EKREM DUMANLI MUSTAFA MUTLU'YA ÇOK AĞIR YÜKLENDİ...
Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı bugün çok ağır şekilde Zaman'ın tirajı ve ışık evleri ile ilgili yazılar yazan Mustafa Mutlu'ya yüklendi... Dumanlı: ''Zaman gelir, devran onu hortumu bol, şantajı bol, usulsüzlüğü bol bir grubun tetikçisi yapar. Buyurgan dürüstlükten zerre miktar iz kalmaz, patronun emrinde önemli roller üstlenir. İşler sarpa sarınca da gemiyi ilk terk edenlerden olur bu kişiler. Belki de bundan dolayı, kişilik bunalımına düşer...''... Ekrem Dumanlı isim vermedi ama adres apaçık belliydi... İşte o yazı...
Ekrem Dumanlı/ZAMAN
Bir prototip anatomisi
Aydın olmak, dürüst olmaktır. Bir de insan olmak. İnsan olmanın yolu, açık yürekli, mütevazı, samimi olmaktan geçer. Bizde aydın -ya da kendini aydın sayan kişi- çoğu kez tepeden bakmaya bayılır. Hesap sormaya yeltenir hayalî fildişi kulesinden. Sanır ki herkes kendisine hesap vermek zorunda.
Kişilik sorunu yaşayan bir insan için başkasının omzuna basarak yükselmekten başka çare yoktur. Omuz mesafesi bile ona içinde bulunduğu durum için yüksek gelebilir. O zaman da kendine hasım gördüğü kişilerin paçalarına sarılma lüzumu hisseder. Dolayısıyla saldırı (eleştiri demiyorum) özden uzaklaşır, bir küçük parçanın sembolik kavgasına dönüşür.
Aynaya bakmaz bu tipler. Geçmişine seyahat etme cesaretini yüreğinde duyamaz çünkü. Namuslu, dürüst, hatta demokrat gibi görünme gereği hisseder kimi zaman. Özene bezene sempatik rollere bürünür ve diyaloga açık bir maskeyle sorular sorar. Tam cevabını almışken minder dışına kaçmaya yeltenir.
Düşünür ki minder dışında yapılacak tartışma, hasmının meşruiyetini sorgulama sürecini getirecektir. Bu taktik sayesinde geride kalmanın mazeretini ürettiğini vehmeder. Karşısındakini birtakım dedikodularla yıpratma, sindirme senaryosudur bu. Kendini legal, karşısındakini illegal göstermenin çırpınışı. Güya polemik polemiği doğuracak; hem karşı taraf sinecek hem de beyefendi şöhret kazanacak. Haksızlığa maruz kalmış insanların tepkisinden bile mutlu olur bu tipler.
Buyurgan bir eda ile soru sorma gücünü vehmeder kendinde. “Çık açıkla...” nevinde suallerle çadır tiyatrosunun baş aktörlüğüne soyunur. “Sen kimsin de bu soruları soruyorsun?” deneceğini hesaplamaz. Çünkü aynaya bakmaz, bakamaz...
Oysa aynaların dili çok yalın, çok sadedir. Yıllar geçmiş, her şey değişmiştir; ancak o, yıllar öncesi ideolojik hırçınlıktan demokrasiye bir adım bile atamamıştır. Ne acıdır ki demokrat görünmek zorundadır.
Zaman gelir, devran onu hortumu bol, şantajı bol, usulsüzlüğü bol bir grubun tetikçisi yapar. Buyurgan dürüstlükten zerre miktar iz kalmaz, patronun emrinde önemli roller üstlenir. İşler sarpa sarınca da gemiyi ilk terk edenlerden olur bu kişiler. Belki de bundan dolayı, kişilik bunalımına düşer...
Olsun, ne yapıp edip kapağı bir yere atmak, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi yeni pozlara girmek gerekir. Bir zaman sonra yeni bir mevki kazanır. Her şey yoluna girmiş gibi gözükür; ancak şöhret arzusunun doldurulamayan boşluğu, onu daha mağrur, daha buyurgan, daha saldırgan olmaya iter. Marazi bir hevesle birilerine saldırmak, onları hesaba çekmek, böylece kendine yeni bir alan açmak ister. Nasıl olsa o yoldan daha önce başkaları da geçmiş, tepkilerin gücüyle bir yerlere ulaşmıştır.
Kıskançlık içini yakar böyle tiplerin. Onlara göre başarının, kalitenin adresi bellidir. ‘Öteki’ olarak gördüğü kişilerin başarısını asla kabul edemez, şüpheler üretir daima. Şüphe de şüphe olsa bari. Meslekten herkesin bileceği en basit konuları bile önemli bir saptama imiş gibi takdim eder. Hal böyle olunca karşınıza sadece zeka sorunu çıkmaz. Kötü niyetli, sırnaşık vehimler vardır ortada. Oysa gerçeği, ancak arayanlar bulabilir. Adamın gözünü hırs bürümeye görsün; şüphe diye diline doladığı şeylerin, hizmetinde bulunduğu kurumun fiilen uyguladığı çalışmalar olduğunu bile fark edemez.
Belki daha önce bu taktik birilerini meşhur etti medya dünyasında. Ancak bu, artık bayat bir numara. Bu metodu kamuoyu da biliyor. O yüzden umursamıyor önyargıları, peşin hükümlü ve art niyetli yaklaşımları...
Bu tiplere verilecek en güzel cevap sükuttur. Çünkü muhatap olmanız bile onları sevince gark ediyor. Bu tür kişilere verilecek cevap çok. Yalnız o seviyeye düşmek zor. O yüzden bu kapıyı açmıyorum. Zaman okurunun bir seviyesi ve hatırı var. Onu şöhret arzusuyla yanan tiplerin zevkine feda edecek değilim...
MUSTAFA MUTLU NE YAZMIŞTI?
Mustafa Mutlu
Dumanlı'nın kulak arkası ettiği sorular
Televizyon reklamlarında 400 bin sattığı iddia edilen Zaman Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'ya geçen hafta bazı sorular sormuştum... O da beni telefonla arayarak, ''Bu sorulara pazartesi günü kendi köşemde yanıt vereceğim'' demişti...
Dumanlı, ''Işık Evleri''yle ilgili yazım nedeniyle cumartesi günü yeniden aradı ve beni ''bir güzel'' kınadı!
Nasıl olur da; Zaman Gazetesi'nin tirajından yola çıkarak, konuyu Işık Evleri'ne getirirmişim? Okurlarıma, ''Işık Evleri ile ilgili tüm bildiklerinizi bana yazın'' demem, okuru jurnalciliğe teşvik etmekten başka bir şey değilmiş... Artık gazeteciliğimden şüphe etmeye başlamış...
Ekrem Bey'i uzun uzun dinledikten sonra, sordum:
''Işık Evleri'ndeki öğrencilerin zorla Zaman'a, Aksiyon'a ve Sızıntı'ya abone yaptırıldıkları söyleniyor. Ben bu yüzden Zaman'ın tirajıyla girdiğim yolda, Işık Evleri'ne kadar geldim. Bu evlerle gazetenizin doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi var mı?''
Kızdı ve ''Bu sorulara da tiraj meselesiyle birlikte yanıt vereceğim... Yaptığınız gazetecilik değil'' diyerek, telefonu kapattı...
Bunun üzerine Sayın Dumanlı'nın dünkü Zaman'da çıkan yazısını merakla beklemeye başladım. Ama ne yalan söyleyeyim, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.
Çünkü Ekrem Dumanlı, tam bir sayfayı dolduran yazısında benim sorularımın neredeyse tamamını kulak arkası edip; ''abonelik sisteminin erdemleri'' ve ''dünyanın hangi ülkesinde abonelik oranının yüzde kaç olduğu'' konusunda ahkâm kesmiş... Buradan hareketle de kararını vermiş:
''Abonelik sistemi hayata geçirilmedikçe Türkiye'de tirajlar yükselmez...''
Sayın Dumanlı, Zaman Gazetesi'nin abone sistemini de ''Özel Satış Tekniği'' arabaşlığıyla geçiştirmiş... Gazetenin dağıtımını 151 müstakil şirketin yaptığını, bu şirketlerin kullandığı 300'den fazla büro olduğunu, dağıtım için 580 motorize ekibin çalıştığını söylemekle yetinmiş... Gazeteleri YAY-SAT'tan aldıktan sonra abonelere ulaştıran 151 müstakil şirkete ne kadarlık kâr payı verildiğini, bu şirketlerde çalışan binlerce kişinin ne kadar prim aldığını; bu yüksek maliyetlerden sonra gazetenin para kazanıp kazanmadığını ise yazmamış...
Sayın Ekrem Dumanlı...
Dünkü ''hiçbir şey izah etmeyen izahaf''ınızı okuduktan ve zerrece aydınlanamadıktan sonra; yüksek müsaadelerinizle; sizin görmezden geldiğiniz soruları ''açarak'' tekrarlayayım:
* Sayılarının 380 bini bulduğunu iddia ettiğiniz abonelerinizin ne kadarı tek tek, ne kadan ''toplu'' alıcı?
* Türkiye'nin kaç ilindeki, kaç ''Işık Evi''nde, kaç grup aboneniz var?
* Fethullah Gülen'in deyişiyle ''tekke ve zaviyeler''in devamı
niteliğinde olan ve bu yapısıyla da ''yasadışılığı'' tartışma götürmeyen Işık Evleri ile yayın grubunuzun doğrudan veya dolaylı bir ilişkisi var mı?
* Yine Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen bazı dersanelerde çalışan öğretmenlere ve öğrencilere ''grup aboneliği'' yapıyor musunuz? Bu dersanelerde eğitim gören çocuklar; dersanelerinin yaptığı sınavların cevap anahtarını görebilmek için Zaman almak zorunda bırakılıyorlar mı? Bu cevap anahtarları, neden dersanelerdeki panolara asılmıyor?
* Abonelikle dağıtılan tüm gazetelerin ücretini alıyor musunuz?
* Eğer öyleyse; bize gelen yüzlerce mail'de de belirtildiği gibi, gazeteleriniz nasıl oluyor da bazı semtlerdeki hemen hemen her apartmanın kapısında sahipsiz bir şekilde, saatlerce ayaklar altında sürünüyor?
* Gazetenizi savunmak için mail gönderen okurlarınızın büyük bölümü, Gülen röportajı sırasında bayiden 8-10 gazete alıp, eşe dosta ücretsiz dağıttığını söylüyor... Bu da; gazetenizin normalde 20 bin olan bayi satışının o günlerde 200 bine yükselişinin gerçek nedenini ortaya çıkarıyor... Dünya medyasını iyi bilen bir meslektaşımız olarak size soruyorum: Hangi ülkede, hangi okur; hangi haber ya da röportaj nedeniyle, hem de kitlesel olarak, bir yerine 8-10 gazete alıp, eşe dosta dağıtır? Bu, okurlarınızla aranızda bir ''misyonerlik'' ilişkisinin bulunduğu anlamına gelir mi?
Sayın Dumanlı...
''Yanıtlayacağım'' dediniz, dört gün beklettiniz ama hiçbir soruma yanıt vermediniz... Sadece ''geçiştirdiniz.''
Bu nedenle sizden yukarıdaki sorularıma yanıt vermenizi de beklemiyorum...
Çünkü ''zorlanacağınızı'' görüyorum ve bunu da anlayışla karşılıyorum...
Size huzurlu, bol aboneli ve bol ''misyon''lu nice ''zaman''lar dilerim!
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:22