ERGUN BABAHAN-SABAH
Bir röportaj ve bir portre
''Halis Toprak, '82 senesinde gazeteye geldi, Milliyet'in Cağaloğlu'ndaki binasına. Bir baktım ki, çuvallarla bir şeyler geliyor. Bunlar ne dedim... Abi tuvalet kağıdı dedi, afedersiniz. Abi dedi, ben tuvalet kağıdı imal etmeye başladım.''
''Akşam Gazetesi ile dağıtım mukavelesi yapmıştır. Buna uymayan 25 milyon dolar karşı tarafa tazminat verecektir. Mehmet Emin açsın baksın. Mukaveleye uymadı, adam batmış gitmiş. Neyini alacağım ama, onla da uğraşacak halim yok.''
(O Mehmet Emin Karamehmet ki, Aydın Doğan'ın uzun yıllar lobi yapıp almak için mücadele verdiği İstanbul Elektrik Dağıtım şirketindeki yüzde 45 ortağı. Şirketin diğer ortağı yüzde 10'la Tekfen. Enerji Bakanlığı Müsteşarı, bu ihale nedeniyle Cumhuriyet Başsavcısı'nın talebiyle Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nde ihaleye fesat karıştırmaktan halen yargılanıyor.)
''Ben Bilgin'e gereken desteği veririm dedim. O arada bana ayaküstü bir şey, protokol imzalattılar. Yarısına ortaksın diye. Neyse ben geldim, baktım Dinç'e destek veririm ama ortak olurum demedim.''
''Dua etsinler de ben yaşayayım. Yoksa benim kızlar başa geçerse, onları parça parça ederler...''
''Bizde de kel kafalı Lütfü vardı. Milliyet'te çalışıyordu, bodyguard. Lütfü'ye dedim ki, Erdoğan Demirören gazeteye gelecekmiş, gazetenin yüzde 20 hissesini almış rahmetli Ercüment Bey'in. Ben, gazeteye girmesin o dedim. 'Sokaktan geçemez o beyim' dedi. 'Nuruosmaniye'den geçemez.''
Bunlar, Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta, Gözcü gazeteleriyle, Kanal D ve CNNTürk'ün sahibi Aydın Doğan'ın Yeni Harman Dergisi'ne verdiği röportajdan alıntılar.
Yani bir medya patronunun, bankacılık ve medya alanında rakip olduğu kişiler hakkında kendine has üslubuyla değerlendirmeleri.
Rekabeti, rakiplerini ''parça parça etmek'' üzerine kurmuş bir anlayış bu.
Herkesi küçümseyip acıyan bir tavır içinde görünmeye çalışan bir üslup bu aynı zamanda. ''Adam tuvalet kağıdı imalatçısı'' veya ''O zaten batmış, mahvolmuş.''
Milyonlarca dolarlık bir protokole ayaküstü imza atıp SABAH ve atv'ye ortak olduğunu görmeyecek kadar naif biri de olabilen bir patron sanki.
Ancak, zamanında ortak bile olmak istemediği bir gazeteyi sonradan neden 500 milyon dolara satın almak istediğinin yanıtını da vermeyen bir patron.
Aslında dikkatli bir okuma, aynı zamanda müthiş bir güvensizlik duygusunun bütün röportaja hakim olduğunu açığa vuruyor. Bunun nedeni de, röportajda POAŞ konusu gündeme geldiğinde ifade edilmiş
''İş Bankası ve Doğan grubu bu işten genel ekonomik gidiş nedeniyle çok zarar görmüş, hisseleri çok iyi, ama 2.5 milyar dolara almış ama 1 milyar dolara düşmüş, şirket karımız yok.''
Bunların hiçbirinin aslında önemi yok.
Burada çarpıcı olan, elinde bulundurduğu basın gücü, bunca yıllık deneyimi ile Türk Basını'nın duayeni olması gereken birinin çizdiği portre.
Bankacısından medyacısına herkesle kavga eden, rakiplerini bir şekilde karalamayı tercih eden biri.
Türkiye'de medyanın neden bu halde olduğunun yanıtı aslında bütün çıplaklığıyla bu röportajda var.
Tüccarlığı medya patronluğuna, vahşi kapitalizmi hukuk kuralları içinde rekabete tercih eden bir anlayışın hakim olduğu bir ülkede medyanın da güvenilmez ve itibarsız olması kaçınılmaz.
Kendini en güvenli, en güçlü hissetmesi gereken bir medya patronunun, rakiplerine bakışı bu olursa, bunun yukarıdan aşağıya nasıl yansıyacağını insan hayal bile edemiyor.
Bu röportajı dikkatlice okuyan biri, gazete manşetlerinden herkesin kuşku duymakta ne kadar haklı olduğunu görüyor.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:12