Medya
  • 15.4.2004 12:14

FEHMİ KORU, ''MEDYA KRALLIĞININ KOKULARI''NI YAZDI...

FEHMİ KORU/ YENİ ŞAFAK MEDYA KRALLIĞININ KOKULARI Birkaç gündür aklıma bir soru takıldı, kafamın içinde dönüp duruyor: ''Sakıp Sabancı medyaya da ilgi duyup birkaç gazete ve televizyon kanalı sahibi olmaya kalksaydı halk kendisini sevmeye devam eder miydi?'' Bu soruyu neden sorduğumu tahminde herhalde zorlanmıyorsunuzdur. Türkiye'de 'bir kısım medya' da denilen gazete ve televizyon sahiplerinin ciddi bir 'imaj' sorunu var. Etrafları 'imparator' muamelesi yapanlarla dolu bile olsa, kendi başına kaldığında, ''İnsanlar beni neden sevmiyor?'' diye düşündükleri kanaatindeyim çoğunun. Sakıp Sabancı'nın cenaze töreninde soludukları sessiz kalabalığın kadirşinas nefeslerinin onları yeniden düşünmeye sevk etmesi gerekir... ''Kafamın içinde dönüp duruyor'' dediğim sorunun bir başka versiyonu şu: ''Niyetlenseydi, Sabancı patronluğunda çıkan gazeteler, yayın yapan televizyon kanalları, mevcutlardan farklı olur muydu? Olursa, hangi yönden?'' Bu soruları herkese soruyorum, ama üzerinde düşünmesini arzu ettiğim okur sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Çok satan gazetelerin sahipleri, televizyon kanallarına her ay milyonlarca dolar destek çıkan patronlar, yayın yönetmenleri, ''Gerçek bir halk gazetesi nasıl olur?'' sorusuna cevap aramalılar... Bazıları, ''Turgut Özal'ın cenaze töreninden beri hiç kimseye böyle bir uğurlama yapılmamıştı'' diye yazdılar. Bizzat katılamadım, ama Sakıp Sabancı'nın cenazesine 'sessiz çoğunluğun' müthiş ilgi gösterdiğine eminim. Siyaseten sıfırlanmış haldeydi Turgut Özal son nefesini verdiğinde, elleriyle kurduğu, gürbüzleşmesi için gecesini gündüzüne kattığı partisi artık arkasında değildi... Şimdilerde yüzde 42'yi beğenmeyen Süleyman Demirel, yüzde 27 oyla başbakanlık koltuğuna oturmuş Özal'ın cumhurbaşkanlığı süresini kısaltma hesapları yapıyordu. Gazeteler ise Özal'ın her gün hakkında çıkan karalayıcı haberlerle zayıflamış kalbini biraz daha yormakla meşguldüler... Turgut Bey'in vefatını sevinçle karşıladığını ilk anda belli eden siyasîler olmuştu, birkaç saat içerisinde kendilerini 180 derece farklı bir konuma yerleştirmek zorunda kaldılar. Vefatını tam sayfa değerlendirmeye, gazeteler, oldukça ileri saatlerde karar verebildiler; halkın Turgut Özal'a sahip çıktığı iyice fark edildikten sonra... Yine de, devlet töreninin kalabalığı çoğunu şaşırttı. Tıpkı, Sakıp Sabancı'nın vefatının gördüğü ilginin şaşırtması gibi... Merkez medyamız bir süredir iç hesaplaşmasını yapıyor. Bir 'özeleştiri' değil bu, yani her gazete veya yazar kendi hatasını kabul eden yazılarla çıkmıyor okur karşısına. Bir gazetede iki yazar akıl almaz ithamlarla ve ağza biber sürmeyi gerektirecek ifadelerle kafa karıştırıyorlar. O yazarların birbirleri hakkında yazdıkları doğruysa gazetesinde o tür yazarlar barındırdığı için patronun gözüne uyku girmemesi gerekir; okura karşı ne büyük ayıp, düşünebiliyor musunuz? Eğer birbirleri hakkında yazdıkları yalansa bu daha felâket: Sütun arkadaşı hakkında aslı-astarı olmayan iddiaları yazabilen biri, eli kalemsiz -dolayısıyla korumasız- kişiler hakkında neler karalamaz? İki gün sürüyor karşılıklı saldırılar ve... Patrondan 'gık' çıkmıyor... En çok satan iki gazete arasında atışmalar var. Sahibinin bankasına el konulduğu için 'kiralama' yöntemiyle çıkmaya devam eden gazetenin 'ucuza' gittiği iddiasında rakibi; bir yazar, ''10 milyon dolara olur mu, ben 20 milyon vermeye hazırım'' diye yazdı. Her ay 20 milyon kira ödeyebilecek ensesi kalın biri neden yazarlığa devam eder ki? 'Ucuza kiralandığı' ithamına mâruz gazetede, hem bu konuyu kalemine dolayan yazar, hem de onun arkasında olduğu varsayılan patron hakkında yayınlar yapılıyor günlerdir... Ne öğreniyoruz? İlginç şeyler... Bir iddiaya göre, 'ucuz kiralama' konusunu gündeme taşıyan ensesi kalın yazar iki villa satın almış; alış-veriş sırasında villaları pazarlayan şirketin bağlı olduğu grubun bankasıyla ilgili değerlendirmeler yazmış. Başta aleyhte, sonra lehte... Bu olayı yazan, ''Neden acaba?'' diye soruyor... Bu arada, 'ucuza kiralama' konusunu ele alan gazetenin patronu da ihmal edilmiyor; onun da zor durumdaki rakibini faka bastırmak için çabaladığına dair dosyalar çıkartılıyor. Hapse düşmek üzere olan birinin elinden varlığını almak için çabalamakla kalmamış patron, imzalattığı belgenin üzerindeki tarihle de oynamış... İddiaların doğru veya yalan olması o kadar önemli değil bence. Doğruysa da yalansa da çok kötü bir durum söz konusu. Daha önemli olan, çok satan bir gazetede köşesi bulunan birinin, bir başka köşe yazarının kendi çıkarları istikametinde yazı yazabileceğine inanması... İnanmasa yazmazdı herhalde... Ya da, bir gazete patronunun, bir başka gazete patronunu faka bastırmak için kanunsuz yollara başvurmaktan geri kalmayacağının bir yazar ve patronu tarafından düşünülebilmesi... Öyle düşünmeseydi yazar bunu nasıl kaleme alır, patron gazeteye konmasına nasıl izin verirdi? Hamlet, ''Danimarka Krallığı'ndan pis kokular geliyor'' cümlesiyle başlar. Bizim medya krallığından burunlara gelen râyiha da hoş değil. ''Medyaya yabancı sermaye girecek'' deniyor ya, yabancı patronların burnu koku mu almıyor yoksa? Sakıp Sabancı sağ olsaydı, yabancılarla çok iş kotardığı için, ''Alır ağam, alır'' derdi... Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:01

İLGİLİ HABERLER