Gündem
  • 31.1.2005 11:47

İŞTE, 22 GÜN SÜREN FETHULLAH GÜLEN YAZI DİZİSİNİN TAMAMI...

Bin Ladin, İslamın çehresini kararttı

"Bin Ladin denilince terörün babası akla geliyor" diyen Fethullah Gülen, Ladin'in ölmesiyle, Müslümanların çarpık bir anlayıştan kurtulmuş olacağını söylüyor


<ı>Fethullah Gülen'le 11 gün - 11 / MEHMET GÜNDEM

<ı>İslamdan taban tabana zıt iki söylem nasıl çıkabiliyor: Ladin'in terör, Gülen'in sevgi, diyalog, hoşgörü söylemi. İkisinde de kaynak olarak din gösteriliyor...
Bin Ladin ailesi, zannediyorum 30'a yakın evladıyla geniş bir aile, aynı zamanda devlete borç verecek kadar da mali güce sahipler. Hacca gittiğimde o aileden birisi ile tanışmıştım. Mazbut bir insandı. Ailelerinin onu reddettiğini söylemişti. O zamanlar Afganistan'da ABD tarafından Ruslara karşı kullanıldığı ve Suudi Arabistan'a giriş yasağının olduğu söyleniyordu.

<ı>Hangi tarihlerdeydi?
Zannediyorum, 74 yılındaydı. O zaman Ruslara karşı kullanıldığı için, insanların ilgisine mazhar oluyordu belki, ama ben hiç alaka duymamıştım. Daha sonrasını biliyorsunuz zaten, Bin Ladin denilince terörün babası akla geliyor. Sık sık ortaya çıkarılan videolarda, sakalı, sarığı ve elindeki silahıyla oluşturulan imaj, sanki Müslümanlara karşı nefret uyarmak için betahsis (özellikle) yapılıyor gibi.

İslami bünyenin ifrazatı
Belki, Ladin'in fikirlerinde yalnız olmayabileceğini, onun gibi düşünen başkalarının da çıkabileceğini eklemek lazım. Bir yönüyle bakılacak olursa uygun düşmeyecek belki ama bir buçuk milyarlık Müslüman dünyanın içinden böyle üç beş tane sergerdanın (başıboş) çıkmış olmasını, İslami bünyenin ifrazatı (dışkı) saymak da mümkündür. Yakışıksız davranışlarıyla İslamın pırıl pırıl çehresini karartıyor, yeryüzünde Müslümanlığı anlatacak olanların manevra alanlarını daraltarak işlerini zorlaştırıyorlar. Bu terör meselesi herkesin sırtına vurulmuş öyle ağır bir yük oldu ki, ondan kurtulmak için verilen emekle İslamın güzelliklerini anlatıp pek çok insanın gönlüne girmek mümkündü. şimdi Müslümanlar, kendilerini anlatma adına işle başlarken önce karşısındakini, kendisinin terörist olmadığına, radikalce davranmadığına ya da canlı bomba olmadığına inandırmak, onu ikna etmek için uğraşmak mecburiyetinde kalıyor.

<ı>Aynı kaynaklardan birbirine zıt iki görüş nasıl çıkıyor?
Bin Ladin, Kuran'a ve sünnete dayandığını kendince söyleyebilir. şayet Allah beni Müslümanların küçük fertlerinden bir fert olarak kabul buyuracaksa, İslam mütefekkirlerinin (düşünür, sosyologlarının, hukukçularının) düşüncelerine dayandığımızı, Müslümanların içinde neşet etmiş (ortaya çıkmak) felsefeci, sosyolog ve İslamı çok iyi bilenlerin de büyük çoğunluk itibariyle bizim recamızda (dileğimiz) müttefik olduklarını söyleyebilirim.
Eğer Efendimizin ve Raşit halifelerin uygulamaları esas alınacaksa, orada Bin Ladin'den söz edilemez, onun yaptıklarıyla Efendimizin icraatları katiyen aynı çizgide ele alınamaz. Siyer felsefesi mantığıyla Efendimizin seriye-i seniyyeleri tahlil edilirse, adeta kendisini bir yerlere çekenlere karşı meşru müdafaa hakkını kullanarak kendi paktının savunmasını yaptığı görülür.
Ya da kendi sistemine veya paktına karşı anlaşmaları bozup ihanet edenleri tedip maksatlı hareket etmiştir ki, bu da çok normaldir ve Mekke'nin fethi de böyle bir ihanetin sonucunda gerçekleşmiştir. Bugün, modern demokrasilerde de oluyor böyle şeyler ve BM de sesini çıkarmıyor. Mesela bazıları demokrasiyi oturtmak için Irak'a girdiklerini söylüyorsa şayet, böyle düşünen insanların Efendimizin yaptıklarına söyleyecekleri hiçbir şey olamaz.

<ı>Bin Ladin'in bakışı?
Efendimizin uygulamalarını esas alırsak, Bin Ladin'in meseleye bütüncül bir nazarla bakamadığı ortaya çıkar. Kitap, sünnet ve selefi salihinin anlayışlarına genel nazarla bakmıyor, sadece bazı yerleri alıyor demektir. Çok kullanılan bir örnek vardır: Ordu Bizans önlerine gelmiş, askerin üzerine taşlar, oklar atılıyor, kılıç çalınıyor, kafalarından aşağı kızgın yağlar dökülüyor. Bu arada birileri ayet okuyarak "Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" diye bağırmaya başlıyorlar.

Yanlış anlaşılma
Eba Eyyüb el-Ensarî müdahale ediyor: "Yanlış anlıyorsunuz. Bu ayet bizi ikaz sadedinde geldi. Ayet, 'Size verdiğimiz şeyleri, mallarınızı ve canlarınızı Allah yolunda infak edin. Eğer infak etmeniz gerektiği yerde siz mallarınızı ve canlarınızı ortaya koymazsanız ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz' manasına gelir" diyerek yanlış anlaşılmayı düzeltiyor. Yani Çanakkale'de, İstiklal Savaşı'nda canlarınızı ortaya koymazsanız, bütün bir milleti tehlikeye atmış olursunuz, bunun manası budur.
Yine aynı şekilde öncesine, sonrasına bakmadan "Müşrikleri nerede görürseniz öldürün" kısmı alınıyor ve aynı şekilde benzer yanlış sonuçlar çıkarılıyor. Bunun manası sizi kabul etmiş, içinize girmiş sonra da başkaldırmış ve düşmanca tavırlara girerek millete ihanet etmiş kişiler olursa cezalandırın, demektir. Bu tür başkaldırılara karşı her devlet kendini korur, asileri tedip eder. Konunun devamında, "Sonra döner gelir, namaz kılar, oruç tutar ve eski çizgilerini bulurlarsa ellerinizi onlardan çekin" deniliyor. Konu siyak ve sibakından (bağlamından) koparılarak cımbızlanır gibi bir kelimeye bağlı olarak alınırsa, o zaman Bin Ladin ve benzerlerinin mülahazaları çıkar karşımıza.

<ı>Sorunu metodolojik mi görüyorsunuz?
Evet. Meseleye tek taraflı yaklaşılıyor. Müslüman denildiği zaman eğer bu kelimenin arkasında insanlığın iftihar tablosu, Kuran ve sünnet görülmüyorsa, bizim kaba ve haşin davranışlarımız onlara perde oluyor ve çehrelerini karartıyorsa o zaman biz iyilik değil, büyük kötülük yapıyoruz demektir. Bugün Ladin hayatta mı, değil mi belli değil. Dilerim o ölmüş olsun, böyle çarpık bir anlayıştan Müslümanlar kurtulsunlar.

İZLENİM

Dişçi koltuğunda bir saat
Fethullah Gülen'le birlikte diş doktoruna da gittik. Arabaya binerken, yine şeker dizlerine vurmuştu. Yürümekte zorlandığı görülüyordu. Diş doktoru 15 dakika uzaktaydı. Gülen, daha önce bir iki sefer yine gelmiş buraya. Doktor ve hemşireler tanıyorlar onu. Oldukça sıcak karşıladılar. Dişçi koltuğunda yaklaşık bir saat oturdu. Sanıyorum köprü yapacaklardı. Burada kalbi Gülen'i biraz zorladı. Gittiği her yere olduğu gibi, Gülen buradaki doktor ve hemşirelere de hediye götürmeyi ihmal etmedi. Bugünkü hediyeler arasında Türk lokumu da vardı.

<ı>NOT:"Fethullah Gülen'le 11 Gün" adından dolayı bazı okurlar, "Dizi 11 günde bitecek mi?" diye soruyorlar. Dizi devam edecek. Çünkü geride daha çok soru var...

Din adına cinayet
<ı>Irak'ta kaçırılıp kafası kesilenler hakkında ne düşünüyorsunuz? İslam adına yapıldığı söylenilen bu davranışa din nasıl bakıyor?
Öncelikle usul bakımından oradakiler esir değil, rehindirler. Çoğu rehin alınıyor ve öldürülüyor. Eğer bunu oradaki Müslümanlar yapıyorlarsa, din adına ciddi bir cinayet işliyorlar demektir. Çünkü, "Hiçbir insan başkasının suçundan dolayı cezalandırılamaz" düsturu, Kuran'ın önemli bir düsturudur. Tavırları ülkelerini işgal eden bir millete ise, o zaman yapmaları gerekli olan şey, onlar karşısında yiğitçe bir istiklal mücadelesi başlatmaktır.
Amerika oraya girdiği zaman, abarta abarta anlattıkları tümenleri, kolorduları, ordularını harekete geçirselerdi. Türk Milleti'nin bir dönemde Çanakkale'de, Balkanlar'da yaptığı gibi, orada ya devlet başa ya kuzgun leşe deselerdi. Savaşanların yarısı ölseydi, Çanakkale'de şehit düşen Mehmetçik gibi, geriye kalanları en azından hür bir ülkenin temsilcisi olurlardı. Mücadele edilmesi gerekli olan yerde savaşmayıp sonra Amerikalıların oradan çekilmesi için masum insanları tutacak ve öldüreceksiniz, böyle şey olmaz.
Bu yoldan bir neticeye ulaşmaları mümkün değildir. Meselenin bir diğer yanıda şudur; eğer o cinayetler oradaki bazı servisler tarafından yapılıyorsa şayet, o zaman meseleyi kızıştırmak için yapıyorlar demektir. Mesela Türk müteşebbisler oradan elini eteğini çeksin isteniyordur.
Mesela, büyükelçiliğin korumasını üstlenmek için giden güvenlik görevlilerine yapılan zalimce saldırı affedilebilir bir şey değildir. Belli ki, birileri orada meseleyi karıştırmak istiyor. Allah'a inanmış bir Müslüman'ın bu işleri yapacağına ben ihtimal vermiyorum. Gözünün dönmüş olması lazım ki yapabilsin.

'Kendimizi iyi anlatamadık'

Türkiye'de yanlış anlaşıldığını söyleyen Gülen, "Meseleye dini bir hareket görünümü verme gibi hatalar yapmış olabiliriz" diyor


<ı>Fethullah Gülen'le 11 gün - 12 / MEHMET GÜNDEM


<ı>İçinde bulunduğunuz oluşuma bazıları cemaat, bazıları tarikat diyor. Siz ise "örnekleri kendinden bir hareket" diyorsunuz. Niçin cemaat değil, hareket?
Eskilerin ifadesiyle, bir şey zatında ne ise ona göre isimlendirilmelidir; böyle bakınca ben hareket demeyi daha uygun buluyorum. Belki cemiyet, cemaat veya sivil toplum kuruluşu gibi şeyler de denilebilir, fakat, cemiyet, hukuka göre tüzüğü, nizamı olan kuruluşlara deniliyor; cemaat, birisi tarafından ortaya atılmış, belli bir düşüncenin etrafında bir araya gelenlere deniliyor, onun da kendine göre kuralları vardır. Vakıa, cemaat denilmesinde bir mahzur görmüyorum; çünkü, hacda, camide bir araya gelme gibi, İslam çerçevesi içinde, insanlar bir duygu ve düşüncenin etrafında bir araya gelebilirler.
Bazıları sivil toplum kuruluşu dediler; Türkiye dışında bu hareketi araştıranlar da aynı kanaate vardılar; ama bana göre o çerçeveye de tam olarak oturmuyor. Zatında bu iş nedir diye baktığım zaman görüyorum ki, bir dönem ileri sürülmüş bazı düşünceler Türk toplumu tarafından yaygın olarak benimsenmiş, bugün benim de, başkalarının da bilemeyeceği geniş dairede gerekli görülen, fayda mülahaza edilen şeyler etrafında bir araya geliniyor, lazım olan aksiyon ortaya konuluyor.

<ı>Ne gibi faaliyetler?
Mesela eğitim faaliyetlerini faydalı bulan, dünyanın geleceği için önemli olduğuna inanan sizin tanıdığınız tanımadığınız birçok insan bir araya geliyor, omuz veriyorlar. Bu yönüyle geniş bir kültür faaliyeti de denilecek bu hadiseye, biraz da ilmi yönüyle üzerimde tesiri bulunan merhum Nurettin Topçu'dan mülhem (esinlenme) olarak hareket demeyi daha uygun buluyorum; kendi duygu ve düşüncemizin, Türk felsefesinin önce Türkiye'de oturması için çalışma, sonra da dünyaya tanıtma adına gönüllüler hareketi...

<ı>Neden "örnekleri kendinden" kaydını koyuyorsunuz?
İnsanları teşvik edip alakalarını uyarmak için örnek vermek icap edince, saadet asrına ya da tarihimize gidiyorduk. Tarihimizdeki o kareler mutlaka takdirle yâd edilecek ve ne zaman anılsa gözlerimiz dolacaktır. Fakat bir şeyin daha tesirli olması için örneği kendi içinden olması lazım. Sahabenin de, Osmanlı'yı kuranların da, milli mücadelemizi veren kahramanların da örnekleri kendindendi. Bu açıdan o kayıt bana çok önemli geliyor.

Mefkure birliği var
Eğer bir hareket örneklerini kendi içinden çıkarmış ve insanlar onu takdir edip yapmaya başlamışsa, ona adanmış, gaye-i hayal (ideal) haline getirmişse, Ziya Gökalp'in ifadesiyle mefkure kabul etmişse ve onun etrafında yapması gerekli olan şeyleri yapıyorsa, işte o zaman başta görünenin de yapılanlardan çok defa haberi olmaz. Birbirinden hiç haberleri olmayan, tanışmayan insanlar her yerde benzer şeyler yaparlar. Çünkü, organik bağları ve tanışıklıkları yoktur, ama çok ciddi bir düşünce ve mefkure bağları vardır.

<ı>"Örnekleri kendinden bir hareket" denmesi, bu hareketin bugün için bir modele dönüştüğü vurgusunu da içeriyor mu?
Bana göre model olmuştur. Eğer başkaları da yapmak isterse aynı şeyleri değerlendirebilir. Anlamakta zorlandığım çarpık bir düşünce var Türkiye'de. Maalesef bir işin güzel, ideal, makul, devamlılık vaat etme gibi yönlerine bakmadan kimin ya da kimlerin yaptığına bakılıyor. İrtibatlandırılan belki de isnat edilen demek daha doğru- insan eğer makbul görülüyorsa o iş de makbul oluyor; eğer aksi bir durum olursa en güzel işler bile merdud (reddedilmiş) sayılabiliyor.

<ı>Türkiye dışında nasıl algılanıyor?
Türkiye dışında, o ölçüde bir çarpıklığa şahit olmadım ben; zaten öyle olsaydı iflah etmezlerdi. Aslında hareketin açılım yerleri, belli entelijans servislerinin çok hassas olduğu, buna paralel olarak kuşkunun da beraber geliştiği yerler olmasına, ayrıca hem içten, hem de dıştan onca tahrikler olmasına rağmen oralarda problem olmadı.
Mesela, kendi dinlerine, diyanetlerine sıkı sıkıya bağlı olan, kendi mezheplerinin dışında başka hiçbir şeyi iflah etmeyen ülkelerde bile, oralara giden eğitim gönüllülerine hüsnükabul gösterilmesi (hoş karşılama), objektif baktıklarını, yararlı gördükleri için kabul ettiklerini gösteriyor. Fakat Türkiye'de aynı ölçüde -her kesimce- hüsnükabul gösterildiği söylenemez.

<ı>Bu geçici bir dönem mi, konjonktürel mi?
Belki bazılarımıza duyulan antipatiden ve bazı tavırlarımızın yanlış yorumlanmasından dolayı konjonktürel denilebilir. Burada sübjektif bir şey arz edeyim; bu hareket dünyanın değişik yerlerinde farklı görüşlere sahip insanlar tarafından tasvip edilmesine rağmen, Türkiye'de bazı kimseler karşı çıkmaya, sert davranmaya devam edince, kendi kendime belki yüz defa dedim ki; 'Ya Rabbi, Türk milletinin adını, dilini kültürünü dünyaya tanıtan bu önemli harekete eğer benim şahsımdan dolayı antipati duyuyorlarsa, benim canımı al ama bu harekete zarar verme.' Benim milletime, dinime ve diyanetime hizmetten başka mülahazam olmadı.

Kendimizi sorgularsak..
Bu hususu arz etme gereği duydum; çünkü, eğer bu hareket dünyanın değişik yerlerinde ve birbirine zıt, birbirinden çok farklı anlayışların hepsi tarafından makul ve makbul bulunuyor, ama sadece bir yerde tasvip edilmiyorsa, o zaman dönüp ya onları sorgulamak lazım ya da kendimizi...
Başkalarını sorgulamaya kalkarsak, sorgulama alanını genişletmiş ve su-i zanlara girmiş olabiliriz. Bu konuda nefis muhasebesi yapmak daha mümince bir davranıştır. Eğer, kendi kusurlarımızdan dolayı yanlış anlaşılmış ve farklı algılanmışsak, demek ki suçlu biziz. Acaba bazı kimselerce neden bize karşı antipati duyuluyor diyerek, tavır ve davranışlarımızı yeniden gözden geçirmek lazım. Kimseyi suçlamak istemem; 'herhalde üslup hatası yaptık' derim.

İzlenim

Yalnızlık onun tercihi
FETHULLAH GÜLEN'i siz hiç tek başına, bu kadar yalnız gördünüz mü? Ben gördüm. Bu fotoğraf, ameliyatı uzun sürdüğü için randevusuna geç kalan göz doktorunu beklerken çekildi. O, kalabalıklar içinde olsa da aslında çoğu zaman yalnız. Belki de yalnızlık onun tercihi. "Garip"i tanımladığı bir yazısına rastladım. Yıllar önce kaleme alınmış. Orada şöyle diyor: "Garip, yurdundan yuvasından uzak kalan değil, garip halinden dilinden kimsenin anlamadığı insandır." Bu fotoğraf, bende böyle bir hali çağrıştırdı. Gülen'i asıl etkileyen şey, ülkesinden uzakta olmaktan daha çok, kendisinin doğru anlaşılmadığını düşünüyor olması gibi geliyor bana.

Bir gün gerçekler ortaya çıkacak...
<ı>Üslup hatası yaptık derken, neyi kastediyorsunuz?
Meseleye -belki de- tamamen, dini bir hareket görünümü verme gibi hatalar yapmış olabiliriz. Bazılarını da belki "Türk Milleti" mülahazası rahatsız etmiştir. Bunlar haziran fırtınasında ortaya çıktı. Birbirine zıt gibi görünse de okumuş, önemli yerlere gelmiş zatlardan bazıları, "Ne hakla haddinizi aşıp 'pantürkizm', 'panislamizm' gibi mülahazalarla dünyaya açılıyorsunuz" dediler...
Bununla da kalmayıp belki devletlerin belli kurumlarını da aşarak, oralara bazı şeyler göndermek suretiyle, o ülkelerin servislerinin kafalarını karıştırdılar. Bu açıdan da herhalde biz kendimizi çok iyi ifade edemedik, 'yakın duralım, kendimizi iyi anlatalım' diye düşündük. Hoşgörü süreci biraz da buna matuftu (yönelik). Fakat bazılarına uzanan ellerimiz havada kaldı; hiç randevu vermeyenler oldu, önce randevu verdikleri halde sonra 'gelmeyin' diyenler oldu. Bunları anlamakta zorlanıyorum ama, insan tabiatı yani.. İnananı da inanmayanı da, din kabul edeni de etmeyeni de bazı şeylere kilitlenmiş olabiliyor.
Ama, neticede biz de Batı gibi bir aydınlanma süreci yaşıyoruz. Orada da ciddi sertlikler, husumetler ve müsamahasızlıklar yaşandı; giyotinlerle ve yakılarak öldürülen insanlar oldu. Neticede alanları belirleyerek ya da aydınlanma ile bu fırtınaların önünü aldılar. Ben Türkiye'de de bir gün gerçeklerin ortaya çıkacağına inanıyorum. Hatta başladığını söyleyebilirim.
Çünkü, önemli bir nispette elit sınıf takdir ediyor artık bunları. Bazıları da yapılanlar çok güzel, ama keşke arkasında falanlar, filanlar olmasaydı diyorlar.

<ı>Yapılan işler beğeniliyor, yapanlar beğenilmiyor. Öyle bir şey mi bu?
Fikir bazı kimseler tarafından ortaya atılmış olabilir, fakat önemli olan bu düşüncenin toplum tarafından benimsenmesidir. O zaman arkasında falan filan kalmaz aslında. Nasıl ki milli mücadelede toplum, düşmanları memleketten atma fikrini benimsemişti ve bunu yaparken, İstanbul'un Antep'ten, Urfa'dan, Maraş'tan, hatta hemen yanı başındaki Bandırma'dan, Balıkesir'den haberi yoktu.
Orada insanlar benimsedikleri fikir istikametinde bir şeyler yapıyordu; sonra İstanbul bu işe karışmak istedi. Pek çok entelektüelin kabul ettiği gibi, sonra Ankara idaresi halkın içinde başlamış ve devam eden bu işi organize etti. Şimdi bu hareket de toplum tarafından benimsenmiş ve halka mal olmuştur. Birbirinden habersiz ama herkes bir şeyler yapıyor.
Önemli olan bu fikrin millet tarafından benimsenmiş olmasıdır; eğer faydalı bulunmasaydı, güvenilmeseydi, yararlı olacağına inanılmasaydı benimsenmezdi ve bu gönüllüler hareketi de olmazdı. O zaman 'örneği kendinden' de olmazdı. Örneği kendinden olmayan hareketler de zaten çok fazla devam edemezler...

Kültürümüzde tarikatın yeri vardır

"Yasaklanmış olsa da, bugün hiç kimse tarikatçılık yapmasa bile, tarikatı inkâr etmeye kalkmak, kendimize ait bir değeri inkâr etmek demektir. Ama bu hareket bir tarikat değil..."


<ı>Fethullah Gülen'le 11 gün - 13 / MEHMET GÜNDEM

<ı>İslamî hareketlerle bu hareketin temel farklılığı nedir?
Dünyada ve Türkiye'deki İslamî hareketlerin hepsinin aynı çizgide mütalaa edilmesi doğru olmaz. Bunlardan bazıları felsefî hareketlerdir; bazıları tamamen aksiyonu öne çıkarırlar; bazıları da ilk kaynaklara dayanarak İslamı yeniden çağın idrakine göre sunma hareketleridir.

<ı>İsimlendirebilir miyiz?
Hindistan, Pakistan tarafındaki hareketlerde, mesela, Şibli gibi, Nedvi gibi kimseler insanları yönlendirme mevzuunda ilk kaynakların saffetini daha güçlü görürler ve ona göre hareket etmenin daha isabetli olacağını düşünürler. Şazelilik tarafı da olan Hasan el-Benna'ın Mısır'da başlattığı İhvan hareketi vardır; kendi risalelerinden takip edildiği zaman iman üzerinde hassasiyetle durduğu görülür; bu yönüyle Türkiye'deki harekete benzer tarafları görülebilir, fakat halefleri diyebileceğimiz kimseler meseleyi biraz siyasetin içine çekmişlerdir.
Din siyasete hadim (hizmetçi) hale getirilince insanların dini hisleriyle oynanmış gibi olmuştur; dolayısıyla hem dine karşı saygısızlık yapılmış, hem de o hareket akim (sonuçsuz) kalmıştır. Mesela, Sudan'da eskiden Mehdi hareketi vardı; Şimdi de Turabi'nin hareketi var. Türabi hareketi, İngilizler tarafından bitirilmiş olan Mehdi hareketinin belki, evolusyon geçirerek, adeta değişikliğe uğrayarak temsil edilen hali gibi de görülebilir. Mevdudi'nin Cemaat-ı İslamiye'si de, İhvan-ı Müslimin de zamanla farklı kalıplara girmiştir ve arkadan gelenlerin hareketlerinde biraz radikalizm sezilebilir. Sebepleri tahlil edilmelidir.

<ı>Bu konuda bir tahliliniz var mı?
Bildiğiniz gibi onların istiklallerine kavuşmaları bizden çok sonra olmuştur, hatta bu konuda Türkiye'nin onlara örnek olduğu söylenebilir. Esaret altında insanlar olarak, Batı'nın tahakküm, tasallut ve zulümleri karşısında onların hakkında gelme mülahazalarına kapılmışlardır. Bunun da ancak devletle olabileceği düşüncesi ve dolayısıyla da devleti ele geçirme gibi mülahazalar, onlarda uyanan ilk refleksler ve ilk tepkiler olmuştur.
Burada sadet harici bir şey arz edeyim: Tepki hareketleri ne kadar güçlü olursa olsun, denge korunamadığı için maksada ulaşma mevzuunda faydalı olmaz, aksine zararlı olurlar, ifratlara (aşırılıklara) düşülür; o da karşı tarafta tepki doğurur. Neticede şiddet, karşı şiddete sebebiyet verir. Esas olan müspet (olumlu) harekettir; yani bir şey özü itibarıyla ne ise işte onu anlatmak, tepkilere ve reaksiyonlara kapılarak aşırılıklara girmemektir.

<ı>Sizin ölçünüz nedir?
O müessese daha organize olmadığı dönemlerde, Beyazıd-i Bistami, Cüneydi Bağdadi, Fudaylb. Iyaz ve İbrahim Ethem gibi saf ve duru insanların elindeydi. Sistemi kabul etmekle beraber tarikat kurmayan Gazali'nin elindeydi. İmam Rabbani gibi, sistemi elinde tutan insanların bir usulü vardı. Mesela orada şeyhler vardır, talip olma vardır. Talibin eğer durumu beğenilirse mürid olma vardır; mürid, isteyen demektir.
Eğer kabul edilirse mürşide intisap meselesi vardır. "Örnekleri kendinden hareket" te ne intisap vardır, ne de müritlik. Başta ben, zamanında çok gezmiş birisi olarak, Türkiye'de eğitim faaliyetlerine omuz veren, okul açan gönüllülerin binde birini ya tanırım ya tanımam. Zannediyorum, kanunlarla yasak edilen bir şeye bu hareketi nispet ederek, insanları soğutmak, ondan uzaklaştırmak istiyorlar. Bu konu, uzmanları tarafından, tarikat nedir, tasavvuf nedir, bu hareket onlara benziyor mu, benzemiyor mu diye uzun uzun tahlil edilebilir. Bu konuda ezbere konuşuluyor diyorum, çünkü, bir taraftan tarikat diyorlar, diğer taraftan da kaynak itibariyle Bediüzzaman'a bağlıyorlar. Eğer ona bağlıyorlarsa zaten tarikat dememeleri lazım; çünkü belki yüz yerde "bu tarikat değil, hakikattir" diyor.

<ı>Nasıl ezbere konuşuyorlar?
Tarikatın kendine göre bir usulü vardır. Bülent Bey'in de (Ecevit) ifade ettiği gibi, bizim kültürümüzde tarikatın kendine göre bir yeri ve önemi de vardır. Yasaklanmış olsa da, bugün kimse tarikatçılık yapmasa bile, tarikatı inkâr etmeye kalkmak, kendimize ait bir değeri inkâr olur. Bu konuda suiistimaller yaşanmış olabilir; ama -en hayati müesseseler dahil- suiistimal edilmemiş bir kurum göstermek mümkün müdür Türkiye'de?

<ı>Bu irtibatta haklılar mı?
Bediüzzaman kendi talebelerine yazdığı mektuplarda yer yer başkalarının o meseleyi değerlendireceğine bakmayarak nurcular demiş yani ci-yi, cu-yu kullanmış. Ben öteden beri değişik platformlarda nurcu, fethullahcı gibi eklerden rahatsızlık duyduğumu, bölücü bulduğumu ifade etmişimdir. Bediüzzaman da o ifadeleri kullanırken benim hazzetmediğim manada kullanmıyor aslında.
Çünkü, "Evet biz bir cemaatız, fakat her asırda 350 milyon etbaı bulunan -şimdi olsa 1.5 milyar derdi- bir cemaatın fertleriyiz, Kur'an-ı Kerim bizim rehberimizdir; Efendimiz terbiyecimizdir" diyor. Onun cemaattan kastettiği Kâbe'ye yönelerek namaz kılan tüm Müslümanlardır. Bazı hususi talebelerine yasdığı mektuplarda, Nurları okumalarından dolayı onlara nurcu demişse de bence Bediüzzaman'da esas olan "ci, cu" meselesi değildir.

<ı>Peki nedir esas olan nedir?
İman adına yazdığı eserlerde ve Türkiye'de belli ölçüde şartların aleyhte işlediği bir dönemde, en azından bazı memurların keyfi bir kısım tasarruflarda bulunduğu bir devirde, kimseye ilişmeden, meseleyi rahatlıkla götürme adına ortaya koyduğu düsturların önemidir. Talebelerine mektuplar yazarak onları irşat etmiş, yapmak istediği şeyin iman kurtarmak olduğunu, tarikat olmadığını anlatmış; İmam Rabbani'ye göndermeler yaparak, "Bir tek iman meselesinin vüzuh ve inkişafı (açıklık kazanıp gelişmesi) binlerce ezvak (manevi zevkler) ve keramata (kerametler), yani, tasavvufta aranan meselelere müreccahtır (tercih edilir) demiş."

<ı>Önemli gördüğünüz o esaslarda irtibatınız var mı?
Bir insan, bir zattan iman hakikatleri, hareketlerini belirleme, insani değerleri öne çıkarma adına istifade etmişse eğer, onları söylememesi kadir nâşinaslık olur, saygısızlık olur. Şimdi her yönüyle iştirak etmesem de, gençliğimde Nurettin Topçu'nun, Necip Fazıl'ın bütün eserlerini zevkle okumuşumdur. Çok erken dönemde Mehmet Akif'i zevkle okumuşumdur. Eğitimim itibariyle, eski sistemde Arapça ders veren insanların rahlesinde yetişmişimdir ama Filibeli Ahmet Hilmi'yi, Şemsettin Günaltay'ı, Tanpınar'ı da okumuş ve bunlardan istifade etmişimdir. Şimdi ben bunları, kabul etmesem, hafife alsam ciddi saygısızlık olur. Ama benim fikirlerim üzerinde çok önemli tesiri olan bir zattır Bediüzzaman.
Allame Hamdi Yazır'ın fikirlerinden çok istifade etmişimdir, takdirle yâd ederim, Mustafa Sabri'yi takdirle yâd ederim. Bunları ben her zaman, üstatlarım, hocalarım diye takdirle yad ediyorum.

Türkiye'ye ya da sizin hareketinize dönersek...
<ı>Türkiye'de "örnekleri kendinden" dediğimiz hareketten bahsederken bazıları tarikat diyorlar. Bağışlarsanız onların ezbere konuştuklarını söyleyeceğim. Malum olduğu üzere tarikatlar yasaklanmıştır. Bugün belki az sayıda insan eskiden gelen o kültürü kendi çevresinde temsil etmeye, devam ettirmeye, aile çevresiyle ve sempati duyanlarla yaşamaya çalışmaktadır.

İzlenim

Tsunami haberinde gözleri doldu
TÜRKİYE ile Amerika arasında 7 saatlik bir fark var. Türkiye, Amerika'dan 7 saat önde. Fethullah Gülen, Türkiye'de akşam 19.00'da yayımlanan STV'nin ana haber bültenini Amerika'da öğlen 12.00'de izliyor. Haberleri izlerken zaman zaman yorumlar yapıyor. Tsunami felaketininin haberini izlerken yüzünün rengi değişti, gözleri doldu. Bir süre sessiz kaldı ve ardından "Çok sarsıldım" dedi... Gülen, daha sonra bir ansiklopedi istedi ve o bölgeyle ilgili bazı bilgileri okudu. Sri Lanka'nın, Endonezya'nın nüfusuna, toplumsal yapısına baktı... Gülen, "Bu felaketin boyutları çok büyük olabilir" dedi.

Önemli olan hakiki mümin olmak
<ı>Bu hareketin sosyolojik, kültürel ve dini olmak üzere üç boyutu gözüküyor. Bu açılardan hareketin idealleri nedir?
Dünya problemi insanla tanımış, Hz. Adem'de zelle (sürçme - hata) olarak gelen problem, çocuklarında açıktan açığa kendisini göstermiştir. Problemlerin insanda çözüleceği ana kadar da yeryüzünde katlana katlana büyümeye devam edecektir. Buna kültürel boyut da denilebilir.
Bir de, günümüzde artık hükümetlerden ve idarelerden ziyade, toplumun meselelere geniş tabanlı olarak sahip çıkması ve kendisi için yararlı olan şeyleri benimsemesi, kalıcı olmak adına daha fazla şey vaat ediyor. Mesele, lokal olarak ele alınırsa dâhiyane tedbirlerle bile götürülse kalıcı olmaz. Önemli olan toplumun bir kültür ve ahlak olarak onu benimsemiş olmasıdır. O istikamete doğru bir gidiş var. Semeresini verdiği zaman, bugün sebeplerini bilmediğimiz şekilde karşı çıkanların muhalefeti o zaman -tamamen bitmese de- azalacaktır. Milletimiz insaflıdır. İnsafsız gibi davrananların da - 'gibi' diyorum ve bazıları bu saygılı tavrımdan, herkesi kendi konumunda kabul edişimden de rahatsızlar- zamanla azalacağına, milletimiz için faydalı olan bu meselede daha rahat hareket edilebileceğine inanıyorum.
Dini boyutuna gelince, din, özellikle İslam - fıtrîdir, fıtrat onunla desteklendiği zaman toplum, başka hiçbir şeyden elde edemeyeceği ölçüde bir güç kazanacaktır. Dinin esası olan iman, başlı başına bir güç aynağıdır; imanın kuvvetine göre her şeye karşı koyulabilir, her türlü zorluğa katlanılabilir. Bunun yanında ille benim inancım, benim felsefem, benim anlayışım denilirse, anlatma mevzuunda üslup iyi ayarlanamazsa, o zaman din kavga vesilesi de olabilir; insanlar tarafından bazı garazlara alet edilebilir. Önemli olan hakiki mümin olmaktır ve hakiki müminin de iki türlü yaşaması mümkün değildir. Yunus Emre'nin ifadesiyle; küpün içinde ne varsa, dışarıya sızan odur. Eğer sızan şey gerçek din ise o da başkaları üzerinde müessir olur.

Hareketin bağımsız olması çok önemli

"Bu hareketi başkalarına el açar hale getirmek, mesela, siyasete bulaştırmak onun bağımsızlığına kerte vuran, onu delen ve kıran bir husus olur ki, bu çok tehlikelidir. Bağımsızlık çok önemlidir..."


<ı>Fethullah Gülen'le 11 gün - 14 / MEHMET GÜNDEM

<ı>Bu çapta bir hareketin, bağımsız kalması, siyasete ya da başka şeylere kaymaması normal şartlarda çok zor bir şey. Bu zorluğu nasıl izah edersiniz?
Allah nezdinde en büyük sermayemiz, aczimizi, fakrımızı (Allah'a ihtiyacımızı) bilmemiz, yetersizliğimizin farkında olmamız ve bu mülahazalarla ellerimizi açıp bizi takviye etmesi için dua etmemizdir. Ortaya konan hizmetleri, ilhamla, kerametle, fevkaladeden bir sezgi veya deha ile açıklamak mümkün değildir.
Bizler eksiklerimizin, zaaflarımızın, yetersizliğimizin, hatta yer yer tutarsızlığımızın farkındayız; olan şeyleri kendimizden bilemeyiz, aklımıza veremeyiz; zira Türkiye'de bizden çok daha akıllı insanlar vardır.

İman meselesi
Aleyhinde her gün yeni yeni komplo teorileri üretilen bir hareket olmasına rağmen, halkımızın bu hizmetlere destek verme hususundaki kuvve-i maneviyesinin sarsılmamasına ve bu yolda yürümeye devam edişine bakınca, "Bu netice bizim düşüncelerimize ve gayretlerimize verilemez; demek ki Cenab-ı Hak, milletimize hizmet ettirme istikametinde bizleri -çok defa biz farkına varmadan- bir yerlere çekiyor, bize iyi şeyler yaptırıyor" diyoruz ve O'na karşı minnet hisleriyle doluyoruz.
Bağımsızlık meselesine gelince, - yine Cenab-ı Hakk'a minnet ve şükranlarımızı ifade ederek arz etmeliyim ki- bu gönüllüler hareketiyle alakalı araştırma yapan yerli ve yabancı akademisyenlerin de en çok üzerinde durduğu husus, hareketin bağımsızlığıydı. Bir hareketin bağımsız olması çok önemlidir.
Bu hareketi başkalarına el açar hale getirmek, mesela, siyasete bulaştırmak onun bağımsızlığına kerte vuran, onu delen ve kıran bir husus olur ki, bu çok tehlikelidir.
Eğer bu mesele bir iman meselesiyse, Türk milletinin birkaç bin yıllık, -çok iyi bir açılma dönemi yaşanmış olması bakımından bin yıllık kültürünü tanıtma adına, ancak gönüllü kahramanların yapabileceği bir meseleyse, Türk dilini bir dünya dili haline getirme meselesiyse şayet, ilerde idareye ve siyasete talip olma, bağımlı hale gelme gibi şeyler bu meseleyi kırar, çürütür. Meselenin özü budur; ama arkadaşlarımızın bu konuda yaptığı bazı şeyler, başvurdukları argümanlar belki de ilk anda anlaşılmayabilir.

<ı>Örneklendirir misiniz? Anlaşılmayan nedir?
Mesela, "Gidiliyor da ne oluyor, bir şey anlatılamıyor, İngilizce dersler veriliyor" gibi şeyler söylüyorlar. Eğer gittiğiniz ülkenin eğitim müfredat programı ne ise onu uygulamazsanız, sizin yapacağınız şeylere müsaade ederler mi? Türkçe derslerini bazı yerlerde seçmeli olarak, bazı yerlerde de mecburi ders olarak koymanıza izin verirler mi? Diyalog ve hoşgörü diyoruz -o da sorgulanıyor gerçi ama- eğer, siz onlara doğru bir adım atmazsanız, başkalarının konumuna saygılı olmazsanız, onlarla bazı şeyleri paylaşabilecek olgunlukta davranmazsanız, onlar da size yaklaşmazlar.

Uçurumlar suni
Bunlar kendimize ait değerleri anlatma adına işi kolaylaştıracak şeylerdir; aksi takdirde, meselenin organize yönü size ait olsa bile, siz davranışlarınızdaki katılığı sürdürürseniz başkalarına bir şey anlatmanız mümkün olmaz. Belli bir dönemden sonra bir şey anlatamamış olmamız da zaten aramızda meydana getirilen suni uçurumlardan dolayıdır; yan yana gelememişiz ki, kendimizi anlatma fırsatı bulalım.
Bugün yapılanları bazıları yadırgıyor olsa da, bütün bunlar o yüce mefkure adına, kendimizi ifade etme, dünyadaki yeni oluşumlara katkı da bulunma ve daha ileriye matuf (yönelik) Huntington gibilerin işaret ettiği hercü-mercin (katliamların) önünü alma adına elimizden gelen çabayı sarf etmek için yapılıyor.

İzlenim

Fotoğraflar...
Bu röportajda ilginç fotoğraf kareleri ortaya çıktı. İçeride, çalışırken, kitap okurken, konuşurken, dinlenirken... Dışarıda, arabaya binerken, arabanın içinde, göz doktorunda, göz muayenesinde, dişçi koltuğunda...Yağmurlu havada yürürken, karlı birgünde kaldığı evin kapısında konuşurken, misafirleri giderken onlara camdan el sallarken... Dizinin anonslarında yayımlanan, uzun ince bir yolda birlikte yürüdüğümüz fotoğraf, diş doktorundan dönerken çekildi. Arabayı Cevdet Bey kullanıyordu. Ona dedim ki, "Şurada bir yolvar, idealim Gülen'i o yolda tek başına yürürken görüntülemek." Cevdet Beyo yolun tam ortasında durdu. Gülen,"Ne oldu?" dedi. Söz bana düştü ve "Rica etsem, bu yolda birlikte birkaç adım yürüsek." "Peki" dedi. İndik veyürümeye başladık. Hava soğuk ve hafif hafif yağmur bırakıyordu. Gölge doktoru 'olmadı' der gibi bakıyordu bize. Bir şemsiye Gülen'in üstünde belirdi. Ve bu dizide benim favori karelerim ortaya çıktı. Uzun ince bir yolda tek başına yürüyen Gülen fotoğrafı...

Günaltay'dan alıntı mı?
<ı>Eski bir makalenizde Şemsettin Günaltay'dan yapılmış bir alıntı medyada çeşitli şekillerde tartışıldı...
Değişik zamanlarda farklı kimselerden istifade ettiğimi söylemiştim. Günaltay, Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Mehmet Akif gibi, yine mesela, İsmail Safa'nın Kuran'la alakalı şiirini ve Peyami Safa'nın eserlerini zevkle okumuşumdur. Okuduğum kişilerde tasvip edeceğim şeyler de vardır, etmeyeceğim şeyler de... Bunların da birbirleriyle ilgili tenkitleri olmuştur. Mesela, Merhum Topçu, yine saygıyla karşıladığımız Necip Fazıl tarafından Rapor'larda çok ağır bir şekilde tenkit edilmiştir.
Ben olumsuzluklara takılmaktansa, her ikisini de sevmeyi tercih ettim. Mesela Mehmet Akif, nurlardan daha evvel ufku, samimiyeti, endişeleri, eğitim ve ilim sistemi adına ortaya koyduğu çerçeveyle, düşünce hayatıma tesir eden bir insandır.
Şemsettin Günaltay da öyledir. Bir dönem başbakanlık yapmış, Ankara İlahiyat Fakültesi onun zamanında açılmış, maalesef 163. maddenin çıkışında da sanki ondan cevaz alınmış gibidir. Dolayısıyla onda da tasvip edeceğimiz şeyler olduğu gibi, etmeyeceğimiz şeyler de vardır. Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus var.

<ı>Nedir?
Çok meşgul olduğunuz insanlar bir yönüyle sizin zihin muhassalanız (birikim) haline gelir. Siz farkında olmadan onlardaki mazmunu (anlam, nükteli ve sanatlı söz) kendi üslubunuzla sunarsınız, bazen hiç farkında olmadan şiirdeki tevarüdler gibi olur, belki de aynı şeyleri söylersiniz. Bazen de bir üslup diyorsunuz, kime ait olduğunu hatırlamıyorsunuz ya da falanın üslubuyla bu mesele şöyledir, diyorsunuz.
Ben farkında olmadan bir şey söylüyorum, daha sonra bu 'Tereddütler' serisinde yahut 'Prizma'da çıkıyor; oradan okuduğum zaman fark ediyorum, kafam nurlardaki mazmun ve disiplinlerle öylesine yoğrulmuş ki, oradaki mazmunu aynıyla vermiş oluyorum. Mehmet Akif'in şiirinde geçen mazmunlar, mantuklar, mefhumlar (kavram) o kadar çok nesir olarak tecelli etmiştir ki, şimdi yazılan şeyleri bundan sonra araştırmaya kalksam birçok şey çıkar.

Balzac'tan akılda kalanlar
<ı>Bunu benim anlayacağım bir cevaba dönüştürseniz, örneklendirseniz?
Mesela, Mecelle'deki "Zaruret miktarı mahzurlu şeyler mubah olur.." kuralını düşünün, ben kuralı aynen almamışımdır ama, "İnsanlar bazı şeylere muzdar olurlar, kendileri veya çocuklarıyla alakalı hayati tehlike olur, dolayısıyla bu tür durumlar bizim zararlı saydığımız bazı mahzurlu şeyleri mubah kılabilir" demişimdir. Ben o kuralı aynıyla ifade etmemiş olsam da, söylediklerim o kurala bağlı şeylerdir. Yani bunun gibi sözlerimize, satırlarımıza girmiş mantuklar, mefhumlar olabilir.
Bu şekilde -sadece takdir ettiğim kimselerin değil- mesela, bütün eserlerini okuduğum halde takdir etmediğim Sartre gibi Camus gibi kişilerden de, romantizmini beğenmediğim halde okuduğum Balzac'ın Vadideki Zambak'ından da aklımda kalan bazı şeyler olmuştur.

Yazılarımda ismim yoktu
Diğer taraftan, zihinlerde şüphe uyarmak için serrişte edilen yazıyı, 1984 senesinde bir arkadaşa dikte ettirerek yazdığımı ifade etmeliyim. O dönemde yazdığım yazılara ismimi koydurmuyordum; Sızıntı dergisindeki diğer yazar arkadaşlar da, kaleme alınanlarda bir güzellik varsa onun kendilerine mal edilmesini istemiyor, bir mahviyet duygusuyla müstear isimle ya da isimsiz yazıyorlardı.
Derginin o sayısı ve sonrakilere de bakılınca görülecektir, herhangi bir isim yoktur baş yazıların altında. Çünkü, bizim derdimiz, o yazdı, sen, ben yazdık, değildi; güzel bir düşünce, faydalı bir fikir varsa milletimiz bundan istifade etsin diyor ve hoşumuza giden şeyleri herkesle paylaşma isteğiyle neşrediyorduk. Ayrıca, kitapları basan yayınevi de bu konuda bir açıklama yapmış, tebyiz (yazı taslağını temize çekme) esnasında müstensihin "ifadenin Günaltaycasıyla" kısmını hata en atladığını belirtmişti.
Bir insan, bütün bu hususları görmezlikten gelerek yakışıksız ithamlarda bulunursa insafsızlık yapmış olur kanaati acizanemce.

'Benim gibi birine ayda 500 dolar yeter'

Hastalığından dolayı günü çoğu zaman çorba ve yoğurtla geçirdiğini belirten Gülen, masraflarını kitaplarının teliflerinden karşıladığını söylüyor


<ı>Fethullah Gülen'le 11 gün - 15 / MEHMET GÜNDEM

<ı>Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Çok defa, "Allah'ım bana ve kardeşlerime dünyada servet verme" diye dua ettim, Rabbim de bu duamı kabul buyurdu. Tabii ki, biz de ağaç kovuğundan çıkmadık, Cenab-ı Hakkı'nın lütfettiği şeyler vardı; kardeşlerimin, babadan kalma 55 - 60 senelik matbaacılıkları vardı; fakat şimdi bir yerde işçi olarak çalışıyorlar. Araplar, onlar gibi olanların halini ifade için "Devenin kuyruğu ne uzar ne de kısalır"derler.
Bu durumlarından müteessir değilim, Allah'a hamd ediyorum; onlara, 'Çocuklarınızla birlikte böyle yaşayın ve böyle ölün. Bu haliniz hizmetin itibarıdır' diyorum.

<ı>Neden böyle bir duaya ihtiyaç duydunuz?
Allah'ın bir lütfudur ki, insanlar bize güveniyorlar, şuraya verin, buraya verin deyince itimat edip veriyorlar. Az bir sızıntı olsa, bir yere biraz fazla gitse bu güven sarsılır.
Bakın, bu konuyu serrişte edenler olduğu için açmak mecburiyetinde kalıyorum; yoksa söylemek istemezdim bunları: Benim 55 yaşına kadar yatağım olmadı. Üzerime bir battaniye alır, hasırın üstünde yatardım, hayatımı böyle fakirane geçirdim; ama artık nöropatiden dolayı öyle yapamıyorum. Sadece sağ yanıma yatabiliyorum, sol tarafa ve sırtüstü yattığım zaman kalbim sıkıştırıyor. Durumum böyle olunca da arkadaşlar bir yatak aldılar.

<ı>Merak edilen konulardan birisi de, böyle fakirane yaşayan bir insan ABD gibi pahalı bir ülkede nasıl yaşayabiliyor?
Bu konu farklı maksatlarla ortaya atıldığı için, sizi tenzih ederek, hazımsızlık yapanlara söyleyeyim: Benim hakkımda böyle diyenlerden hiç birisi için ben böyle bir soru sormadım. Benim gibi, şeker hastası, günde 1200 kalori alan, ağır şeyler yiyemeyen, yemek ihtiyacını çok defa yoğurt ve çorbayla karşılayan bekâr bir insan, ABD'de de olsa 500 lirayla (dolar yerine lira diyor) geçinir. Bu tür şüpheler uyararak karalamak isteyenlerin tavrını fevkalade yakışıksız ve münasebetsiz buluyorum.

Telif ücretleri var
Sorunuzun cevabına gelince, arkadaşlar ben istemediğim halde, "Kanunen size ödenmesi gereken telif ücretleri var, 200, 300 her neyse birikti, onları ödememiz lazım" dediler. Ben ihtiyacımın olmadığını söyledim ama onlar yatırıyorlar, ben de ihtiyacım olduğu zaman çek yazıyorum. Örnek olması bakımından söyleyeyim, Arapça öğretimiyle alakalı 4 cildi benim tarafımdan 1 cildi de yine benim nezaretimde arkadaşlar tarafından hazırlanan 5 ciltlik bir kitap yayımlandı ve çok sattı. Zannediyorum sadece onun telif ücreti gelseydi, burada bana yeterdi.
Ayrıca, arkadaşların vaazlardan ve sohbetlerden derleyerek kitaplaştırdıkları 50 kadar çalışma var, şu anda sadece tashih için masamda bekleyen 5 - 6 kitap var. Bunları almaya değer mi, değmez mi onu taktir edecek olan toplumumuzdur; onlar takdir ediyorlar ve alıyorlar. Bir de bilindiği gibi son zamanlarda Kırık Testi üç cilt halinde basıldı, neredeyse bir milyon adet satıldığını arkadaşlardan duydum. Ortaya bu tür kuşkular atanlar keşke yayıncılara gidip, "Ne kadar telif ödüyorsunuz?" diye sorsalardı.

İhtiyaç kadar alıyorum
Bunları hiç söylemek istemezdim. Çünkü, isterdim ki, imkânım olsaydı da, o telif ücretlerini de yemeseydim. Buradaki ikametim için arkadaşlar gönderiyorlar ben de kerhen kabul ediyor ve ancak zaruri ihtiyaç çerçevesinde kullanıyorum. Zaten burada başka türlü durmam mümkün değil ve böyle bir telif ücretini alma mevzuunda da kimsenin bana bir şey demeye hakkı yoktur.
Soruldu, açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar, - rahatsızlıklarım da olduğu için - ihtiyaten bir miktar bankada bulunduruyorlar; her sene için de 30 bin gönderiyorlar. Az önce dediğim gibi, zaruri ihtiyaçlarımı gideriyor, geri kalanını da millete tavsiye ettiğim üzere eğitim hizmetlerine bağışlıyorum. Bana gönderilmeyen ve birikmiş olan teliflerin de Allah rızası için bazı yerlere ve muhtaç kimselere verilmesini söylüyorum. Allah'ın huzuruna girerken arkada beş on kuruş bile olsa bir şey bırakmak istemem.

İzlenim

Gülen'in ütopyası
Fethullah Gülen'in ütopyası nedir biliyor musunuz? Gülen, Türkiye'yi dünyanın bir parçası olarak görmüyor. Peki nasıl görüyor Türkiye'yi? Türkiye'yi merkezi bir yere koyuyor. Bu bence şöyle ifade edilebilir: Gülen, dünyayı Türkiye'nin bir parçası gibi görüyor. Nereden hükmediyorum buna derseniz; Gülen'in tavrından, söyleminden ve kavramlara yüklediği derin anlamlardan çıkarıyorum. O, Türk milletini, Türk tarihini, tarihi birikimini, Türk Müslümanlığını çok önemsiyor. Benim baktığım yerden görülenin açılımı: bu toplum adam olmaz. Gülen'in baktığı yerden görülen ise, bence bir ütopya; geleceğin mimarı Türkler...

Dünyanın hali pek şirin görünmüyor
<ı>Huntington'ın 'medeniyetler çatışması' tezinin gerçekleşeceğine ihtimal veriyor musunuz?
Huntington'ın tezine kaynak teşkil eden fikirler aslında daha evvel başkaları tarafından da dile getirilmişti; fakat günümüzün anlayış ve idrakine göre, farklı bir üslupla yeniden ortaya konulunca, dedim ki, "Başlangıçta böyle geniş bir kehanette bulunduklarına göre, muhtemelen, medeniyetleri, kültürleri ve değişik diyanet mensuplarını birbiriyle vuruşturmak için zemin hazırlayanlar var."
Benim aklıma ilk gelen bu oldu; tabii ki. Belki de başaramayacaklar ama biz bunların olabileceğini ve oldurmak isteyenlerin mevcudiyetini hesaba katarak dünyanın değişik yerlerinde "sulh adaları" diyebileceğimiz beyaz adalar oluşturmazsak, bir gün denizlerdeki dev dalgaların telâtumu (çarpışması) gibi o hadiselerin telâtumu arasında insanlık boğulur gider.

Sulh adaları kuralım
<ı>Bu hareketin ufkunda ne var?
Dünya kavgasından herkesin belli bir ölçüde endişesi var. Konuya sosyologların, psikososyologların gözüyle bakınca durum pek iyi gözükmüyor. Sürekli bazı mülahazaları kaşıyanlar, insanları karşı karşıya getirmek isteyenler var; farklı dinde, diyanette olanlar da birbirlerine aynı mülahazalarla bakmaya devam ederse - muhakkak demeyelim ama - böyle bir kavga muhtemel görünüyor. İnsan olarak, bu meseleye bir çare bulmak lazım.
Kavga vesilelerini elimizden geldiğince toprağa gömecek, üzerine altından kalkamayacağı şekilde ağır taşlar koyacak, daha ziyade sulha, sükûna, huzura giden mülahazaları öne çıkaracak, anlaşma ve uzlaşma yollarını açacak çare bulmak lazım.

<ı>Dini açıdan bakınca görülen ne?
Hadis kitaplarında "kitabu-l fiten" başlığı altında ele alınan bahisler vardır. Bu bölümlerde, Efendimiz'in kıyamete kadar zuhur edecek hadiseler hakkında vermiş olduğu haberler yer alır. Bu tür haberlerle Efendimiz başta o günün insanlarını, sonra da bizleri irşad etmiş.
Mesela, İstanbul'un fethini söylemiş, Hallikan petrollerinden haber vermiş, Fırat ve Dicle civarından bahsederken altından bir dağ çıkacağını söylemiş, belki de 'altın' sözüyle o bölgedeki petrollere işaret etmiş. Bunları haber verdiği gibi aynı şekilde bir takım korkunç fitnelerin de zuhur edeceğini bildirmiş. Mesela, Hıristiyanlığın içinden zuhur edecek büyük bir deccalden bahsetmiş; 'Mesihi Deccal' ifadesiyle anılan bu şahsın Allah'a inanmayan, sistemleri altüst eden ve işasıyla da nelere sebebiyet vereceğine işaret etmiş.
Müslümanların içinden çıkıp, insanları Karmatiliğe, Batıniliğin değişik türlerine sürükleyenleri de deccaliyetin içinde düşünenler olmuş, aynı zamanda kuzeyden geleceğine dair işaretler olduğu için son dönem itibariyle deccaliyetin komünizme işaret ettiğini düşünenler de olmuş. O zaman haber verilenlerin pek çoğu zuhur etmiş, diğerleri de zuhur edecek gibi görünüyor. Bu zaviyeden bakınca da dünyanın akıbeti pek şirin görünmüyor.

<ı>Peygamberin verdiği haberlere iman edenler bu hadiseler karşısında ümitsizliğe düşmeyecekler mi?
Bu haberler tedbirler geliştirmeleri için müminlere ihbar ediliyor; yoksa ümitsizliğe düşsünler, oturup dünyanın başına geçirilecek belaları beklesinler diye değil. Siz müminler emniyetin, güvenin ve sulhün temsilcileri olarak, vazifenizi yapın deniliyor.
Yine mesela, Efendimiz buyurmuş ki, "Taberiye gölünü kurutacaklar da arkadan gelenler, 'eskiden burada su varmış' diyecek." Burada Efendimiz istiare-i temsiliye yoluyla bir şey ifade etmiş; belagat ilminde uzman olanlar onun bu ifadelerini yerinde değerlendirerek işaret buyurmuş olduğu hususları tespit edeceklerdir. İlahiyat eğitimi almış insanlar hadiseleri değerlendirirken, sosyologların meseleye bakışının yanında bir de dini kaynaklarda yer alan bilgileri değerlendirdikleri için endişeleri daha fazla olur. Bunun için de fitneleri önlemeyi, herc-ü merc dalgaları karşısında bir dalgakıran oluşturmayı vazife bilirler.
Türk insanının dünyanın değişik yerlerinde açtığı kültür lokallerini, okulları, üniversiteleri ben bir yönüyle geleceğin sulh adacıkları, bir yönüyle de bu tür hadiselere karşı dalgakıranlar olarak görüyorum.

<ı>Hareketin çabaları öngördüğünüz o dalgaları kırmaya yeter mi?
Anadolu insanları olarak bizim gücümüz, imkânlarımız ve idrakimiz bu kadarına yetiyor. Belki daha geniş ufuklu kişiler de vardır ve onlar daha büyük şeyleri planlayabilirler; eğer böyle insanlar varsa ve daha büyük şeyler yapmaya muktedirseler çıksınlar ve yapsınlar. Anadolu insanının aklı bu kadarına eriyor; bu millet aklının erdiği kadarını da yapıyor ve ben de onların yaptıklarını takdirle karşılıyorum.

'İrticacı diyerek halka öcü gibi gösteriyorlar'

"Türkiye'de vehimle oturup kalkan bir kesim var" diyen Gülen, irtica kelimesini, çocuk korkutmak için söylenenlere benzetiyor. Gülen'e göre, Türkiye'nin tüm dünyada gönüllü lobiler edinmesi şart


<ı>Fethullah Gülen'le 11 gün - 16 / MEHMET GÜNDEM

<ı>Türkiye'de böyle bir hareketin varlığı iki şekilde değerlendiriliyor. Gurur duyup nimet olarak görenler ve her açıdan tehlikeli bulanlar. Tehlikeli görenler şöyle diyor: "Her şey çok iyi, son derece medeni, demokrasi içerisinde gözüküyor ama son tahlilde hedef İslam Cumhuriyeti...
Merhum Aydın Bolak Bey bu hareketi karakteristik olarak Milli Mücadele Hareketi'ne benzetiyordu. Vakıa bugün, Türkiye'de milli mücadele vermeyi gerektirecek bir durum yok, fakat, temelde bu hareketi temsil eden, hareketin içinde bulunanlar açısından meseleye bakılacak olursa bir sürü gönüllü insan var ve bunlar, sadece Türkiye için değil - çünkü Milli Mücadele günlerinde ancak Türkiye için mücadele verme imkânına sahiptik - bütün insanlık için hakikaten bir şeyler yapmak istiyorlar.

Kültürümüzü tanıtalım
Burada Aydın Bey'in benzetmesine hürmeten sadet dışı bir şey arz edeyim: Zaten "İlk hedefiniz Akdeniz'dir" sözünün, neden ısrarla "Son hedefiniz Akdeniz'dir" şeklinde algılandığını bilemiyorum; halbuki bu söz, ilim - irfanla aydınlatma, kendi kültürümüzü tanıtma ve milletçe kazanımlarımızı paylaşma adına "Sonra bütün dünya" esprisiyle de anlaşılmaya müsaittir.
Siyasi ve coğrafi sınırları zorlama katiyen amaç olmamalı, başka milletlerin topraklarına göz dikme gibi bir niyet asla bulundurmamalı ama kültürümüzü dünyaya tanıtma ve faydalı yanlarımızı başka milletlerle de paylaşma büyük millet olmanın gereğidir.

Bir kesim sürekli rahatsız
<ı>Kuşku duyanlara gelirsek...
Ülkemizdeki marjinal bir kesim, vehimleriyle (yersiz kuşku) oturup - kalkıyor, meseleye vehimle yaklaşıyor. Bu durumları başta kendilerini sürekli rahatsız eder, yarın ne olacak diye uykularını kaçırır. Halbuki hiçbir şey olmayacak; yarın çarşamba, sonra perşembe, sonra da cuma gelecek, değişen hiçbir şey olmayacak.
Muhtemellere hüküm bina edenler, hem kendileri acıklı bir azap çekerler, hem de bir ihtimale binaen deyip hayırlı hizmetlere engeller olurlarsa, Türk toplumunun ve dünyanın geleceğine zarar verirler. Bu gönüllü insanların dünyaya söyleyeceği güzel şeyler vardır; onlara yazık olur. Sonra başkaları da diyebilir ki; siz yapılan işleri biraz Türk milleti mülahazasıyla ve din orijinli gördüğünüz için, "Pan -Türkizm, 'Pan - İslamizm' ya da 'din cumhuriyeti' derseniz, o zaman size de 'dinsizlik cumhuriyeti' yahut 'Pan - Küfrizm' kurmak istiyorlar" derlerse ne olacak?

Gönüllü lobiler gerek
Eğer ihtimaller dikkate alınırsa, bu da bir ihtimaldir ve dünyada emsali bulunan yerlerle birlikte siz de bu işi gerçekleştirmek istiyorsunuz. Şayet ihtimallere hüküm bina edilecekse, bu da ihtimal dahilindedir ve bu tür ihtimallere de hüküm bina edilmemelidir bence. Dünyanın dinsizliğe, Allah'sızlığa itilerek - İkinci Cihan Harbi esnasında kısmen yaşandığı gibi - bir kere daha bunalıma sürüklenmesine meydan verilmemelidir.
Burada biraz da açarak söyleyeyim: Siz Türkiye'nin gönüllü lobilerle dıştan desteklenmesini sağlamazsanız, küreselleşen bir dünyada Türkiye'nin tek başına, dünyadan kopuk olarak ayakta durması mümkün değildir. Bundan sonra, sadece Türkiye değil, hiçbir devletin tek başına ayakta durması mümkün değildir. Türkiye'nin, Asya steplerinde, Uzakdoğu'da Türkiye'yi seven insanlarla desteklenmesi lazımdır.
St. Petersburg'da mezuniyet töreninde bir Rus talebeye, "Büyüyüp bir yere geldiğin zaman ilk defa ne yapmak istiyorsun?" diye soruyorlar. - Televizyon karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamıştım - Çocuk, "Türk Milleti'ne yardımcı olmayı düşünüyorum" diyor.
Düşünün Afrika'dan, Avrupa'ya, Balkanlar'dan belki Amerika'ya kadar çok geniş bir coğrafyada Türk sevgisiyle yetişen birçok insan var. Bu insanlar bugüne kadar bize farklı bakıyor olabilirler, ama şimdi öyle bakmıyorlar.

Entelektüel dünyadan ümitliyim

<ı>Entelektüel dünya sizce bu hareketi anlıyor ve anlamlandırabiliyor mu?
Entelektüellerden çok ciddi ümidim var; böyle bir harekete karşı sürekli kapalı kalacaklarını düşünemiyorum. Zira entelektüel, sadece bilen değil, düşündüğünü, inandığını da açıklıkla söyleyebilen aydın insandır. Bazıları sayılarının çok az olduğuna inanıyorsa da, bence Türkiye'nin, topluma yön verecek kadar entelektüeli vardır ve onların çoğu yakın zamanda bu meseleyi anlayacaklardır.

Emile Zola örneği
Entelektüel olmanın bir yanı da insaflı ve hakperest olmaktır. Bu açıdan Dreyfus davasından dolayı Emile Zola örnek olarak verilir. Mesele, Zola gibi, bir hakikati haykırmaksa, onu yapacak insanlar mevcuttur; el verir ki biz yapılan şeyleri onlara anlatma imkânını iyi değerlendirelim. Çünkü, eğitim ve kültür faaliyetlerini yerinde gördükten sonra karşı çıkan birisini hatırlamıyorum ben. Aksine, eğitim müesseselerini görenler, endişe verecek bir şey olmadığını, bunların gelecek adına ümit vaat ettiğini, Türkiye'nin tanıtımına katkı sağladığını söylüyorlar.

Heyecanım tetikleniyor
Kine, nefrete mağlup olmuş ve kendisini tutamayıp, "Türkiye'nin tanıtımı sizinle olacaksa varsın tanınmasın" diye düşünenler de çıkabilir; ben onları önemsemiyorum. Önemli olan, gidip yerinde inceleyenlerin ne düşündüğüdür; ben onlardan yumuşamayanını duymadım. Bazılarını televizyonda seyrettim, "Bize uzak olan ve şimdiye kadar mesafeli duran bir ülkede bayrağımızın dalgalanışını, İstiklal Marşı'mızın okunuşunu gözlerimiz dolarak izledik" derken gözleri yine doluydu bu insanların. Kanaatlerini dinledikçe benim heyecanım tetikleniyor.

İddialar mantıksız
Bu yaşananlar, "Aslında dünya çapında din diktatörlüğü kurmak istiyorlar; niyetlerini gizliyorlar" gibi sevimsiz yakıştırmalarla karalanabilecek şeyler değildir. Eğer bir milletin fertleri tarafından benimsenmiş bir şey varsa ortada, o insanların hissiyatına saygılı olmak lazımdır; milletin samimane gayretlerini fütursuzca karalamaya kalkmak doğru bir şey midir? Öyle bir diktatörlük iddiası bir delile dayanmıyorsa nasıl söylenebilir; kimden duyulmuş, nerede ifade edilmiş, bu tür niyetleri olan insanlar ağızlarından kaçırmazlar mı? Siz bu insanları dünyayı idare edecek çapta dâhiler olarak mı görüyorsunuz; kaldı ki dâhi bile olsalar içlerindekini yer yer sızdırırlar. Bu iddialar mantıksız geliyor bana.

Millet ile savaşılmaz
Asıl mesele, arkasında gördükleri kimselerden dolayı hareketi mahkûm etmek isteğidir. Birisi açıktan açığa, "Keşke böyle bir işin arkasında dindarlar olmasaydı" dedi. Daha açık konuşayım: Kendi adıma bu meseleye sahip çıkmam hem saygısızlık, hem de kibir ve gururdur. Ben bu hizmetlerin milyonda birine bile sahip çıksam haddimi bilmemezlik yapmış olurum. Yine de deniliyor ki, "Keşke bu meselenin arkasında bir imam parçası olmasaydı." Zaten o meselenin arkasında destanlar ortaya koymuş bir millet var, imam parçası yok. İşte onun için savaşmakla da başa çıkılamaz bu mesele ile, çünkü millet ile savaşılmaz.

Bunlar Müslüman değil

<ı>İrticanın sizdeki çağrışımı nedir?
Gericilik kelimesinin ihtiva ettiği hakaret manası çok açık olduğu için yerine 'irtica' gibi 'geriye dönmek', 'insanları alıp geriye götürmek' manasına gelen Arapça bir kelime tercih edildi. 'Gericilik', 'geriye dönmek' kelimeyi tam karşılamaz; kullanılan kip, yapılan işin tabiat haline geldiğini gösterir. Kipi de dikkate alarak düşünürsek, 'irtica', "İnsanları geriye götürmek için gereken ne varsa hepsini yapmayı tabiat haline getirmiş olmak" manasına gelir.

İrticacı dindar görmedim
Nüansıyla birlikte bakacak olursak, günümüzde Müslümanlık adına hareket eden hiçbir kimseye bu kelimeyi yakıştırmak doğru olmaz. Zira, ne camiye gelen cemaat, ne tasavvuf geleneğini devam ettirenler, ne de zaviye gibi yerlerde zikr u fikirde bulunan insanlar ilim ve teknolojiye karşı çıkmazlar; demokrasinin ve cumhuriyetin nimetlerinin aleyhinde değildirler.
En azından ben böyle birini görmedim; ama insanları onlardan soğutmak, öcü gibi göstermek ve haklarından gelmeyi kolaylaştırmak için, 'falancı-filancı' denildiği gibi 'irticacı' da deniliyor.

<ı>Türkiye'de irtica yok mu diyeceğiz?
Bağışlayın ama burada bir demagoji yapılıyor. Çocukluğumuzda benzer usullerle korkutarak bizi uyuttukları gibi: Mesela, "Issı somun, taze yağ, gel bunun boğazına ak" derlerdi. Biz de cin gibi, şeytan gibi bir şey gelecek, bizim boğazımıza akacak diye başımıza yorganı çeker uyurduk. Neden sonra öğrendim ki, çağrılan şey sıcak somunla taze yağmış... Zannediyorum, bazı kelimelere bağlı olarak halkın zihninde çok ürpertici şeyler oluşturuyorlar.
Kimmiş insanları bir asır, iki asır... gerilere götüren? Bana göre Müslümanlar, hususiyle Müslüman aydınlar bir yönüyle başka kesimlerden daha ileri düşünüyorlar; demokrasi ve cumhuriyet mülahazaları daha sağlam ve tutarlıdır. Son zamanlarda da görüyoruz, -eğer bir şey ifade ediyorsa-, AB'ye girme, ABD ile münasebetleri sürdürme, bir tek yere bağlanmanın faydalı olmayacağı düşüncesiyle Rusya, Hindistan ve Çin gibi ülkelerle münasebete geçerek kredimizi artırma gayretleri var.

<ı>Bazı kritik dönemlerde bazı "İslami" gruplar sokağa çıkıyorlar.
Uluslararası servisleri ve kışkırtmaları unutmamak lazım; Müslümanlığı karalamak, belli zümreleri, milletleri karşı karşıya getirmek isteyenler vardır. Ben insan kesen, insanları canlı bomba olarak kullananlarda Müslüman evsafı olmadığına kâniyim.
Türkiye'de de değişik dönemlerde ortaya çıkanların, birileri tarafından figüre edilen insanlar olduğunu zannediyorum.

<ı>Hizbullah örneğinde olduğu gibi mi?
Evet. İsim vermeyeceğim ama öyle sözde İslamî bir grubun başında görünenlerden bazıları kütük itibariyle Türk de, Müslüman da değildir. Ben onların Müslümanlık adına hareket eden insanlar olduğuna hiç inanmadım. Birer aktör olduklarına kani oldum. İçinde Allah, İslam ve din kelimeleri de bulunan bazı isimler adı altındaki bir kısım şahıs ve örgütler, aslında Müslümanlar aleyhine kullanılmak üzere başkaları tarafından meydanlara sürüldü. Kullanıldı onlar. Ve belki bazıları da konuşmasınlar diye öldürüldü.

<ı>Sokaklarda zikir çekenler...
Samimi, yürekten Allah diyenleri karalamaya matuftu o işler. Maalesef birileri de o istikamette kullanıldı.

İzlenim
Ezberler, Gülen fenomenini vermiyor

Asırlar boyu İslami kültür mirasın taşıyıcılığını üstlenen ulema geleneğinden gelmiş ve modern çağın bütün köklü dönüşümlerine tanık olmuş, derin manevi ve sosyal kimliğe sahip bir şahsiyeti analiz etmek elbette çok güç. Onun için Gülen, ütopyasında, ufkunda, hayallerinde anlaşılması zor bir insan. Bu gerçek yarın da değişmeyecek. Seveni çok, anlayanı aynı oranda değil. Gülen'e karşı olanlar da bence onu anlamıyorlar. Gülen, bütün yönleriyle anlaşılmış değil, daha çok ezberlenmiş bir insan. Ezberler, Gülen fenomenini vermiyor.

Hilafet tartışmasını süper güçler çıkarıyor

Bazı süper güçlerin hilafet meselesini sürtüşme nedeni yapmaya çalıştığını söyleyen Gülen, "Yezid, Velid dönemlerinde hakkıyla hilafet mi varmış?" diyor


<ı>Fethullah Gülen'le 11 gün - 17 / MEHMET GÜNDEM

<ı>Hilafetin tekrar canlandırılmasına nasıl bakıyorsunuz?
1924'te hilafet kaldırılacağı zaman Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 10:59

İLGİLİ HABERLER