısından da cazibe merkezine dönüşeceği sanularak şu görüşlere yer verildi:
“Bu nedenle Kürtler, bölgesel değişim ve dönüşümün anahtarı konumundadır. Ve bu rolünü, Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü koruyarak kardeş Türk halkıyla bir arada, bölge halklarıyla da iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşayarak gerçekleştirmelidir. Kürtler, Türkiye’yi 21. Yüzyıl’ın yükselen yıldızı yapma kararlılığındadır. Ve bu kararlılığını açığa çıkarmış durumdadır.”
Mektubun son bölümünde de teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın sağlık koşullarının yerinde incelenmesi istenerek şöyle deniliyor:
“Bu nazik süreçte, uluslararası toplum ve kuruluşlardan en büyük beklentimiz, Türkiye’nin sonuçları belki de on yıllara ve bölge ülkelerine yansıyacak ve dünya barışını tehdit edecek bir çatışma ortamına girme ihtimalini ciddiye alarak, barıştan ve değişimden yana olan dinamiklere destek ve güç vermesi, Sn. Öcalan’ın yaşam koşulları yerinde incelenerek durumunun ve sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılmasıdır.”
Kimlere gitti
AB Dönem Başkanı Silvio Berlusconi (İtalya Başbakanı), Parlamento Başkanı Pat Cox, Komisyon Başkanı Romano Prodi, Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Javier Solana, ABD Başkanı George Bush, NATO Genel Sekreteri Robertson, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Papa 2. Jean Paul, Uluslararası Af Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü, Helsinki Yurttaşlar Asamblesi, Dünya İşkenceyle Mücadele Örgütü, Uluslararası İnsan Hakları
Federasyonu, Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu, Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi, Irkçılığa Karşı Mücadele ve Halklararası
Dostluk Hareketi, Human Rights Watc ve AGİT-OSCE.
Meclis’ten cezaevine
ERDAL İnönü’nün başkanlığındaki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile ittifak kuran Halkın Emek Partisi (HEP) listesinden 1991 seçimlerinde Parlamento’ya giren Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak’ın da aralarında bulunduğu milletvekilleri, Meclis’te ilk krizi yemin töreninde çıkardı. Zana, PKK’nın renklerini temsil eden sarı-kırmızı-yeşil fularla Genel Kurul’a gelirken erkek milletvekilleri de aynı renkte mendiller taktı. Zana kürsüde Kürtçe yemin etmek istedi. Meclis’in geçici başkanı Ali Rıza Septioğlu bu yemini engelledi. Ardından da SHP Dicle ve Zana’yı ihraç etti. Bunun üzerine HEP kontenjanından Meclis’e giren diğer milletvekilleri de SHP’den ayrıldı. Daha sonra Hatip Dicle yönetiminde Demokrasi Partisi’ni kurdular. SHP’nin muhalefetine rağmen Meclis’teki diğer partilerin ittifakıyla DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı ve yargılama yolu açıldı. Ankara DGM “DEP Davası” diye bilinen davada, kapatılan DEP’in Diyarbakır eski milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana, Şırnak eski Milletvekili Orhan Doğan ve Selim Sadak’ı, terör örgütü PKK’dan aldığı talimat doğrultusunda yoğun bölücü faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle 15’er yıl ağır hapis cezalarına mahkum etti. Dört sanık, AB uyum yasaları doğrultusunda yeniden yargılanma isteğinde biulundular. Bu istek kabul edilince dört eski milletvekilinin Ankara 1 No’lu DGM’de yargılanmalarına başlandı.
(H.O. TERCÜMAN)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:02