Böyle şöhret...
Daha Riyad'a ayak basar basmaz bazı parmakların beni gösterdiğini fark ettim. "Şöhret âfettir" diye yetiştirilmişiz ya, buraya kadar ulaşan bir şöhretim olacağını sanmadığım için, "Yanılıyorum" diye düşündüm. Veliahd Prens Abdullah'ın verdiği dâvette gözümü yanımda oturan işadamı açtı. Evet, şöhretim, benden önce el-Cezire televizyonuyla bölgeye ulaşmış...
El-Cezire, bildiğiniz gibi, Katar merkezli uluslararası bir televizyon. Arap kanallarının genellikle rejimler tarafından belirlenen yayın politikalarına karşılık, el-Cezire, olabildiğince bağımsız muhalif bir çizgi izliyor; bu sebeple de, bölgenin her tarafında, müthiş bir ilgi görüyor. El-Cezire'ye daha önce de çıktım, ama sonuncusu beni 'şöhret' yapıverdi.
En iyisi başından anlatayım: Bir hafta kadar önce, el-Cezire'nin temsilcisi Yusuf Şerif arayıp Başbakan Abdullah Gül'ün gezileriyle ilgili bir programa konuk olmamı istedi. Sevinerek kabul ettim. Yarım saat kadar süren canlı yayında, Katar'dan soru yönelten programcıya, geziyle amaçlananı anlatmaya çalıştım. Tam kapatacağı sırada, muhtemelen kendisinin de daha önce düşünmediği bir soru yöneltti programcı: "Peki Araplar" dedi, "Onlar ne yapmalı?"
Arapların samimi olmaları gerektiğini ifade ettikten sonra şunu söyledim: "Bir yabancı gazeteci dostum, 'Türkleri karşılayan Arap liderler, konukları ayrılır ayrılmaz telefona sarılıp, Washington'daki tanıdıklarına, merak edilecek bir şey olmadığını' söylüyorlar..." Riyad'ta gördüğüm ilgiye dayanarak iddia ediyorum, bu cümle, beni, el-Cezire yayınlarının ulaştığı coğrafyada 'şöhret' etmeye yetti...
Bu arada, Hürriyet gazetesi, geziye ATA uçağıyla gidişimi haberleştirerek, ülkedeki 'şöhretimi' de artırdı. Hürriyet'i hazırlayanlar, sağolsunlar, Abdullah Gül'le beni MSP gençlik kollarından arkadaş yaptılar... Oysa, bizim dostluğumuz, cümle âlemin bildiği gibi, MSP ile hiçbir ilgisi bulunmayan Milli Türk Talebe Birliği yıllarına (1969-1973) dayanıyor...
Savaş ile medya ilişkisi konulu tespitte bulunan kimdi, hatırlamıyorum, ancak "Döner dönmez bu konunun üzerinde durmalıyım" notunu zihnime hemen yerleştirdim. Gerçekten araştırılmaya değer bir konu.
Bazı gazete ve televizyonlar, hergün dozunu biraz daha artırarak 'savaş' kışkırtıcılığı yapıyor. Manşetleri izlediğinizde, gazeteyi hazırlayanların, mümkün olsa ellerine silâh alıp cepheye gidecekleri hissine kapılıyorsunuz. Savaş yanlılığı bu kadar olur yani... Yıllardan beri bu savaşa hazırlanan Amerikalılar bile, hiç değilse tarih konusunda tereddüt izhar ediyorlar, o gazeteyi çıkartanlarda o kadarcık bile tereddüt söz konusu değil... Neden acaba?
İşte kime ait olduğunu hatırlamadığım o tespit bu soruya cevap teşkil ediyor: "Savaş, özellikle ekonomik konularda, 'geçerli mâzeret' (force majeure) sayılıyor..." Diyelim, bankalara yüklü bir borcunuz var ve ödeyecek durumda değilsiniz; o sırada savaş kopmasını, hukukî açıdan, yükümlülüğünüzü yerine getirmemenin mâzereti olarak kullanabiliyorsunuz...
Meclis'e girdiğinden beri medya patronlarının devletle ilişkilerini ortaya çıkarma mücadelesi veren Ak Parti İstanbul milletvekili Emin Şirin'in araştıracağı bir konu bu: Şimdilerde savaş kışkırtıcılığı yapmakta olan gazete ve televizyonların bağlı oldukları medya gruplarının borç-alacak ilişkileri ne durumda? İçlerinde, bu ay ve gelecek ay vâdesi gelen kredi yükü altında ne yapacağını şaşırmış olanlar var mı?
Diyelim, bir patronun vaktiyle aldığı kredilerin vâdesi bu ay içerisinde geliyor olsun; patron borçlarını ödeyemeyecek durumdaysa ne yapar? Eskiden olsa savaş çıksın istemez daha kolay yoldan sorunu çözebilirdi: Kredi aldığı devlet bankası vâdeyi çok ileri bir tarihe yeniden uzatır, ya da iyi ilişkiler içerisinde bulunduğu bir bankanın kefaleti borcu erteletmeye yeterdi. Daha karışık işlemler gerçekleştirildiği de oldu geçmişte; sırf patronu rahatlatmak üzere yabancı bankaların kapısının çalındığı, köprü kredileri alındığı bile oldu...
Ancak, patronlar, o rahat günlerin sona erdiğinin fena halde farkındalar. Krediyi yeni krediyle kapatma, başka banka kefaleti, yabancı banka aracılığı artık tarihe karıştı. Bu durumda, patron, eğer medya üzerinde etkiliyse, ya da kendisi medya patronuysa, acaba savaş çıkmasını ister ve bunun için manşetlerle haber programlarını tamtam yerine kullanır mı?
Tahran'da iken, kafamda bu soru olduğu halde, internette günlük gazeteleri okudum. Öylesine göz atmak için girdiğim bir gazetede, benzer bir konunun işlendiğini görmeyeyim mi?
Benzerlik konu (savaş) yüzünden değil, yöntem (geçerli mâzeret) yüzünden... Haberde, gazeteleri, Diyarbakır'a düşen Konya uçağının pilotunu karısını aldatan ve anti-depressant ilâçlar kullanan biri olarak tanıtan bir medya grubunun bunu kasıtla yaptığı iddiası işleniyor. THY uçaklarının yolcularını sigortalayan şirket, gazetesinin biri "Pilot karısını aldatıyordu", diğeri "Pilot anti-depressant ilâçlar kullanıyordu" yazan medya patronuna aitmiş... Habere göre, sigorta şirketinin, son kaza yüzünden, 16 trilyon TL. tazminat ödemesi gerekiyormuş...
Ya Türkiye'ye ilgisi depreşmişken el-Cezire medya konularını da işlemeye kalkarsa? Yok, bu defa, çenemi sıkı tutarım. Öyle şöhret olmaz olsun...
(Fehmi Koru/Yeni Şafak)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:08