Medya
  • 19.11.2023 22:54

Feyz nedir nasıl alınır?

SOHBET – 17
FEYZ NEDİR, NASIL ALINIR?
Âdem Aleyhisselam dünyaya teşrif ettiğinde Peygamber Efendimizin Mübarek nurunu da üzerinde buldu.
Nur-u Muhammedi peygamberden peygambere geçerek, İsmail Aleyhisselam’a kadar geldi.
İsmail Aleyhisselam’dan sonra peygamberlerden ayrılarak, Peygamber Efendimizin dedeleri olan mübarek kimselerin kalbine indi.
İlk başta Nur-u Muhammedi aşikârdı. 
O yüzden Âdem Aleyhisselam’ın alnında görünür kılındı. Sonra Sırtına sonra da parmağına geçti.
Nur-u Muhammedi’den hiç durmaksızın zikir sesleri gelir, Melekler bunu görmek ve duymak için bölükler halinde Âdem Aleyhisselam’ı ziyaret ederdi.
İnsanlar çoğalıp kötülük artınca Nur-u Muhammedi aşikâr olmaktan çıkartılıp, kalplere indirildi.
Resul-u Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem efendimizin cümle dedesi bu nuru kalbinde taşıyordu.
Zaman tamam olup Şanlı Peygamberimiz dünyaya teşrif ettiğinde, Nur-u Muhammedi sahibine ulaştı.
Böylece Âdem Aleyhisselam’dan beri süren yolculuğu, Nebilerin ve Resûllerin Seyyid’i, müttakilerin imamı, Rabbinin Habibi, Resûl-ü Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizle tamamlandı.
Mübarek nurun yolculuğu tamamlandı ama bu sefer yeni bir yolculuk başladı.
Bu yolculuk, Nur-u Muhammedi’nin ziyasının yolculuğudur.
Feyz, mübarek Peygamber Efendimiz’in kalbindeki nurun ziyasıdır.
Peygamber Efendimizden yayılan bu ışık; Mürşid-i Kamillere, Mürşitlere, Evliyalara, âlimlere ve evliyalara ulaştı.
Silsile-i Aliyye büyüklerinin tamamı bu ışıktan sebeplendi.
Nur-u Muhammedinin ışığı, bir aynanın bir şeyi yansıtması gibi vekillerinin de kalbine aynen yansır. 
Vekiller kalplerine yansıyan bu nuru, talebelerinin kalbine iletir. 
Nur-u Muhammedi’nin bu mübarek ziyasının yolculuğu kıyamete kadar sürecek. 
O nurun ışığı, Mehdi Aleyhisselam’da son bulacak.
Kalplere inen Mübarek nurun ziyasına feyz denir.
Kişilerin kalplerinin kapasitesi farklıdır. 
O kapasiteye göre kimileri bu feyzi tam olarak, kimileri de daha az olarak alırlar.
Bu bir alıcı verici meselesidir.
Resûlullah’ı çokça seven ve çokça anan hocasına sadakatle bağlı olan muttakiler, gelen feyzi eksiksiz ve net olarak alırken, bu konuda özürlü olanlar bir kısmı alır.
Kalbi kararan ve kötü niyetliler asla feyzden yararlanamaz.
Az alsın çok alsın bir kalbe feyz girdiği zaman o kalp aydınlanır. Parlamaya başlar. 
Çok alan kalpler tıpkı gökteki parlak yıldız gibi olur.
Feyzler, Resûlullahın mubârek kalbinden yayılır.
O mübarek kalp halen vardır ve sağdır.
Gelen feyzleri almak için, Resûlullah’ı sevmek lâzımdır. 
Sevmek de, Onun ilmini, güzel ahlâkını, mucizelerini, kemâlâtını öğrenmekle hâsıl olur. Resûlullah da, onu görüp severse, feyz alması çoğalır. 
Sohbetinde bulunup Mübarek yüzünü gören tatlı sözlerini işiten Ashap, daha çok feyz aldı. Aldıkları feyz ile Eshâb-ı kiram’ın kalbleri temizlenerek, ihlâs sâhibi oldular. 
Kavuştukları feyzler, Evliyânın kalblerinden dolaşarak, zamanımıza kadar geldi. 
Bu nur ama az ama çok müminlerin kalbini parlattı.
Kalbe feyz girdikten sonra onu parlak tutmak da talebeye bağlıdır.
Hocasına sevgisini sürdürür, günahlardan kaçınırsa kalbinin aydınlanması artar. 
Bunun tersini kaparsa o ışık sönmeye başlar. Zamanla tamamen kapanır.
Büyükler bunu bildikleri için, talebelerine “Bir zarar gelmesin” diye onlara hep yardım ederler. 
En büyük yardımı feyz ile olur. Sevdiği talebelerine sürekli feyz yollarlar. 
Bu sayede onun kalbindeki ışığın sönmemesini sağlarlar. 
Hocasının sevgisine mazhar olmuş talebelerin feyzleri hiç eksilmez. 
Bu nedenle de kalpleri kararmaz.
Mürşidi sevmek, onun kalbinden saçılan feyzleri almağa sebep olur. Feyz alınca, ihlâs hâsıl olur. İhlâs ile yapılan ibâdet de, insanı hakîkî imana kavuşturur. 
Feyz bu noktada; doğru büyükle, yanlış kişi ayrımını yapmayı da kolaylaştırır.
Âlim veya evliya denilen kimseyi dinlediğinde; kalbine feyz gelmiyor veya sözleri kalbine tesir etmiyorsa, o meclisten aslandan kaçar gibi kaçmak lazımdır.
Burada mesele ya sendedir veya evliya denilen o kimsededir.
Sen takva sahibi ve samimi isen sorun o kimsededir.
Bir talebeye feyz gelmesinin iki yolu vardır. 
Hocasının sevgisini kalbinde bulundurmak yahut ta hocasının kalbine girmek. 
Her iki halde de feyz gelir. İkisi bir arada olduğunda ise bunun şiddeti artar.
Feyz tıpkı yağmur gibi yağar. Hatta bazılarının kalbine sağanak yağmur gibi yağar. 
Bu iki şartı sağlayan, feyz seline kapılıp okyanusa düşmüş gibi olur. 
Bunun sadece birisi var ise o kişiye feyiz yağar lakin o feyizden derecesi kadar yararlanır.
Talebeler ilerledikçe dereceleri artacağı için, geçmişte yapılan sohbetleri çok daha iyi anlarlar. Hatta oradaki sözleri zerrelerine kadar his ederler.
Feyz almak bir büyük nasip meselesidir. Nasibi olmayana değil yağmur, başından aşağı bir kova döksen kalbine bir damla bile gelmez. Dolayısıyla onlar bu feyzden yararlanamaz. 
Bir tek damla feyz bir müminin bütün kalbini aydınlatır iken, Eshab-ı kiram’ın halini düşünün. Onlar; mübarek peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemden aldıkları feyz ile adeta sağanağına tutuldular. O mübarek nuru yansıtma değil, direkt olarak aldılar. 
İşte onları özel yapan şey de bu idi. 
Peygamber Efendimizi gören, tek kelime konuşmasa hatta arkasından baksa bile feyz alır, kalbi tıpkı bir güneş gibi aydınlanırdı. Kapısından geçenin kararan kalbi nurlanırdı. Kısaca görmesi gerekmezdi o mübarek adını anmak bile feyz almaya nedendir. 
Eshab-ı kiram Feyzi birinci elden direk aldı. Buna rağmen yanıp tutuşmadı. Çünkü onların yüksek feyzi kaldıracak mübarek kalpleri vardı.
Resûlullah’tan direk aldıkları feyz, Silsile-i Aliyye büyüklerine verilse onlarda da yanardı. 
Büyükler talebelerinin kalplerinin bu feyzin ne kadarını kaldıracağını bildiği için, tıpkı kalp mütehassısı hassasiyeti ile dozajını ona göre ayarlarlar. 
Allah muhafaza dozaj çok olursa; kalp onu kaldıramaz ve yanar. Kısaca aklı başından gider. Delillik halleri zuhur eder. Kurtulmak isterken kaybetmek tehlikesi vardır. 
Büyükler talebelerini bu hale düşürmemek için feyzlerini kaldırabilecekleri dozajda verirler. 
Peki, Feyz ile ne gelir?
Gelen sadece ziya değildir elbette. 
O nurun içerisinde çok yüksek ilim vardır. Öyle bilgiler akıp gelir ki, feyz gelen ciltlerce kitap okumuş gibi bilgili olur.
Cahil bir takva sahibi feyz yoluyla ilim aldığında, âlim kimselere ders verecek hale gelir.
Hatta âlim, eskiden cahil olan bu kimsenin yanında zırcahil kalır.
Feyz yoluyla Allah’a ve Habibi’ne sevgi ve muhabbet gelir. Oradan gelen aşk o derece arı yani saftır ki, geleni âşık edip kendinden geçirir.
Feyz yoluyla sadakat gelir. O sadakatle sana bu nimeti tatmana vesile olan üstadına muhabbetin ve sadakatin artır.
Feyz, Mümine dünyayı unutturup ahreti hatırlattırır.
Bütün bunlar o Mübarek nurun içerisinde kalbine akar. 
Bu pınarın Membaı Resûlulllah olduğu için feyz suyunu içtikçe içesin gelir.
Feyz sadece sohbetlerden alınmaz. Okunarak da, anarak da, anılarak da ve hatta bakarak da feyz alınır. 
Bu bir gönül meselesidir. Yani kalp meselesidir. 
Mübarekler O yüzden biz arkadaşlara, “büyükleri sık sık anın” dedi. 
Büyüklerin başı Mübarek Peygamber Efendimizdir (Sallallahü Aleyhi ve sellem). Sonra Silsile-i Aliyye büyükleridir. 
Onları andığınızda onlar da sizi anar. Onlar sizi anarsa onlardan size feyz akar. Gelen o feyz kalplerini paklar. Bunun için her gün büyükleri anmanızı istedik. 
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, Allah muhafaza 24 saatte kalpler kararır. Kömürleşir. Bunu önlemenin tek yolu büyükleri anmak ve onlarla temas kurmaktır. Kısaca feyz almaktır.
Dereceniz ne olursa olsun büyükleri anmaya devam ederseniz mutlak feyz alırsınız. 
Vesselam...

 

Güncellenme Tarihi : 19.11.2023 22:57

İLGİLİ HABERLER