Medya
  • 4.5.2003 14:29

FEHMİ KORU, ERDOĞAN'IN YAKIN ÇEVRESİNİ HEDEF ALDI...

YALNIZLIK DUYGUSU Bir süredir yakın çevremde seslendirdiğim bir tezim var: ''Ak Parti yönetimi Avrupa Birliği (AB) konusunda samimi ve üyelik için çaba gösteriyor'' diyorum, ama şu uyarıyı ekleyerek: ''Devletin AB'ye iyi gözle bakmayan güçleri, bir süre mızmızlık ettikten sonra Ak Parti'nin temel sorunlarına anlayışla yaklaşmaya başlarsa, bu çabada eksilme meydana gelebilir...'' Bir çok şarta bağlı bir 'senaryo' bu; ancak, bütünüyle 'imkândışı' da değil. Geçen hafta sonu, AB konulu bir toplantıda ilk kez seslendirdiğimde, etrafta bulunanların bir bölümü, ''Olabilir mi gerçekten?'' diye hayret ettiler... Uzun yıllar AB politikalarının içinde yaşamış bir sivil toplum lideri, ''Bu da olabilir, ama benim beklentim başka...'' dedi. 30 Nisan MGK toplantısı, gelişmelerin, onun beklentisi istikametinde olmayacağının işareti... Helsinki Yurttaşlar Derneği ile Alman Heinrich Böll Vakfı tarafından düzenlenen 'Avrupa Birliği Sürecinde Siyasi Kriterler: Sivil Perspektif' başlıklı uluslararası toplantıya, bu bakımdan, bir 'gözlem' fırsatı sağlayacağı düşüncesiyle gittim. Türkiye'den çok sayıda katılımcı yanında, AB üyesi ülkelerden ve Brüksel'den gelenler de vardı. Açılışta birkaç AKP milletvekili bulundu; genel başkan yardımcısı Şaban Dişli ikinci günkü tartışmaları izledi. Umarım, işittiklerini diğer yöneticilerle paylaşmıştır. Salona girdiğimde şaşırtıcı manzara, dostların, uzaktan, ''Okudun mu?'' sorusu eşliğinde birbirlerine gösterdikleri bir gazete kesiğiydi. Aynı soru bana yöneltildiğinde, gömlek cebimden çıkartarak ''Evet, okudum...'' mukabelesinde bulundum. Yazar başka yazarı kıskanmaz mı? Kıskanır. Ancak, ''Okudun mu?'' sorusunda hiçbir kıskançlık alâmeti sezilmiyordu... Elden ele dolaşan yazı, görüşlerini gazete okurlarıyla da paylaşan bir Ak Parti milletvekiline ait. Sıradan biri değil; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın sürekli yanında görmek istediği için başbakanlıkta kendisine oda tahsis ettirdiği bir 'danışman' bu milletvekili... Son yazısını birbirimize göstermemizin sebebi, 'Resmi ideoloji ile demokrasi arasındaki doğru orantı' başlığının da yansıttığı kışkırtıcılıktı... Bilinenleri tersyüz eden bir tahlil içeriyor yazı. Sadece AKP değil neredeyse bütün partiler, hatta sivil kuruluşların bütünü, küçümseyen tavırla yaklaşırlar ya 'resmi ideoloji' kavramına; yazar, bu geleneksel yaklaşıma karşı, yiğitçe, ''Ne münasebet'' tavrını takınıyor... En iyisi yazının bütününü bulup okumanız. Yazar, 'resmi ideoloji' kavramının 'yanlış ve tek taraflı' ele alındığı kanaatinde. Siyasi kavramlar üzerinde doğru düşünülemeyince siyasi pratiklerin de yanlış bir 'mimariye' sahip olacağı tespitinde bulunuyor... Şöyle diyor: ''Dar kapsamlı ve katı bir 'resmi ideoloji' tanımına yaslanarak demokrasiyi kısırlaştırmak ne kadar yanlışsa, 'resmi ideoloji'nin bu tür kullanımından yola çıkarak 'resmi ideoloji'den boşanmış bir siyasi tablo üretmek de yanlıştır.'' Burada vardığı sonucu da kaydedeyim: ''Aslında 'resmi ideoloji' kavramı demokrasinin teminatıdır. Bu kavram, toplumsal ortak yaşamın kodlarını belirginleştirir, kamusal alanın mimari çizgilerini ortaya çıkarır...'' Böyle olunca da, 'resmi ideoloji', yazar-milletvekili gözünde, ''Demokrasinin teminatı'' konumuna taşınıyor... Sanki benim, ''Bu düşünce, Ak Parti'yi devletin zaten varolan baskın resmi ideolojisine yamar; bu yüzden de AB hevesine şimdiden veda edebiliriz'' diyeceğimi tahmin etmiş gibi, yazısını ''Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin de, 'resmi ideoloji'nin bir parçası haline geldiğini bilerek üretmek gerekiyor siyasi pratikleri'' cümlesiyle bitiriyor... Katıldığım AB ile ilgili toplantıda ülkemizin öndegelen ve çoğu 'uluslararası' düzeyde aydınları tartışmacı olarak bulunuyordu. Aydınlar bir tuhaf; ''Bak ne güzel, ters bir kavramı AB'yi de kapsayacak biçimde munisleştirmiş'' diye sevinecekleri yerde, ''Bunları o mu yazmış?'' tepkisini verdiler... Biri, hatta, ''Anti-demokratik tavırları entellektüelize ederek sununca biz entellektüellere cevap hakkı doğar'' gibi bir cümle bile sarf etti... Oysa, Ak Parti içerisinden daha hoş bir tepki geldi o yazıda ifade edilen görüşlere. İstanbul milletvekili Emin Şirin, yazıyı okur okumaz, aynı sıraları paylaştığı yazar-milletvekiline bir mektup yazdı. Şirin, ''Ben, düşünceye kalıp çizen her türlü resmi ideolojinin yanlış olduğunu zannediyor, bugün AB'yi de içine aldığı için beğenilse bile, yarın Recep Peker zihniyetindekiler tarafından yazılınca başımıza dert açacağını düşünüp üzülüyor, çareyi hukuk devleti ve demokrasi kavramları etrafında buluşmakta görüyordum'' diyor mektubunda. Saygılı üslubu yüzünden bir an tereddüt etsem de, galiba eleştirel bir mektup bu. Emin Şirin yine de rahatsız görünmüyor bu fikirlerin yazılmasından; tersine, ''Keşke, öteki siyasi danışmanın da sütunu olsa da, dış politika, iş dünyası ve ekonomi konularında ne düşündüğünü öğrenebilsek'' diyor... Geçtiğimiz on gün içinde, hepsi de AB konulu en az beş toplantıya katıldım; herbirinde, konuşmacılar, özellikle AK Parti iktidarda bulunduğu için, süreçten umutlu göründüler... Onların bu iyimser havalarını bozacak değilim ya, ''Sistem teslim almaya hazırlanıyor'' uyarılarını yapmaktan vazgeçtim ben de. Bazen, yalnızlık duygusu fena halde çekilmez oluyor... (Fehmi Koru/ Yeni Şafak) İşte Ömer Çelik'in Star'daki yazısı: RESMİ İDEOLOJİ VE DEMOKRASİ ARASINDAKİ DOĞRU ORANTI... Siyasi kavramlar üzerinde doğru düşünme geleneği olmayan ülkelerde, siyasi pratikler hakkında da doğru yaklaşımlar geliştirilemiyor. Siyasi pratiklerden kaynaklanan ya da siyasi pratiklerin işaret ettiği sorunların ve aksaklıkların arkasında siyasi zihniyet sorunları bulunuyor. Kavramlar yerli yerine oturmadığı zaman, siyasi pratikler de yanlış bir mimariye sahip oluyor. Yanlış ve tek taraflı ele alınan kavramlardan biri 'resmi ideoloji' kavramı. 'Resmi ideoloji', çeşitli pratikler sebebiyle bizde demokrasi konusundaki aksaklıkların arkasındaki sebep gibi gösterilir. 'Resmi ideoloji' olmasa siyasi pratiklerin daha iyi gerçekleşeceği ileri sürülür. Bir bakıma demokrasimizin eksikliklerinin arkasındaki sebep olarak 'resmi ideoloji' kavramı işaret edilir. Kuşkusuz, 'resmi ideoloji'den esinlenen kimi uygulamalar sebebiyle ciddi sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Demokrasiyi eksik düzeyde tutan çoğu siyasi pratiği üretenler, bunun gerekçesi olarak 'resmi ideoloji' kavramını ileri sürmüşlerdir. Peki tüm bunlardan yola çıkarak 'resmi ideoloji' kavramının gereksiz bir şey olduğu sonucuna ulaşılabilir mi? Hayır. Temel problem, 'resmi ideoloji'yi nasıl tanımladığınız ve bunun siyasi pratiklerle ilişkisini ne yönde kurduğunuzdur. Dar kapsamlı ve katı bir 'resmi ideoloji' tanımına yaslanarak demokrasiyi kısırlaştırmak ne kadar yanlışsa, 'resmi ideoloji'nin bu tür kullanımından yola çıkarak 'resmi ideoloji'den boşanmış bir siyasi tablo üretmek de yanlıştır. 'Resmi ideoloji' ile demokrasinin eksiltilmesi arasında ciddi bağlantılar kurulan bir siyasi gelenekten geldiğimiz için, 'tam demokrasi' ile 'resmi ideoloji' kavramına karşı çıkmak arasında doğru orantı kurulmuş gibi gözükmektedir. Bu iki açıdan yapılmaktadır. Dar tanımlı ve katı yorumlu bir 'resmi ideoloji' düşüncesine sahip olanlar, bu doğrultuda, tam demokrasinin istikrarı bozan bir sonuç doğuracağını düşünmektedirler. Buna tepki duyan ve 'tam demokrasi' çizgisine yaslananlar da, dar tanımlı ve katı yorumlu 'resmi ideoloji' düşüncesine duydukları tepkinin sonucu olarak, 'resmi ideoloji' ile 'tam demokrasi' arasında temel çelişki olduğunu düşünmektedirler. Böylesi bir düşünce alışkanlığının neredeyse kemikleştiği bir ortamda, 'resmi ideoloji' ile 'demokrasi' kavramı arasında ters orantı değil, doğru orantı olduğunu söyleyeceğim. Aslında 'resmi ideoloji' kavramı demokrasinin teminatıdır. Bu kavram, toplumsal ortak yaşamın kodlarını belirginleştirir, kamusal alanın mimari çizgilerini ortaya çıkarır... 'Resmi ideoloji'nin varlığı, diktatörleşme eğilimlerini önler. Bu kavram, örneğin, herhangi bir liderin kendi doğum gününü milli bayram ilan etmesini engellediği gibi, temel hak ve hürriyetlerin askıya alınması gibi bir uygulamanın referanduma götürülmesine de set çeker. 'Resmi ideoloji'den yoksun bir ortamda, siyasal gücün yanlış şekilde kullanılmasını engelleyecek 'ideolojik' baraj ortadan kalkmış olur. Görüldüğü gibi, son birkaç on yıldır neo-liberal ve yeni-sağ düşünürler tarafından küçümsenen 'ideoloji' kavramı ile de demokrasi arasında kaçınılmaz bir doğru orantı vardır. Bu noktada ortaya çıkan sorun, ülkenin gelecek perspektifi ile ilgilidir. 'Resmi ideoloji'yi hukuk devleti ilkesini, temel hak ve hürriyetleri, yaşam tarzlarına saygıyı koruyacak biçimde, dinamik bir tarzda tanımlamak ve yorumlamak gerekmektedir. Demokrasiyi eksilten uygulamaların değil, genişleten uygulamaların referansı haline getirmek gerekir 'resmi ideoloji'yi. Örneğin Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin de, 'resmi ideoloji'nin bir parçası haline geldiği bilerek üretmek gerekiyor siyasi pratikleri. (Ömer Çelik/ Star) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:55

İLGİLİ HABERLER

Onceki Sayfa
Sonraki Sayfa