
İŞTE SERDAR ORTAÇ'IN 'İÇİNİ KEMİREN' ÜÇ BÜYÜK OLAY!..
Sizinle çalışmanın hep zor olduğu söylenir. Zor mu gerçekten?
Zordur. Disiplini had safhada isteyen, onu huysuzluğa kadar götüren bir yapım var. Bir de detaycılık, ki bu detaycılığın altında ‘ürkeklik’ yatıyor. Karşımdaki elemanımın verdiğim işi iyi yapacağını bile bile iyi yapamayacağını düşünüp kendimi korkutuyorum. Çok müdahaleciyim, her dakika müdahale ederim!
- Çalışanlara mı güvenmiyorsunuz?
Aslında bütün elemanlarım çok iyi ama bende öyle bir güvensizlik var. Bu yüzden çalışmak zordur benimle!
- Kızınca bağırır mısınız? Ne yaparsınız?
Kendimi yorana kadar bağırırım. Ne zaman ki içimdeki bütün siniri attım dışarı, artık bağıracak sesim kalmadı, o zaman susarım! Saatler sürdüğü olmuştur bağırmamın... Ertesi gün de pişman olurum. Gönüllerini almaya çalışırım. Ama tabii iş işten geçmiştir. Elemanlarım da beni tanıdığı için ‘duymazlar’ zaten!
- O zaman hep eski elemanlarınızla çalışıyorsunuz. Yeni birisinin katlanması zor...
Hem de çok zor. Ne kadar para versen de çalıştıramazsın! Alışana kadar çok acı çeker insan. Benim ekibimdekilerin hepsinin benim gibi kalbi taştır! Duymazlar, görmezler!
- Sizin kalbiniz taştan mı?
Evet! İş hayatında taviz vermem, kimseye acımam! Serdar Ortaç’ı yaratan şey iş!
Sarıyer’e belediye başkanı olursam şaşırmayın
- Kendinizden bahsederken ‘Serdar Ortaç’ diye söz ediyorsunuz. Ne hissediyorsunuz? Çünkü başka birinden söz edermiş gibi konuşuyorsunuz.
Çünkü onu anlatırken o kişinin yerinde olmak istemiyorum. Dedim ya çift karakterliyiz diye. Ben hep onu yöneten insanım. Ben internetteki resmime ‘Ben Serdar Ortaç’ım’ gibi bakmıyorum. O resimdeki başka bir insanmış gibi bakıyorum! Ben Serdar Ortaç’ın yaptığı röportajları okurken de ‘Allah kahretsin bu soruya böyle mi cevap verilir’ derim!
- O konuşmuş yani! O kim sizin için?
Ben onun menajeriyim. O benim bir elemanım. O başka birisi... Bu çok güzel bir şey....
- Hafif şizofren bir durum!
Olabilir. Hiçbirimiz sağlıklı değiliz! Benim hep hayalimdir devletin bir kademesinde yönetici olmak. Ben yöneticiliği çok seviyorum. Düşünmeyi, proje yönetmeyi, iş yaptırmayı... 50’li yaşlarımda Sarıyer’den ya da Beşiktaş’tan belediye başkanı adayı olursam şaşırmayın!
- Siyasete mi gireceksiniz?
Ben bunu siyaset olarak görmüyorum, kamusal hizmet. Çok isterim belediye başkanı olmayı. İdealim bu!
- Şu anda da siyasetle ilgileniyor musunuz? Takip ediyor musunuz?
Her şeyi! Çevreciliğe, şehirciliğe, bitmeyen kanalizasyon inşaatlarına takarım kafayı. Başkası olsa Amsterdam’a gidip, eğlenip gelir. Ben bunları takıyorum kafaya. Bütün şehircilik eklerini okurum. Şehirciliği çok seviyorum.
- Milletvekili de olmak istiyor musunuz?
Yok, idealim belediye başkanlığı... Daha büyüğünü istemiyorum. Bu hedefim değil, hayalim. Çünkü bir sanatçının belediye başkanı olabilmesi çok güç. İnsanların sanatçılara güvenmesi çok zor. Gezip tozarken, kolunda kızlarla lay lay lom yaparken gördükleri insanları, şehirlerini yöneten olarak görmek istemeyeceklerdir doğal olarak.
Meksika’da başarısız oldum ama en azından denedim
- Niye Türkiye’de başarılı olan her sanatçı yurt dışında albüm yapmak peşinde koşuyor?
Belki de hedefleri azalıyor. Kendi çöplüğünde artık ben horozum diyor. Orada civcivden başlayıp tekrar büyümek istiyorlar. Ben de 1996 senesinde Meksika’ya gittim. Başarısız oldum, ama denedim. Şimdi olsa daha başarılı olabilirim. Çünkü sahne duruşum, fiziğim değişti.
- Geçmişe geri dönseniz, hayatınızda neyi değiştirirdiniz?
Offf çok değiştireceğim şey var! Mesela yanlış anlaşıldığım üç tane büyük olay vardır. Bunlar hep benim içimi kemirir! Asker kaçağı adı altında askeri hapishaneye düşmem. Öyle bir şey yaşanmasın isterdim. O zamanki kafamla keşke askerliğimi 20 yaşımda yapıp bitirseydim. Sonra seneler önce Magazin Gazetecileri Derneği’nin gecesinde adımın karıştığı o vahim ve mutsuz olayı (Ahmet Kaya’nın Kürtçe şarkı söylemesi üzerine sahneye atlayıp, 10’uncu Yıl Marşı’nı söylemeye başlaması) hiç yaşamamış olmayı isterdim. Sonra Galatasaraylı olduğum halde Beşiktaş gecesinde sahneye çıkıp, Beşiktaş için şarkılar söylediğim gecenin hiç yaşanmamış olmasını isterdim. Çünkü çok Galatasaraylı düşman edindim.
- Ebru Gündeş’le arkadaşlığınız bitti mi?
Bitti demek lazım. Bir yerde görsem yine boynuna sarılırım. Ama insanın onar senelik, beşer senelik dönemleri olur. Bu dönemlerde hayatına başka başka insanlar girer çıkar. Arkadaşlıklar eskiyene kadar devam eder. Ebru Hanım’la arkadaşlığımız o dönemin meyvesiymiş. Arkadaşlıkla sevgili olmak arasında hiçbir fark yoktur bana göre. Aşklar nasıl kendisini tüketirse, dostluklar da tüketir. Bu da kendini tüketmiş bir dostluk!
- Hiç uzun süreli dostunuz olmadı mı hayatınızda?
Şu anki menajerim Hakan 20 yıllık dostum. O DJ’lik yapardı, ben patenle plak taşırdım ona. Bir tek o dostum kalmıştır. O da iş arkadaşımdır şimdi. İş arkadaşım olması sebebi ile de bu kadar uzun sürmüştür. Çünkü menfaatlerimiz aynı.
- ‘Beni şöhretim için seviyorlar’ diye düşünüyor musunuz?
Vallahi oraları aşalı çok oldu. Beni ben olduğum için sevmeyen insanı ben de sevmiyorum zaten. Beni kullandığını zannediyor birisi. Hayır! Ben onu kullanıyorum zaten! Hiç umurumda olmuyor. Magazinin patladığı senelerde, bundan beş-altı yıl önce, mankenler, hep şöhretlerle gezmeye ve onların üzerinden isim yapmaya çalışırlardı. O zamanlar hep yazarlardı. ’Bu kız şu şahsı kullandı’ diye. Hayır! O şahıs o kızı kullandı zaten o gece! Yani bunlar karşılıklı bir alış veriş yaptılar. Bu sebeple ben hiç kullanıldığımı hissetmem. Beni kullandığını hisseden, kullanılmıştır zaten.
Acılı şalgam içerken yan masayı kesiyorlar
- Son dönemlerde sahneye çıkmak, değişen müşteri kitlesi açısından rahatsız ediyor mu sizi?
Eskiden çok güzeldi. O zamanlar çok daha fazla zevk alıyordum bu işten. Belki kötü servis yapılırdı ama, müşteri sarhoş olsa bile kavga çıkmazdı. Kimseye sataşmadan müşteri çeker giderdi. Şimdi inanılmaz bir asabiyet var! O kadar eften püften sebeplerden dolayı birbirlerine kızıyorlar ki. İki masa yan yana, neden ona omuzu çarptı, neden sandalyesi masama çarptı diye kavgalar çıkıyor. Halbuki oraya bir sanatçıyı izlemeye ve onun şarkılarını dinlemeye geliyorsunuz. Sahnedeki sanatçı da ister ki, ‘Bilsem ki’yi söylerken herkes sussun! Sessizce onu dinlesin. Şimdi ben bu şarkıyı söylerken yanındaki kız arkadaşına kur yapan erkekler var, ya da tuvaletin önünde ellerinde içkileri ile sohbet edenler var! Şimdi sahneye konsantre olan kalmadı. Özellikle İstanbul’da her yere piyasa yapmak için gidiliyor! İstisnasız. Kebapçıya bile! Kebap yiyip acılı şalgam içerken yandaki masa kesiliyor. Enteresan bir şey oluştu.
Kayahan’a cevap vermem, benim kavgam kendimle
- Kayahan’ın sizin için söylediklerine ne diyorsunuz?
‘Serdar’ın sesine tahammül edemiyorum’ dedi, değil mi? Kayahan olduğu için her sözünü önemsememiz gerekir. Acaba sesimde ne var diye düşündüm. Allah vergisi bir ses işte, Kayahan’ı mutlu etmek için bu sesi değiştiremeyeceğime göre, Kayahan beni dinlemeyerek mutlu olsun! Çünkü benim sesim bu! Rahatsızlık verme düzeyinde ise, Kayahan Abi’nin gördüğü yerde kanal değiştirmesi daha doğru. Yoksa ben Kayahan için şarkı söylemekten vazgeçemem, bu benim ekmek param! Ben kendimi kötü sesli birisi olarak görmüyorum. Ama Kayahan böyle diyorsa haklı bir tarafı vardır belki de. Ben kimse ile laf dalaşına girmem. Benim kavgam kendimle!
(Armağan ÇAĞLAYAN - Hürriyet)
Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 11:25