Medya
  • 19.11.2023 22:57

Ölüden mi diriden mi daha çok feyz gelir?

SOHBET -18
ÖLÜDEN Mİ DİRİDEN Mİ DAHA ÇOK FEYZ GELİR?
Büyüklerin feyzi sadece onların yanandayken veya sohbeti anında alınmaz. 
Vekiller feyzlerini, isterlerse bir anda dünyanın en uzak köşesindeki talebesine yollarlar. Bunun için zaman ve mekân kavramı yoktur. 
Yollanan feyz, sesten ve ışıktan bile hızlı bir şekilde o kalplere ulaşır. 
Bunun sırrı kalpten kalbe yol olmasıdır.
Büyüklerin feyzi sadece sağlıklarında değil, vefat ettiklerinde de sürer. 
Onlar ahirete intikal ettiklerinde talebeleriyle bağlarını koparmazlar. Dünyada kalan son talebesini yanına almadan rahat etmezler. 
Bu yüzden sebepler âlemindeki talebelerine, ahiret hayatından feyz yollamaya devam ederler.
Feyz; Allahü teala’nın Habibinin mübarek kalbinden çıktığı için, o her âleme ulaşır. 
Kişilerin farklı âlemlerde bulunması feyz almaya engel değildir. Yeter ki uygun bir kalp olsun
En büyük gaflet,  bir büyük vefat ettiğinde onu öldü sanmaktır.
Bundan daha büyük ahmaklık ise; gitti sanıp bağlılık fişini çekmektir. (Rabbim bizi muhafaza buyursun)
Büyüğünün prizinden fişini çektikten sonra hatanı anlayıp geri dönsen, kolay kolay takamazsın. 
Fişini tekrar takmanın tek yolu; ömrünün geri kalanını gözyaşı ile büyüğünden affetmesini dilemektir.
Büyükler affetmediği müddetçe mahşerde asla o büyüğün sancağı altına giremezsin.
Son nefeste iman etsen bile, mahşerde kendini hesaba çekilecekler arasında bulunursun.
Sonuç itibarıyla;  büyükler bedenen vefat ederler ama ruhen sonsuza kadar sağdırlar.
Vefat ettiklerinde; dünyada kalan son talebesini sağ salim ahiret hayatına alana kadar bu dünya ile teması kesmezler.
Diri veya ölü olan bir Veliden feyz almak, faydalanmak için, onu sevmek ve saygı göstermek lâzımdır. 
Cahil halk, ölüyü toprak altında, hareketsiz görünce, onu kendinden aşağı sanır. 
O kişi bir büyük bile olsa çabuk unutur.
Bu saygısızlığının karşılığında da o mezardan yayılan feyzden mahrum kalır.
Ne zaman türbe yapılıp, herkesin burasını saygı ile ziyâret ettiğini görünce, o da saygılı olur.
Gösterdiği bu saygı asla gerçek bir saygı değildir.
Saygı; bedenle değil kalple yapılır. Yani gerçekten severek yapılır.
Allahü teâlânın müminlerin kalplerine gönderdiği nûrlar;  ibâdetleri ve takvası çok olanlara, gelmektedir. 
Takvası çok olanın feyz almak yeteneği artar. 
Bir kimse kendi zamanında bulunan bir Velîyi tanıyıp çok sever ve sohbetinde bulunarak kendini sevdirirse; Resûlullahın mubârek kalbinden Velînin kalbine gelmiş olan nûrlar, bunun kalbine de akarak kalbi temizlenir. 
Sohbetine kavuşamazsa; o veliyi düşünmesi, yani Velînin şeklini, yüzünü hatırına getirmesi de, sohbetinde bulunmuş gibidir. 
Mazhar-i Can-ı Canan, Delhi’den Kabil’deki şâh Behîke teveccüh ederek, yüksek derecelere kavuşturdu. 
Kalb, yaratılışında temiz bir ayna gibidir. 
İbadetler, kalbin temizliğini, cilâsını arttırır. 
Günahlar kalbi karartır. Muhabbet yolu ile gelen feyzleri, nurları alamaz olur. 
Bir Arif-i kâmilden feyz almadıkça, içtihat derecesine yükselmek mümkün değildir. 
Bu dereceye yükselen Velînin, bir mezhebi taklit etmesine lüzum kalmaz. Onların Hanefi, Şafi’yi olduklarını söylemeleri, bu dereceye yükselmeden evvel, taklit etmiş oldukları mezhepleridir.
Bunlardan çoğu ruhlardan feyz alarak yükseldiler. 
Böyle yükselenlere Üveysi dediler.
Silsile-i Aliyye’nin tamamı Üveysi idi. Onlar vefat etmiş hocalarından düzenli olarak ilim ve nur aldılar. 
O yüzden dilleri tatlı, yüzleri mübarek oldu.
Sultanlar içinde Ömer bin Abdül Aziz.  Din bilgilerinde imâm-ı Şâfi. Tasavvufta Ma’rûf-i Kerhî. Esrar bilgilerinde imâm-ı Muhammed Gazali. Feyz vermekte ve harikalar, kerametler göstermekte Abdülkâdir Geylânî. Hadîs ilminde Celâleddîn-i Süyûtî 
Tarikat, hakikat ve akait bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmâm-ı Ahmed Rabbânî müceddid-i elf-i sânî, müceddid idiler.
Bu zaatlar yüksek feyzleriyle evliyaları aydınlattı.
Silsile ’nin iki büyüğü hocalarını dünya hayatında hiç görmedi. 
Hocalarının ruhaniyetinden feyz alarak yüksek derecelere ulaştılar.
Bunların ilki; Bayezid-i Bistami hazretleridir. 
Sultân-ül-Ârifîn lakabıyla meşhurdur. 
Üveysi olup;  Vefâtından kırk yıl sonra doğduğu İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın ruhaniyetinden istifade etti. 
Bayezid-i Bistami hazretleri; Aşk-ı ilâhîde o kadar ileri ve ibadette o derece yüksekte idi ki, namaz kılarken Allah korkusundan göğüs kemikleri gıcırdar, yanında bulunanlar bunu işitirlerdi. Sesi duyanların bazıları düşüp bayılırdı.
İkincisi ise; Ebü-l-Hasan-ı Harkani (Rahmetullahi Aleyh) idi.
Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısıdır. Büyük İslâm âlimi Bâyezîd-i Bistami’nin ruhaniyetinden istifade ederek kemâle gelmiş, yükselmişti. Zamânının kutbu idi. 
Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretleri, on iki sene Harkân'dan Bistâm'a, hocasının kabrini ziyâret için gitti. 
Bu ziyarete giderken, yolda Kur'ân-ı kerîmi hatm ederdi. 
Her gittiğinde ziyâret ile ilgili vazifelerini yaptıktan sonra; "Yâ Rabbî! Bâyezîd'e ihsân ettiğin sana ait ilimlerden, büyüklüğünün hakkı için, Ebü'l-Hasan kuluna da ihsân eyle!" diye yalvarırdı. 
Geri dönerken, hiçbir zaman Bâyezîd'in türbesine arkasını dönmezdi. 
On iki sene sonra, Allahü teâlânın lütfu ile Bâyezîd'in ruhaniyetinden istifade edip olgunlaştı. 
İmâm-ı Gazali buyurdu ki; diri iken tevessül olunan, feyz alınan kimseye, öldükten sonra da tevessül olunarak feyz alınır. 
Meşâyıh-ı kiramın büyüklerinden biri diyor ki; “Diri iken tasarruf yaptıkları gibi, öldükten sonra da tasarruf ve yardım yapan dört büyük Velî gördüm. Bunlardan ikisi, Ma’rûf-i Kerhî ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretleridir. (Diğer ikisinin ismini zikretmemiş)
Peki, Yaşayan bir veliden mi yoksa vefat etmiş bir veliden mi daha çok feyz gelir?
Evliyânın büyüklerinden olan Ahmed bin Zerrûk Hazretleri diyor ki, Ebül’Abbâs-ı Hadremî hazretleri bana sordu ki, “Diri olan Velî mi, yoksa ölü olan mı daha çok yardım eder?” Herkes, “Diri olan” diyor. Ben ise, “Ölü olan daha çok yardım eder diyorum” dedim. 
Doğru söylüyorsun. Çünkü diri iken, kullar arasındadır. Öldükten sonra ise, Hakkın huzurundadır” buyurdu. 
Diri iken daha çok feyz gelir diyenler şöyle dedi; 
Fena ve Bekaya yükselen dirilerin meyyit ile irtibatları, diri iken olduğu kadar değil ise de, çok olur ve bunlar meyyitten çok feyz alırlar. 
Fakat diri iken daha fazla alırlar. Çünkü diriler, yanındakilerin ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmalarını sağlar. Bütün hâlleri ve sözleri ile kalplerine tesir ederek, muhabbetin artmasına, böylece daha çok feyz almalarına sebep olurlar.
Diri iken daha çok alınır diyenler Eshab-ı Kiram’ı örnek verdi. Ancak bir ayrıntıyı gözden kaçırdılar.
Eshab-ı Kiram, feyzi bizzati Peygamber Efendimizin Mübarek nurundan aldı. Ondan sonra gelenler feyzi o Mübarek nurun ziyasından aldı ve onu yansıttı.
Ashabı cümle ümmetten farklı kılan özellik de zaten bu idi.
Feyz almak sadece gönderenin derecesiyle ve bulunduğu yerle alakalı değildir. Alanın kalbiyle alakalıdır.
Kalp sağlam olmadıkça; ister dünyadan gönderilsin ister ise Ahiretten feyz ulaşmaz.
Kalp gözü açılmamış talebeler; dirilerden daha çok feyz alır. Çünkü ahiretten yollanan feyz kalp kapısından geçip kişiye ulaşır. Bunun da ulaşması için o kapının açık olması lazımdır.
O yol kapalı olduğu için de kalbine feyzin gelmesi için hocasının hep yakınında olması icab eder. Büyükler bakışlarıyla nazar ederek feyzi kalbine indirir.
Kalp gözü açılmış; talebeler, âlimler ve veliler ise Ahiretten daha çok feyz alır.
Onlara ulaşan feyz tertemizdir. Bu dünyanın zulmetine uğramamış nurdur. Nefsten ve şeytandan uzaktır.
Böyle gelen bir feyz, dünyada verilen feyzden kat be kat daha yüksektir.
Velilerin derecelerin hızla yükselmesinin sırrı da kalplerine Ahiretten gelen temiz feyzler sayesindedir.
Vesselam…

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Güncellenme Tarihi : 19.11.2023 23:15

İLGİLİ HABERLER