ENGİN ARDIÇ, AB KONUSUNDA HİÇ KİMSENİN GÜNDEME GETİRMEDİĞİ BİR KONUYU YAZDI...
ENGİN ARDIÇ''IN AKŞAM''DAKİ YAZISI:
Ayakyolu kriterleri
Efendim, çeken bilir, yurt dışına çıkan Türk’ün uğradığı en büyük eziyet... “Lisan” değil, hayır, “taharet” sorunudur.
Çünkü Avrupa memişhanelerinde musluk yoktur. Bunu dilimize tercüme edersek, “Avrupalı kıçını yıkamaz.”
Kâğıda siler. Tamam, biz de sileriz ama, önce yıkar, sonra sileriz, yani kurularız.
Çağ değişince bezden kâğıda geçiş yaptık ama sudan vazgeçemeyiz.
Buna karşılık kıçını taşa ya da yaprağa silen köylü Türk bu sorunların dışındadır, çünkü o Avrupa’ya gitmez. Giderse de gezmeye değil oturmaya gider ve de “kendi koşullarını yaratmayı” bilir.
Avrupa’ya giden Türk, daha ilk günün akşamı, otel odasına gelip de soyunduğunda, donuna yapışıp kalmış kahverengi lekeyi görünce dehşete kapılır. Hepten “perisi pis” ve pasaklı değilse...
Futbolda arzu edilmeyen bu görüntüye bir daha yol açmamak ve izin vermemek için de, kendince birtakım taharet yöntemleri geliştirir.
İlk akla gelen, bir su şişesini (içini içtikten sonra tabii, çünkü para verdik) yeniden ve bu kez lavabonun musluğundan doldurup tuvaletin yanına zula etmek, ara ara kullanmaktır.
Lakin elin su şişesi bir hayli oynak ve de pırtlak olduğundan, kıç yıkayalım derken tepeden tırnağa cort diye ıslanmak tehlikesi vardır.
Üstelik sen dışarı çıktıktan sonra odaya gelen temizlikçi kadın bunu çöp sanıp kaldırıp atacaktır, şişeyi her gün yenilemek gerekecektir. Ya da “mundar” olmuş şişeyi gözün gibi saklayacak, kadından kaçıracak, her gün elbise dolabına gizleyip sonra yeniden ortaya çıkaracaksın, bu da hoş bir köşe kapmaca sayılmaz.
Şöyle eski usul bir “kenef ibriği” bulmak da epey zordur yaban ellerde, bütün züccaciye mağazalarını dolanmaya vakit yoktur, vakit olsa da öyle bir ibrik yoktur.
Bu yöntem sökmeyince, ikinci akla geleni, yani tuvaletten kalkıp lavaboya tünemeyi düşünürsün.
Fakat çok uzun boylu olmayanlar için bu ayrı bir işkencedir. Üstelik bazı otel odalarında lavabo tuvaletin bir hayli uzağındadır, hemen yanı başında olmayabilir.
Yani bir noktadan kalkıp boklu boklu öbür noktaya yürümek gerekecektir ki, bu da “sıvanma” katsayısını arttıracaktır.
O zaman üçüncü akla geleni uygularsın, banyo küvetine tünemek.
Lakin orada da unutmayıp suyu önce “ahizeden” alt musluğa çevirip, oturduktan sonra yeniden ahize konumuna geçireceksin, unutursan gene başından aşağı ıslandığınla kalırsın.
Ama burada en büyük sorun, takım taklavatın banyo küvetinin duvarıyla bedenin arasına sıkışmasıdır tabii!
Böylece, tıpkı pantalon diktirirken karşına çıkan “sağa ya da sola yatırmak” sorunu gibi, “küvetin içine mi sallandırsam yoksa dışarıda mı bıraksam” sorunu karşına çıkacaktır.
Bu sorun elbette kadın Türk için geçerli değildir. Ben kendi derdimi anlatıyorum.
Fakat kadın da olsan erkek de olsan, işini bitirdikten sonra bu kez de banyo küvetinin içini “şartlama” zorunluluğu başgösterecektir.”Bide” şeklinde okunan “bidet” ne güne duruyor, diye soranlarınız çıkacaktır.
Efendim, esas olarak “cinsel ilişkide bulunduktan sonra pipiyi ya da kukuyu yıkamak” amacıyla icat edilmiş olan bideyi diğer ihtiyacını gidermekte de kullanabilirsin ama her otelde yoktur ki! Lokanta ya da kahvehane tuvaletlerinde hiç mi hiç yoktur.
Dolayısıyla, otel odanda istediğin her türlü canbazlığı da yapsan, “hacetini” gün boyunca bir kere bile dışarıda görmek zorunda kalırsan, akşam dönünce o menhus kahverengi leke gene karşına çıkacaktır iç çamaşırında!
İmdi, benim merak ettiğim şudur:
Avrupa Birliği’ne girince kokoreç yememize lutfedip izin vereceklermiş kefereler...
Peki tuvalet musluğu kalacak mı, yoksa idam cezası gibi o da kalkacak mı ağabey?
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 10:53