Medya
  • 13.2.2003 14:21

DİZİLER HAYATIN TA KENDİSİ Mİ?

Hayat yalan, dizi yalan... Al sana gerçek! Haşmet Babaoğlu Eksik olmasın, arkadaşlarım gazetenin birincisi sayfasından günlerce anonsladılar. Neymiş, ''Haşmet Babaoğlu dizilerin sosyolojik boyutuna dikkat çekecek''miş. Üstelik bu vesileyle diyecekmiş ki ''Diziler hayatın ta kendisi!'' Bu birinci sayfa anonslarının benimle başı hiç hoş değildir, nedense... Fenerbahçe-Beşiktaş maçından önceki gün de spor sayfasında maç hakkındaki tahminimi beraberlik olarak yazdırmıştım. Ertesi gün bir baktım ki, birinci sayfamızda ''Galibiyete yakın taraf Fenerbahçe'' demişim. Var bir tuhaflık! Neyse, öyle iddialı biçimde sosyolojik boyutlara girmekte pek gözüm yok. Bunu iki gündür yazdıklarımdan anlamışsınızdır zaten. ''Diziler hayatın ta kendisi'' meselesine gelince... Malum, bu lafları pek severiz... Futbolu da hayata benzetip dururuz mesela. Futbolu çok sevdiğimizi anlatmak için ''hayat gibi'' deriz, ''hayatın kendisi'' deriz. Hani bunları söyleyenler hayatı çok sevseler, dert etmeyeceğim. Oysa en çok da sevmedikleri, barışamadıkları hayattan futbola kaçmak zorunda kalanların dilindedir bu laf... Futbol oyundur, yani bütün oyunlar gibi belli kuralları olan kapalı bir daire oluşturur. Hayat gibi ucu açık ve ''kuralsız'' değildir. Bir dikkat etsek, aslında futbolu tam da hayata benzemediği, bizi baştan aşağı oyalayan bir OYUN olduğu için sevdiğimizi anlayacağız. Ama laf güzel geliyor işte! Dizileri hayata benzetmek de öyledir. Lafı büyüler bizi ama gerçeğe işaret etmez. Kim kendi hayatının veya genel olarak sıradan bir hayat serüveninin karşısına geçer de seyreder her Allah'ın günü? Çocuklar Duymasın gibi diziler veya Amerikan sit-com'ları bazen ''hayat ta kendisi''ymiş gibi yaparlar, o kadar... Daha geçenlerde bir kadın okurumun gönderdiği mektubu köşemde yayınlamıştım. Bizim de tıpkı Haluk'la Meltem gibi bir evliliğimiz var, hemen hemen aynı olaylar geçiyor ev içinde. Ama bizim konuşmalarımızı aynen yayınlamaya kalksalar ''Biiiiip'' sesinden geçilmez, demiyor muydu. Bu en benzeyeninin hali, düşünün siz! Zaten asıl olarak ''tam bizim gibiler ama biz gülmüyoruz, biz sıkıntıdan patlıyoruz, biz kavga ediyoruz, biz birbirimizin kalbini kırıyoruz, oysa onların söyledikleri bizi acayip güldürüyor, bu ne biçim iş yahuu'' sorusu bu diziye reyting patlaması yaptırmıyor mu? Konak, ağa, hanımağa, zor bela aşk dizilerine gelince, hayatı filan unutun! ''Bu konak oradaki gerçek konaklara benzemiyor'', ''bu ağa ne biçim ağa!'' türünden fikir yürütmelerin dizilerin izleyicisiyle kurduğu ilişkiyi çözümlemekte anlamlı bir yeri yok. O dizilerde bizi bağlayan, ekran karşısında tutsak eden şey derin arzularımızla kurdukları ilişkidir. Sonuç... Hayat başka, diziler bambaşka! Hatta bizim diziler artık BBC-TRT gerçekçiliğine de boşverdiler, Amerikan dizilerinin ''sahicilik'' etkisini önemsiyorlar. Batı'da sinema çevrelerinde çok sık kullanılan bir örnekle anlatacak olursam; artık kahramanlarımız otomobillerinin kapısını kilitlemiyorlar. Park yerine geldiklerinde de kapıları açık, otomobilleri onları bekliyor... Halkın televizyon dizilerine gösterdiği ilgi üzerine sözde toplumbilimsel analizler yapıp eleştirmenin kendine özgü bir çalımı, gösterişli bir havası vardır. Herkesin bayıldığına burun kıvırma gibi algılanır ve insanı sıradışıymış gibi gösterir. Ama dikkat edin, dizileri sözde politik ve toplumbilimsel açıdan eleştirenlerin sözlerine, orada da hanımağa tiplemeleri veya ''taşfırın erkeği'' kadar basmakalıp laflar ve tezler göreceksiniz. İkide bir televizyon dizilerinin ''insanı aptallaştırdığını'' söyleyenlerin bu dizileri seyretmeseydik, zeki ve kavrayışlı insanlar olacağımıza inandıklarını hiç sanmıyorum. Sürekli hayatın keskin ve çıplak gerçekleriyle hesaplaşarak yaşamak imkânsızdır. Tabii ki uyumaya, rüya görmeye ihtiyacımız var. Yeter ki uyuduğumuzu bilelim ki uyandığımızda gördüğümüzün de rüya olduğunu bilelim. Ve yeter ki rüyamız kâbus olmasın... Aptallaştırılmaya gelince, büyük sistemlerin güçlü cenderesi altındaki ''küçük insan'' ın bu durumundan televizyon dizilerini, futbolu, Hollywood'u sorumlu tutmak acımasız bir kolaycılıktır. Zaten böyle tezleri ileri sürüp duranlara dikkat edin, göreceksiniz ki onlar da kendi acılarını ''uyuşturmak'' için inanç ve yargılarını kullanıyorlar. medyatava Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:20

İLGİLİ HABERLER