Çuvalsız 1.5 saat
Hürriyet ekibi dün saat 09.00'da Irak Konseyi'nin toplantısına giderken Hayfa Caddesi'nde bir tankın fotoğrafını çekmek istedi. Arkadaşımızın objektifini gören Amerikalı asker hemen nişan alıp ‘‘Durun’’ diye bağırdı.
Düşünüyorum, eğer adam ateş etseydi araba ile birlikte havaya uçmuştuk!.. Birkaç saniyelik olay. Şimdi ne kadar bekleyeceğiz?.. Bunları düşünürken bizim dışımızda iki tatsız olaydan iyice tedirgin oluyoruz. Arka sokaktan silah sesleri geliyor.
Yalçın DOĞAN yazıyor
Tankın üstündeki Amerikan askeri, otomatik silahını üstümüze doğrulttuğu anda bağırmaya başlıyor: ‘‘Dur, dur!..’’ Devam ediyor: ‘‘İnin arabadan aşağıya!..’’
Dün sabah Bağdat'ta Özdemir İnce, DHA'dan Faruk Balıkçı ile Ferit Aslan, tuttuğumuz arabanın şoförü, bir Arap mihmandar ve ben ölümden dönüyoruz. 50 derecede, güneşin altında 1.5 saat gözaltında kalmaya neredeyse seviniyoruz.
ARAMIZ 20 METRE
Arabadayız. Biraz önce Bağdat Müzesi'nin ve Saddam'ın arkadaşı Fallavi'nin heykelinin fotoğraflarını çekiyoruz. Daha sonra Bağdat'ın en güvensiz ve ABD askerlerine en çok saldırıların yaşandığı Hayfa Caddesi'ne yöneliyoruz. Saat 09.30. Arabayla geçerken sağ tarafta bir Amerikan tankı duruyor. Üstünde makineli tüfek ve eli tetikte bir Amerikan askeri.
Ben Faruk'a ‘‘Tankın fotoğrafını çeker misin’’ diyorum, Faruk fotoğraf makinesini alıyor ve tam çekerken, bir anda ölümle burun buruna geliyoruz. ABD'li asker, kendisine ateş edileceğini sanıyor. Anında makinelisini üstümüze doğrultuyor ve ‘‘Dur, inin aşağı’’ diye, arka arkaya bağırmaya başlıyor. Şoförümüz çok deneyimli. Hemen frene basıyor. Basmasa, ateş etmeye hazır. Tankla aramızda 20 metre var.
‘TÜRKÜZ’ DİYORUZ
Onlar kaldırımın üstünde, biz caddedeyiz. Tankın içinden iki Amerikalı asker daha fırlıyor. Ellerindeki makineli tüfekler üstümüze çevrili. ‘‘Tek tek dışarı çıkın, ellerinizi havaya kaldırın’’ diye bağırıyorlar.
Ellerimiz havada arabadan iniyoruz. Askerlere, ‘‘Biz Türk gazetecileriyiz’’ diyorum, dinlediği filan yok: ‘‘Kıpırdamayın!..’’
50 DERECE SICAK
Bir süre öyle karşılıklı duruyoruz. Sonra ben, ‘‘İzin verirseniz şimdi cebimden kimlik kartımı çıkaracağım’’ diyorum. Çünkü, cebime elimi attığım anda adamlar başka bir şey sanabilir. Hepimiz kimlik kartlarımızı çıkarıyoruz. Tel örgülerle çevrili tankın yanına götürüyorlar. Kimliklerimizi telefonla bir yere bildiriyorlar. Sonra bir tanesi:
‘‘Üstlerimize haber verdik, gelip sizi merkeze götürecekler ve orada sorgulayacaklar. Orada hakkınızda karar verecekler. Onlar gelinceye kadar burada bekleyeceksiniz. Şu andan itibaren gözaltındasınız.’’
Ben onların ne zaman geleceklerini soruyorum, ‘‘Belki bir saat sonra, belki akşama doğru’’ diyerek tankın içine giriyor. Yanımda telefon var, kullanıp kullanamayacağımı soruyorum, telefonu kontrol ediyor, olur a belki bombadır!..
Önce Bağdat'taki bizim büyükelçiliği, ardından Ertuğrul Özkök'ü arıyorum. Ve güneşin altında 50 derecede, fotoğraf çekmek suçundan gözaltı süresi başlıyor.
SİLAH SESLERİ
Düşünüyorum, eğer adam ateş etseydi araba ile birlikte havaya uçmuştuk!.. Birkaç saniyelik olay. Şimdi ne kadar bekleyeceğiz?.. Bunları düşünürken bizim dışımızda iki tatsız olaydan iyice tedirgin oluyoruz.
Arka sokaktan silah sesleri geliyor. Arka sokakta çatışma var. Tanktan üç asker silahlarıyla birlikte çıkıyor ve arka sokağa gidiyor. Biz tankın önünde bekliyoruz. Hayli tehlikeli bir durum. İkincisi de, zaman zaman minibüslerin içine dolan Iraklılar tankın önünden geçerken kısa bir an duruyorlar ve ‘‘Go Home’’ diye bağırıp kaçıyorlar.
FOTOLARI SİLDİLER
Bir süre sonra Türk Büyükelçiliği'nden iki diplomatımız geliyor. ABD'li askerlere kimliklerini göstererek olay hakkında bilgi alıyorlar. Asker yeniden komutanını arıyor, 15 dakika sonra kimliklerimiz ve fotoğraf makinemizle birlikte yanımıza geliyor. Makinedeki filmleri istiyor. Dijital makine olduğu için film yok. Tek tek kareleri kontrol ediyor ve ne kadar asker fotoğrafı varsa hepsini siliyor.
Ölümden dönme ve 1.5 saatlik gözaltı serüveni burada noktalanıyor.
Hayat savaştan daha tehlikeli
SOKAĞA çıkma yasağı Bağdat'ta akşam 23.00'te başlıyor, sabah 05.00'te sona eriyor. Hiç fark etmiyor. Gece yarısı Bağdat'ın her yerinde bombalar patlıyor. Önceki gece bomba sesiyle uyanıyorum. Saate bakıyorum 02.30. Arka arkaya patlayan bombalar 15-20 dakika sürüyor.
Bağdat inanılmaz bir kargaşayı yaşıyor. Sokaklarda kimin, ne yaptığı belli değil. Amerikan askerinin psikolojisi iyice bozulmuş, kendisine yan bakanı saldırgan olarak görüyor. Aynı saldırma içgüdüsüyle karşısındakine ateş ediyor. Böylece kayıtlara geçmeyen her gün 8-10 olayda insanlar ölüyor.
Bağdat'ta hayat savaştan daha tehlikeli. Sözüm ona savaş yok ama günlük yaşam her an tehdit altında.
Saddam’ın arkadaşı ayakta
ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak harekatının ardından Bağdat'ta devrik diktatör Saddam Hüseyin'in heykelleri de bir bir yıkıldı. Bağdat'ın El Savaki semtindeki heybetti heykel de Saddam Hüseyin'in değil, yakın arkadaşı Fallavi'nin heykeliydi...
Yaşamak istiyorsan ABD askerine yaklaşma
BAĞDAT'ta hayatın tehlikeli olduğunu gören Birleşmiş Milletler bir güvenlik bildirisi yayınlıyor. Bildiri, herkesi Amerikalılara karşı uyarıyor. BM bildirisinde üç ana nokta:
Nedeni ne olursa olsun, ABD askerlerinin yanına hiçbir biçimde yaklaşmayın.
ABD askerlerinin sabit durdukları noktalardan (araç, tank, çadır vb.) kesinlikle uzak durun.
Kentlerin içinde ya da dışında seyir halindeki ABD konvoylarının yanına gitmeyin.
Özdemir İNCE yazıyor
Bağdat müzesinin yerini gördükten sonra, yağmalanmasının esbabı mucibesini anlamış bulunuyorum. Müze, bir adıyla ‘‘Souk Harami’’, öteki adıyla ‘‘Ali Baba’’ çarşısına iki adım mesafede. Bilal, ‘‘Mashariye dikkat, jüzdana dikkat. Kamaraya dikkat’’ diyor. İki elimle bunların hepsine nasıl sahip olacağım?
Ben arabanın içinde kafamda bu öyküyü yazarken, sağımda oturan Faruk Balıkçı bir ABD tankının fotoğrafını çekiyor. Zamanın en küçük birimi içinde tankın üzerindeki askerin ‘‘Durun, yoksa ateş ederim!’’ diye bağırdığını duyuyorum.
YA SÜRSEYDİ...
Zana arabayı durduruyor. Arkadan Arap mihmandar Bilal, ‘‘Sür, sür diye bağırıyor.’’ Zana gitmek ile kalmak arasında duraksıyor, duruyor. Hepimiz eğiliyoruz. Faruk, ‘‘Biz gazeteciyiz’’ diye bağırıyor. Askerin silahının her an patlamasını bekliyorum.
Arabayı önden arkaya doğru tararsa başımdan vurulmam, sırtımdan vurulurum. Sağdan sola doğru. Paniklemenin yeri değil. Bunları düşünüyorum. Asker ateş ederse en azından birimiz ölür, ötekiler yaralanır. Ama birden aklıma geliyor: Arabanın içinde ve arkasındaki iki bidonda toplam 70 litre benzin var. Askerin göndereceği mermilerden birinin bidonlardan birine isabet etmesi halinde araba infilak eder.
İYİ Kİ KEPİM VAR
Birkaç dipsiz ve dikensiz saniye. Faruk kapıyı açıp aşağıya iniyor. Borcunu ödemeye yeni başladığı fotoğraf makinesini havaya kaldırıyor. Aklı makinesinde. Aslında Faruk'un askerler gelinceye kadar arabadan inmemesi gerekir ama onun ardından ben de iniyorum. Ellerimi havaya kaldırıyorum, ‘‘Biz gazeteciyiz!’’ diye bağırıyor Faruk. ‘‘Kim olursan ol!’’ diyor asker. Bunun üzerine kim olduğumu söylemiyorum ama Hürriyet kimliğimi boynuma asıyorum.
Öteki arkadaşlar da iniyor arabadan, siyahi askerin nezaretinde yanımıza geliyorlar. Isı 50 derecenin üzerinde olmalı. Bereket versin başımda Ülker'in verdiği bir kep var.
TORPİL İSTEDİLER
Bizi mermilerin delik deşik ettiği bir duvarın dibine diziyorlar, üstlerine telefon etmişler cevap bekliyorlar. Bu sırada entarili bir Arap yaklaşıyor tel örgüye.
Elinde dilekçe gibi bir káğıt, bir şeyler söylüyor.
Benden Amerikalılara torpil yapmamı istiyor. Siyahi askerin uzaktan bana seslendiğini duyuyorum. ‘‘Bu kadın ne diye bekliyor sizi’’ diye soruyor. Askere kadının benden para istediğini, dilenci olduğunu söylüyorum.
Kadın sanki dediğimi anlamış gibi elini askere uzatıp, ‘‘Filus, filus’’ diyor. Susadığımı hissediyorum. Tankın arkasına yaklaşıp ‘‘Genç asker, karşı büfeden su alabilir miyim’’ diye soruyorum.
SU VERDİLER
‘‘İsterseniz burada su var’’ diyor ve elindeki maşrabayı yıkamaya gidiyor. Bidondan su dolduruyor. Çay suyu sıcaklığında bir su. Gözlüklü askerin yaşı oğlumun yaşından en az 10 yaş az. Korkularını anlıyorum. Birleşmiş Milletler bir genelge yayınlamış, ‘‘Sakın ABD askerlerine yaklaşmayın’’ diyor. Bunun iki nedeni var. Biri, ABD askerleri sizden kuşkulanıp üzerinize ateş edebilirler, ikincisi ABD askerleri terörizmin hedefi olduğu için onların yanında bulunmak çok tehlikeli.
ÖZÜR DİLEDİLER
Gözlüklü asker yanıma yaklaşıyor. Bizi alıkoydukları için özür diliyor. Henüz üstlerinden bir haber gelmemiş. Çocuğa, ‘‘Beni iyi dinle’’ diyorum. Bugün saat 13.00'te CNN Türk'e çıkmam gerek. Bu yayın olmazsa benim nerede olduğumu soruşturacaklar. Gazeteye yazı göndermemiz durumunda onlar da aynı şeyi yapacak. Skandalın boyutları büyüyecek, sen durumu üstlerine bildir.
Konuşmadan birkaç dakika sonra arabada oturabileceğimizi, büfenin gölgesinde durabileceğimizi söylüyor. Ama arabanın anahtarı ve Faruk'un fotoğraf makinesi kendilerinde kalacak. Arabaya gidip not defterimi alıyor ve bu öyküyü yazmaya başlıyorum. Büfede bir velet var. Elinde gerçek tabanca sesi çıkaran oyuncak bir tabanca. Tankın üzerindeki askere doğrultup tak tak sıkıyor. Çocuğun yanında duran eşşek kadar bir herif de alıyor tabancayı, o da tak tak ateş ediyor.
‘GO HOME’ GEÇİŞİ
ABD'li askerin eli tetikte, gözleri bizde. Birden öfkeye kapılıp eşşek herife bağırıyorum. ‘‘Caaş bin caaş! Eşşoğlu eşşek!’’ Bu sırada iki minibüs Arap nümayiş içinde geçiyorlar. ‘‘Go home’’ diye bağırdıkları ABD'li askerlere elleriyle işaret yapıyorlar.
İşte bir saçma savaştan komik görüntüler bunlar. Öyle ama şu anda hayatta olmamı da Zana'nın frene basmasına borçluyum. Yoksa...
Filus ya seydi
Bu hengamenin ve tankın içinden biri siyah iki asker daha çıkıyor. Bize tel örgülerin üzerinden atlamamızı söylüyorlar. Eller havada bunu nasıl yapacağım? Sol ayağım havada, bacaklarımın arasında tel örgü, tam bu sırada kara çarşaflı bir dilenci kadın yanıma yaklaşıp, ‘‘Filus, ya seydi filus!’’ diye elini uzatarak para istiyor. Kızıyorum kadına.
Kasap et derdinde koyun can derdinde. ‘‘Mafi filus, mafi mashari!’’ diye bağırıyorum kadına. Biz ne bilelim bir süredir Bağdat'ın en belalı bölgesi olan Hayfa Caddesi'nden geçtiğimizi. Tankın üzerindeki tıfıl askere acıyorum. Korkuyor. Bizden daha fazla korkuyor.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 20:24