HÜRRİYET GAZETESİ'NDEN BAŞBAKANLIK MÜSTEŞARINA TOPLU TAARRUZ
ANKARA/Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Ömer Dinçer'in 19-21 Mayıs 1995 tarihli konuşmasında, "Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam'la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum" sözünü eleştiren Hürriyet Gazetesi, müsteşarın istifasını istedi.Gazetenin Başyazarı Oktay Ekşi konuyla ilgili Başbakan'a açık mektup yazarken, Emin Çölaşan sert eleştirilerde bulundu.Sedat Ergin ise , "Erdoğan mı müsteşar mı " diye sordu.
Başbakan'a açık mektup
SAYIN Başbakan, Günlerdir kamuoyu CHP Meclis Grup Başkan Vekili Ali Topuz'un kamuoyuna duyurduğu ve sadece sizi değil, laik cumhuriyeti, ulusumuzun geleceğini ve hem partinizin hem de sizin siyasi kimliğinizi çok ilgilendiren bir konuyla meşgul:
Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Ömer Dinçer'in halen aynı görüşleri savunduğunu açıkladığı 19-21 Mayıs 1995 tarihli konuşmasından söz ediyoruz.
Demokrasiler herkese görüşlerini özgürce ifade hakkı sağladığı ölçüde gerçekten demokrasi olurlar. O nedenle Sayın Dinçer'in üstelik bir bilim adamı sıfatıyla görüşlerini özgürce savunması saygı duyulacak bir durumdur.
Ancak Sayın Dinçer şu anda Başbakanlık Müsteşarı'dır. Tüm devlet makinesinin en üst düzeydeki bürokratıdır. Sizin adınıza yetkiler kullanır, tasarruflarda bulunur. O nedenle konumu tüm sistemi etkilemeye müsaittir.
İşte bu konumdaki bir insanın devletin temel ilkelerine karşı görüşü olamaz. Olursa o makamda oturamaz.
Oysa Sayın Dinçer, geçen hafta (24 Aralık'ta) yaptığı açıklamada:
‘‘Dokuz yıl önce, bir bilim adamı olarak ileri sürdüğü görüşlerin ve yaptığı analizlerin, aradan geçen süre zarfında dünyadaki ve Türkiye'deki gelişmelerle doğrulandığını ve bu nedenle gerek ülkemizde, gerekse yurtdışında pek çok araştırmacı ve bilim adamı tarafından da benzer sonuçlara ulaşıldığı kanısını bugün de taşıdığını’’ söyledi.
Sayın Dinçer kısaca diyor ki: ‘‘Ben değişmedim.’’
Peki değişmeyen görüşü ne imiş?
Söyledikleri kısaca ‘‘O adam orada oturdukça bu ülkede kimse laik devletin güvencede olduğunu söyleyemez’’ dedirtecek kadar tehlikeli şeyler. Çünkü konuşmasının bütünüyle ‘‘Türkiye'de bir İslami rejim kurulmasını istediğini’’ söylüyor. Nitekim dünkü Hürriyet'te Sedat Ergin bunlardan hayli örnek verdi. Biz yer darlığı nedeniyle tek örnekle yetineceğiz. Sayın Dinçer, ‘‘Cumhuriyet ilkesinin zayıfladığını’’ vurguladıktan sonra:
‘‘Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam'la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum. Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin, LAİKLİK, CUMHURİYET ve MİLLİYETÇİLİK gibi birçok TEMEL İLKENİN yerini daha çok katılımcı ve daha ademi merkezi, DAHA MÜSLÜMAN BİR YAPIYA DEVRETMESİ ZAMANININ GELDİĞİ DÜŞÜNCESİNİ TAŞIYORUM’’ diyor.
Oysa Sayın Başbakan siz, Büyük Atatürk'ün 60'ıncı ölüm yıldönümünde, yani 10 Kasım 2003 günü aynen şunu söylemiştiniz:
‘‘Atatürk'ten tevarüs ettiğimiz milli egemenlik, üniter devlet ve LAİKLİK kavramları, esas itibarıyla onun EN BÜYÜK ESERİM dediği CUMHURİYET'in sac ayaklarını teşkil etmektedir.’’
Önceki gün de ‘Anayasal rejimi yaşatma’ kararlılığınızdan söz ettiniz.
Sayın Başbakan şimdi sizden Ömer Dinçer konusundaki suskunluğunuzu bozmanızı ve kamuoyu önünde lütfen aşağıdaki soruyu yanıtlamanızı bekliyoruz:
Sayın Ömer Dinçer'i siz oraya, ‘‘Laik cumhuriyeti daha Müslüman bir yapıya kavuşturması (İslami bir rejim kurması) için mi getirdiniz, yoksa Atatürk'ten bize miras kalmış dediğiniz temel ilkeleri koruması için mi?’’
Eğer 10 Kasım tarihli konuşmanız ve son sözleriniz samimi düşüncelerinizi ifade ediyorsa, gereğini lütfen yapınız.
Saygılarımla.
Emin ÇÖLAŞAN
Bir müsteşar!
ADI Ömer Dinçer. Başbakanlık Müsteşarı. Devletin bir numaralı bürokratı. Başbakan'ın sağ kolu. İşlevi çok önemli.
Geçtiğimiz günlerde Ömer Bey'in geçmişteki bir makalesi ortaya çıktı. CHP milletvekili Ali Topuz bu konuyu gündeme getirdi. İyi etti, getirilmeyecek gibi değildi.
Ömer Bey özetle şunları söylüyordu:
‘‘Cumhuriyet ilkesinin zayıfladığını, işlevini kaybettiğini görüyoruz. Cumhuriyet kavramının aslında bizim için çok fazla bir anlam ifade etmediğini söylememiz mümkündür. Bizim ülkemiz söz konusu olduğunda, mahalli kültür İslam'dır. Globalleşme ne kadar artarsa, İslamlaşma da o kadar artacak ve varlığını hissettirmeye başlayacaktır. Nitekim hissettirmektedir. Öyleyse Türkiye'nin bu durumu hissederek gerekli düzenlemeleri yapması gerekir. Türkiye'deki siyasi harekete öncelik veren İslami grupların nasıl bir devlet ve toplum yapısını ortaya koyabileceklerini bir an önce ve iktidara gelmeden önce tanımlamaları gerekir. Türkiye'de Cumhuriyet ilkesinin, yerini katılımcı bir yönetime devretmesinin ve laiklik ilkesinin İslam'la bütünleşmesinin gerekli olduğu görüşünü taşıyorum...’’
Bu sözleri söyleyen Müsteşar Bey birkaç gün önce açıklama yaptı.
‘‘O sözlerimin arkasındayım’’ dedi.
Dünkü basın toplantısında ise kendisine bu konuda yöneltilen sorulara yanıt vermedi.
Deniz Baykal haklı olarak ‘‘Derhal istifa etmesi gerekir’’ dedi.
Fakat o, makamında bütün yasa tasarılarını hazırlıyor, ülkenin yapısını değiştirmeye yönelik fikir ve görüşlere resmiyet kazandırıyor...
Çünkü devletin bir numaralı bürokrat koltuğunda oturuyor.
Kendisi Erzurum Atatürk Üniversitesi mezunu. Peki daha önceki eğitimi ne?
Gelen bilgiler Karaman İmam Hatip Okulu mezunu olduğu doğrultusunda!
Bu soruyu soralım, doğru mu?
O takdirde başbakan imam hatipli, sağ kolu müsteşar imam hatipli.
(Olmasa da bir şey değişmez. Kafalar değişmedikçe...)
Bir yanda Meclis'te ‘‘Ben kamusal alan falan tanımam’’ diye haykıran (!) Sayıştay Başkanı, öte yanda ‘‘Cumhuriyet ilkesi zayıflamış, işlevini kaybetmiştir’’ diyebilen Başbakanlık Müsteşarı ve nice benzerleri!
Türkiye Cumhuriyeti bu kadrolara, bunlara emanet!
Sedat ERGİN
Erdoğan mı Dinçer mi?
e-posta
BAŞBAKANLIK Müsteşarı Prof. Ömer Dinçer, dünkü basın toplantısında gazetecilerin kamuoyunda tartışma konusu olan 8 yıl önceki bir bilimsel bildirisiyle ilgili sorularını karşılıksız bıraktı.
Dinçer, geçen çarşamba günü yaptığı açıklamada, bildirisinin arkasında durmuş, hatta bu metinde yaptığı analizlerin geçen süre içinde ‘‘dünyada ve Türkiye'deki gelişmelerle doğrulandığını’’ söylemişti.
Dinçer'in ‘‘doğrulandığını’’ söylediği bu metnin temelinde, İslam'ın bir bütün olarak ülkedeki karar gücüne, yani yönetime hákim olması düşüncesi yatıyor.
Dinçer, bu çerçevede, ‘‘Cumhuriyetin Müslüman bir yapıya devredilmesinin zorunluluk olduğunu, bunun zamanının geldiğini’’ söylüyor.
Hedeflenen, İslam'ın iktidara gelmesidir.
BEN ARTIK O TAYYİP DEĞİLİM
Sorun, önemli ölçüde Dinçer'in bu görüşlerine bugün de sahip çıkmasından kaynaklanıyor.
Dinçer, bu noktada geçmişte benzer görüşler savunan, ancak sonradan değiştiklerini söyleyen ve kamuoyuna farklı taahhütlerde bulunan AKP şahsiyetlerinden ayrılıyor.
Her halükárda, Dinçer'in birinci derecedeki sicil amiri olan Başbakan Erdoğan'ın son dönemdeki çizgisinden büyük ölçüde ayrıldığını söyleyebilmek mümkündür.
Erdoğan gerek AKP'nin kuruluş süreci, gerek sonrasında her vesileyle değiştiğini söyleyegelmiştir.
Örneğin, 22 Ağustos 2001 tarihinde Akşam Gazetesi'nde yayımlanan mülakatında ‘‘Şimdi yepyeni, yenilikçi söylemle ortaya çıkan bir siyasetçiyim. Birçok konuda fikirlerimi değiştirdim. Ben artık yeni Tayyip'im, o Tayyip değil’’ demiştir.
DİN SADECE KİŞİSEL İNANÇLA İLGİLİDİR
Erdoğan, benzer mesajları uluslararası kamuoyuna da tekrarlamış, örneğin 8 Ocak 2002 tarihinde New York Times Gazetesi'ne ‘‘Dünya farklı bir yer, ben de farklı bir insanım’’ diye konuşmuştur.
Erdoğan'ın hangi anlamda değiştiğine ilişkin sayısız açıklaması mevcut.
AKP lideri, bu açıklamalarda özetle ‘‘Ben laik devletin esaslarını, laikliğin esaslarını benimsiyorum’’, ‘‘Biz dini esaslara dayalı devlet düşünmüyoruz, böyle bir iddiamız, idealimiz yok’’, ‘‘Din devletle ilgili değil, kişisel, yani kişinin kendi inancıyla ilgili bir alandır’’, ‘‘Artık eski elbisemizi bıraktık’’ mesajlarını vermiştir.
Erdoğan, laiklik anlayışına da muhtelif vesilelerle açıklık getirmiştir.
En doğrusu herhalde parti programında ifadesini bulan şu görüşlerdir:
‘‘Partimiz laikliği demokrasinin vazgeçilmez şartı olarak görür. Partimiz kutsal değerlerin istismar edilerek siyaset yapılmasını reddeder. Dini siyasi, ekonomik veya başka çıkarlara alet etmek de kabul edilemez.’’
ATATÜRK'ÜN BİZE BIRAKTIĞI MİRAS
Erdoğan'ın yakın zamanlardaki en çarpıcı ifadesi ise AKP'nin 12 Ekim 2003 tarihinde yapılan büyük kongresindeki şu sözleridir:
‘‘Partimizin gizli bir gündemi ve amacı yoktur. Elbette her insan gibi mukaddeslerimiz var. Ancak siyaseti bu mukaddes değerler üzerinden yapmıyoruz.’’
Başbakan, 10 Kasım 2003 tarihinde Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu'nda yaptığı konuşmada laikliğe bakışıyla ilgili şu kapsamlı tanımlamayı getirmiştir:
‘‘Atatürk'ün bize bıraktığı mirasın bir unsuru da laikliktir. Laiklik, yaygın tanımlamada din ve devlet işlerinin ayrılması olarak görülmektedir. Bu doğru ama eksik bir tanımlamadır. Laiklik, bu tanımlamanın da ötesinde boyutlar içeren daha şümullu bir kavramdır. Bir boyutu din ve vicdan hürriyetidir. Laikliğin ikinci boyutu ise devletin, siyasi otoritenin toplumsal alandaki bütün inanç ve kimliklere eşit yakınlıkta durması, inancından dolayı milletin hiçbir ferdinin toplumsal ve hukuksal açıdan ayırımcılığa tabi tutulmamasıdır.’’
ERDOĞAN'I GÖLGELEDİ
Erdoğan'ın ve AKP'nin ‘‘Din devlet işlerinin dışında kalmalıdır’’ şeklindeki resmi söylemiyle, Dinçer'in İslam'ı siyasal otoriteye hákim kılmak isteyen bakışı arasındaki uçurumun takdirini okurlarımıza bırakıyoruz.
Erdoğan'ın sağ kolu Dinçer, bu çıkışıyla Erdoğan'ın ‘‘Değiştim’’ söylemi ve bu çerçevede topluma yaptığı taahhütlerin inandırıcılığına ciddi bir gölge düşürmüştür.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:20