Gündem
  • 20.3.2006 04:34

GÜLEN CEMAATİ'NİN ROMANI YAZILDI MI?

AHMET HAKAN'IN HÜRRİYET'TEKİ YAZISI:

Fethullahçılığın romanı yazıldı mı


BARIŞ Müstecaplıoğlu genç bir yazar.

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenim görürken Fethullah Hoca Cemaati’ne girmiş ve yaşamını ’hizmet’e adamış.

Yani...

"Işık evleri"nde kalmış, "Ev imamları"nın eğitiminden geçmiş, "Altın nesil" idealine biat etmiş.

Ama gün gelmiş, tamamen ontolojik nedenlerden dolayı cemaatle yollarını ayırmış.

Sonra da tutmuş, cemaatte edindiği deneyimlerden yola çıkarak, "Şakird" adlı bir roman yazmış.

Metis Yayınları’ndan çıkan romanı su gibi okudum.

Bitirdiğimde...

Zekice kurgulanmış, Türkçesi mükemmel ve dört başı mamur bir roman okumanın keyfiyle dopdolu oldum.

Ama hepsi bu değildi tabii ki.

***

Öncelikle şunu vurgulamakta yarar var:

Barış Müstecaplıoğlu’nun romanı, "Ben bir Fethullahçı idim" başlığına uygun düşecek bir kitap değil.

Cemaat hakkında üstü açılmamış itiraflar ya da cemaatin iç yüzüyle ilgili ifşaat yok kitapta.

Yani...

Sansasyonel bir "ihbar" kitabıyla karşı karşıya değiliz.

O nedenle "malzeme" bulmak beklentisiyle kitaba el atacak "Azılı Fethullah Gülen düşmanları"nın hayal kırıklığına uğraması kaçınılmaz.

Peki kitapta ne var?

Her şeyi abilerin, yani büyüklerin belirlediği bir cemaat yapısı içinde erimeye kişisel bir isyan var. O cemaatin, yazarın kişisel arayışlarına karşılık vermekte yetersiz kalışının öyküsü var. Cemaat içinde "Hizmet" adına söylenen küçük yalanların ve hilelerin nasıl da meşruiyet kazandığının örnekleri var. Ve bütün bunların üzerinde genç bir insanın tatminsizlikleri, açmazları ve muazzam arayışı var.Ancak...

Yazar, cemaatle hesaplaşırken, "Bu cemaat devleti ele geçirmek için türlü hileler ve desiseler çeviren acayip tehlikeli bir yapıdır" filan demiyor. Tam tersine cemaat içindeki insanların nasıl da iyi niyetli, nasıl da özverili olduklarını anlatıyor...

Yazarın sorunu şudur:

Bu tür cemaat yapıları, insanların zihinlerine ve hayatlarına hükmediyor. Sorgulamanın ve hesap sormanın hiç de hoş karşılanmadığı, bunun yerine yüzde yüz itaatin geçerli olduğu bir yapı bu... Ve kafasını çalıştıran bireylerde sürekli kuşku üreten bu yapı, kişisel arayışlara ve açmazlara ne yazık ki karşılık veremiyor!

***

Peki sorun bu mudur?

Bence bu, "büyük sorun"un sadece bir parçasıdır.

Sorunun bir de şu yönü var:

Bu tür cemaat yapıları, toplumdan kopuk bireyler yetiştiriyor. Toplumu dönüştürmeye kendini adamış ama toplum içindeki farklı yaşam tarzlarına yabancı bireyler.

Cemaate giriyorlar ayrı bir dünya, sokağa çıkıyorlar ayrı bir dünya.

İki dünya arasında sıkışıp kalmışlık. Ve bu durumun neden olduğu tuhaf trajediler.

Bence asıl bu durumun romanı yazılmalıdır.

Yani. Barış Müstecaplıoğlu, tam anlamıyla bir Gülen Cemaati romanı yazıp konuyu tüketmemiştir.

 

AHMET HAKAN'IN YAZISINDA BELİRTTİĞİ 'ŞAKİRD' ROMANI METİS YAYINLARI'NIN İNTERNET SİTESİNDE ŞU ŞEKİLDE TANITILIYOR:

"İlk başta her şey harikaydı, son durağa geldiğimi sanmıştım. Huzurlu, iyi insanlardan kurulu bir toplum. Kimse kimseyi kırmıyordu, herkes neyi neden yaptığını biliyordu ve hepsinden önemlisi, ölümün bile bir anlamı vardı. İdeallerden, hayallerden konuşabiliyordum, daha güzel bir dünya umudundan. Ama büyünün bozulması uzun sürmedi. Sadece birkaç basit soru, cevap bulmayan ve sorulmasından bile rahatsız olunan. Tüm bu görkemli yapı aslında iskambil kâğıtlarından kurulmuştu. Ancak hiç rüzgâr estirmezsen ayakta durabiliyordu. Beynini kilitlersen, inancın temel dayanaklarını asla sorgulamazsan, düşünmek yerine kabul etmeyi içine sindirebilirsen. Ben sindiremedim. Soruları sordum ve kâğıtlar yıkıldı."       

Cemaat şirketlerinin isimleri, ciroları, okullarındaki öğrenci sayısı, Hocaefendi olarak anılan liderlerinin görüşleri: Ülkenin en güçlü İslami cemaati hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı, söylendi. Ne var ki bu yapıyı oluşturan insanların yaşamları, oradan yolu geçenlerin duyguları, düşünceleri hep bir sır olarak kaldı.

Üniversite yıllarında Hizmet'i yakından tanıma fırsatı bulan yazar, anılarından hareketle kaleme aldığı bu romanda cemaatten insan manzaralarını paylaşıyor okurlarıyla. Hizmet'e katılmanın ve kopmanın nedenlerini irdelerken hem cemaate hem cemaatin dışındaki dünyaya seslenerek, birbirlerine ve hayata farklı bir pencereden bakmayı öneriyor.       

Murat, Elif, Yusufçuk ve Ahmet'le birlikte bir yol öyküsü eşliğinde...

KİTAPTAN BİR BÖLÜM:

İSTİŞARE, s. 63-65.

Yine geç kalmıştı!       

Bu sefer kesin yiyecekti paparayı.       

Mutfağa girdiğinde yüzünde kadere boyun eğmiş birinin ifadesi vardı. Kararlıydı, ne söylense ağzını açmayacaktı. Yüzüne tükürseler hak etmişti valla. Kapıdan bir adım içeride durdu, sırtı ona dönük delikanlıya usulca seslendi.       

"Selamın aleyküm Cafer abi..."       

Delikanlı, sesi duyunca irkildi. Arkasına dönüp sıcacık gülümsedi. Orta boylu, saçları kısa kesilmiş, temiz yüzlü bir çocuktu bu, taş çatlasa yirmi iki, yirmi üç yaşlarında ama daha olgun gösteriyordu. Sinek kaydı tıraşlı çenesinde iri bir et beni vardı. Burnu hafifçe kemerliydi. Kumaş pantolon giymiş, uzun kollu, beyaz gömleğinin eteğini dışarıda bırakmıştı. İnce, yazlık gömleğin kolları dirseklerine kadar kıvrıktı.       

"Aleyküm selam Murat. Hoş geldin."       

"Geç kaldım abi..." diye yüzünü buruşturdu Murat. "Kütüphanede ders çalışıyordum, saati unutmuşum."       

"Önemli değil şakird," diye güldü Cafer. "Salona geç soluklan biraz, işim bitince gelirim ben de."       

Murat'ın içi cız etti. Kahretsin ya! Çocuk ona bağırıp çağırsa böyle kötü hissetmezdi kendisini. Bugün o nöbetçiydi, istişare için hazırlık yapmak onun göreviydi. Cafer bunu unutmuş olamazdı, ama yüzüne vurmadan üstlenmişti işleri. Ne iyi adamdı bu!       

Geç kaldığı için kendine lanet okudu.       

"Abi ben yaparım sen geç içeri," diye karşılık verdi sıkılgan bir ifadeyle. "Benim sıram bugün."       

"Ne fark eder," diye omuz silkti Cafer. "Ama istiyorsan gel yardım et. Sevabı bölüşelim. Ben bulaşıkları yıkayacağım sen de çayı koyarsan iyi olur. Çabuk bitiririz."       

Murat sessizce çaydanlığın başına gitti, içine baktı, boştu. Raftan çay poşetini aldı, demliği doldurdu. Poşetin yanında duran açılmamış bisküvi paketleri dikkatini çekti. Kremalı, sade, çifte kavrulmuş, çikolata parçacıklı, farklı çeşitlerden sekiz paket.       

"Bisküvileri açayım mı abi?"       

"Aç istersen. Kimse ekmezse sohbette on dört kişi olacağız. Beş tabağa bölsen yeter."       

"Sohbetten sonra istişare var mı abi?"       

"Evet var. Çalışman gerekiyorsa raporunu ilk verir, sonra içeri kaçarsın. Sorun olmaz."       

"Tamam abi," dedi Murat. "İyi olur valla." Çaydanlığın altına su koydu, ocağı yaktı. Sonra raftaki bisküvilere uzandı.       

Kimse ekmemişti. Bu çok sık yaşanan bir durum değildi, Cafer mutluydu bu yüzden. Ev imamı görevine atandığından beridir ilk kez bu kadar kalabalık bir gruba sohbet yapacaktı. Birazcık heyecanlı olduğunu kabul etmeliydi.       

Önce havadan sudan sohbet ettiler bir süre. Okuldan, derslerden, spordan, laf futbola gelince farklı takımları tutanlar arasında neşeli atışmalar yaşandı. Ezanın okunmasıyla birlikte evin iki tuvaleti önünde kısa birer kuyruk oluştu. Herkes abdestini alınca hep birlikte namaza durdular. Cafer küçük cemaatine imamlık ederken kimse sıkılmasın diye en kısa duaları tercih etti, sesi gürdü, ama komşulara ulaşmayacak düzeyde kalmasına da özen göstermişti. Sünnetleri kılarken ise sevdiği uzun duaları okudu, bu yüzden en geç bitiren iki kişiden biri oldu.       

Diğeri her zamanki gibi Murat'tı. Onlar selam verip namazdan çıktıklarında, diğerleri çoktan koltuklara dağılmışlardı bile.       

Cafer takkesini çıkarıp raflardan birine bıraktı, sonra kırmızı kapaklı kalın bir kitap alıp duvarı ortalayan bir yere geçti. Oturup kapağı açarken hangi risaleyi okuyacağına çoktan karar vermişti. Dinleyicilerin hepsi daha önce birkaç sohbete katılmışlardı, yabancı değillerdi, Hizmet'i az çok tanıyorlardı. Bu yüzden kolay bir metin seçmesi gerekmiyordu. Birkaç gündür onu düşündüren gıybet konulu risaleyi açtı ve duygulu bir sesle okumaya başladı.       

Murat bir yandan okunan risaleyi dinliyor, bir yandan da etrafa çaktırmadan pencereden dışarıyı, kışın güzelliğini seyrediyordu. Bu mevsimin renk cümbüşüne bayılıyordu doğrusu. Hoş bir manzarası vardı evin, önü açıktı, gelir düzeyi yüksek insanların oturduğu bir mahalleye bakıyordu, türlü çiçeklerle bezeli bahçeleri olan, çoğu iki katlı villalar, bordo kiremitli. Bazılarının bahçesinde havuz bile vardı. Evdeki tüm kitapları zaten okumuş olduğu için Cafer'i can kulağıyla dinlememesi ayıp sayılmazdı herhalde. Öyle olsa bile, aklının bir kısmı dışarıdaki güzellikteydi işte, elden ne gelir.       

(...)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 09:46

İLGİLİ HABERLER