Medya
  • 29.10.2002 11:47

KARAMEHMET: KİŞİSEL MALVARLIĞIMLA KEFALET VERDİM

KAYNAK : Haber Vitrini Cumhuriyet yazarı Leyla Tavşanoğlu, Çukurova Grubu Başkanı, AKŞAM, GÜNEŞ ve SHOW TV'nin sahibi Mehmet Emin Karamehmet ile söyleşisinin ikinci bölümünde bankaları sordu. Karamehmet hukuksuzluğun araştırılması ve gereğinin yapılması için çağrı yaptı. Bankacılıkta oyunun kurallarını devletin koyduğunu ve bu kurallar nedeniyle büyümek isteyen grupların o yıllarda mutlaka banka sahibi olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bu, nedeniniz. Peki, bankacılığa ne zaman ve nasıl girdiniz? Bankacılıkla, hissedar olarak, ailemin ve ortaklarımızın tanışması epey eskilere, 1924 yılında kurulan Türkiye İş Bankası'nın kurucu ortağı olmalarına kadar gider. 1946 yılında çok ortaklı kurulan T. Garanti Bankası'nda da kurucu ortaklar arasında idik. Yine çok ortaklı olarak 1955 yılında kurulan Pamukbank'ın da kurucu ortakları arasında yer aldık. Burada iki noktanın altını çizmeliyim. Birincisi biz sadece bankalarda hissedar olarak yer aldık ve yönetimlerine girmedik. İkincisi de bu bankaların kuruluşunda sermaye yapılarının ilginç bir özelliği var. Bu bankalar hem çok ortaklı kuruluyorlar, hem de bu ortakların o günler Türkiyesi'nin önde gelen varlıklı aileleri ve işadamları olmaları. Bankacılık öyküsü Banka yönetmek ile tanışmamız ise biraz daha yeni. Kurucu hissedarları arasında yer aldığımız Pamukbank'tan yeni hisseler aldığımız için ilk kez Mart 1973'te grubumuzun temsilcisi olarak Pamukbank Yönetim Kurulu'na girdim. Bu arada grup olarak bankanın hisselerini toplama faaliyetlerimizi hızlandırdık. Hissesini satmak istemeyen ortakların da genel kurulda kullanılmak üzere vekaletlerini almaya çalışıyorduk. 1974 Mart ayında yapılan genel kurulda yapılan seçimlerde Pamukbank'ın yönetim kurulunun tümü artık grubumuzun temsilcilerinden oluşuyordu. Çok ortaklı bir yapıya kuruluşundan beri sahip olan Yapı Kredi Bankası ile hissedarlık ilişkimiz ise 1979 yılında, rahmetli Ayhan Şahenk'ten bankanın yüzde 13'ünü almamız ile başlar. Gerek Ayhan Bey'den ilave hisse alarak, gerekse diğer ortaklardan hisse toplayarak 1980 Mart'ında bankanın yönetiminde hakim konuma geldik. Yapı Kredi ile birlikte onun iştirakleri arasında yer alan Interbank da grubumuza katılmış oldu. Yapı Kredi iştiraklerinden olan T. İmar Bankası, Doğuş Grubu'na devredildi. Yapı Kredi ile birlikte çok sayıdaki sanayi ve ticari iştiraki de grubumuza katılmış oldu. Böylece 1980 yılı başlarında üç bankası olan bir grup olmuştuk. Çok ortaklı bankalar Çukurova yönetiminde bu bankalar nasıl bir gelişim gösterdiler.. Neredeydiler, nereye geldiler? Burada her iki bankanın da yönetimini devraldığımızda ortak özellikleri olan bir durumu belirtmem gerekiyor. Her iki banka da çok ortaklı idiler ve hakim ortak olmaması nedeniyle ortaklar arasındaki çatışma ve mücadeleler nedeniyle güç kaybetmişler, sektörde geriye düşmüşlerdi. Bir şirket çok ortaklı olabilir, halka açık olabilir, ancak her şirketin mutlaka karar verecek, risk alacak ve öncülük yapacak bir büyük ortağının, yönetimde yer alacak hakim bir ortağının olması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa şirket güç merkezi olmayan bir organizasyona dönüşür. Grubumuzla birlikte bu iki bankadaki bu sorun, karar verici ortak olmaması ortadan kalktı. Pamukbank, yönetimini aldığımızda küçük bir banka idi ve ciddi mali sorunları vardı. Biz bu bankayı etkin, rekabetçi yapıya kavuşturarak yaygın müşteri tabanı ile 2 milyon aktif müşterisi olan Türkiye'nin 5'inci büyük özel bankası haline getirdik. Yapı Kredi köklü bir geçmişi olmasına karşın biz aldığımızda gerek hakim ortak olmaması nedeniyle gerekse arasında sendikal nedenler de dahil olmak üzere ciddi yönetimsel sorunlarla boğuşuyordu ve bu bilançosuna da olumsuz yansıyordu. O günlerde Yapı Kredi'nin gelişme çizgisi tersine dönmüş ve sürekli geriliyordu. Bizimle birlikte bu çizgi yeniden yukarıya döndü ve rekabetçi bir kurum olarak sektöre geri döndü. Yapı Kredi'nin özündeki yenilikçilik ve öncülük kültürünü tekrardan canlandırdık. Yapı Kredi bilgi işlem, kredi kartları, bireysel bankacılık başta olmak üzere hemen her konuda bankacılık sektöründe öncülük yaptı. Bugün Yapı Kredi 4-5 milyon aktif müşteriye hizmet veriyor ve banka kredi kartı pazarının yaklaşık dörtte birini elinde tutuyor. Kötüye kullanmadık Bu arada özellikle belirtmek istediğim bir konu var. Biz bu iki bankayla birlikte çok önemli bir mali büyüklüğü kontrol ederken bu gücü dışımızdakilere karşı hiçbir zaman kötüye ve özel amaçlarımıza hizmet etmede kullanmadık. Yani bankalarımız, grubumuzun ve bankaların iştirakleri lehine rakipleriyle rekabetlerinde bir haksız rekabet aracı olarak asla kullanılmadılar. Ayrıca başkalarına ait şirketleri köşeye sıkıştırmak ve ele geçirmek amacıyla bankalarımız araç ve silah haline hiç dönüşmediler. Pamukbank'ın TMSF'ye devrinden önce iki bankanın toplam özel kesim bankacılığında çok önemli payları vardı. İkisi birlikte bankacılık sisteminde toplam varlıkların yüzde 26'sını, kredilerde yüzde 35'ini, mevduatta yüzde 26'sını, kredi kartlarında yüzde 33'ünü oluşturuyordu. Eğer bu iki bankayı birleştirebilseydik sadece Türkiye'nin en büyük özel bankasını değil, aynı zamanda lig ve kulvar değiştirmiş öncü bir banka yaratacaktık. Böyle bir bankanın yaratacağı ivmeden Türk ekonomisinin mahrum kaldığı kanısındayım. Değerleri yıkmak kolaydır Siz böyle diyorsunuz ama ortada da bir durum var. Pamukbank Bankalar Kanunu m. 14/3 ve 4 hükümlerine göre TMSF'ye alındı ve 'banka hortumcuları' arasına girdiniz. Bankanızı hortumladınız mı? Bu, hortumlamadan ne anladığınıza bağlı. Benim Mehmet Emin Karamehmet olarak bankalardan doğrudan ve dolaylı tek kuruş kullandığım bir kredi yok. Grup şirketlerine açılan kredileri kastediyorsanız, bu şirketlerin bir kısmı aynı zamanda bankaların da iştirakleri arasında yer alıyor. Ayrıca grup şirketlerinin aldığı kredinin her kuruşunun nereye harcandığı şirket kayıtlarındadır. Bu paralar yatırım oldu, istihdam oldu, üretim oldu ve vergisi ödendi. Bir ulusal değer haline gelen bu şirketler kredilerin teminatı olarak orada duruyorlar. Ayrıca bütün gelişmiş dünyada şirketler kesimi borç alma ve kredi almaya dayanarak faaliyetini sürdürüyor. Borç almak, kredi kullanmak ne yasalara, ne de ahlaka aykırı. Değerleri yıkmak, tahrip etmek belki kolay ama, yaratmak zordur, zaman alır, emek ister; değerleri yaratmak da sadece para işi değildir. Paranızı ve servetinizi bir günde kaybedebilirsiniz, kaybettiklerinizi de tekrar kazanabilirsiniz. Ama insanın gerek ticari gerek kişisel itibarı ve şerefini kazanması daha zordur ve bu, paradan da servetten de daha önemlidir. İnsanlara yeni işyeri açan, aş ve ekmek kazanmalarını sağlayan ve çaba gösteren birisi olmanıza rağmen insanlara ve topluma sanki onların ekmeklerini, aşlarını, işlerini elinden alan birisi gibi, bir hortumcu gibi takdim edilmek bir insana yapılacak en büyük haksızlık, onun hayatta karşılaşacağı en acı trajedidir. Ben böyle bir nitelemeyi hak etmiyorum. 25 milyar dolar görev zararı Öncelikle belirtmem gereken konu: Bu değerlendirme yapılırken göz ardı edilen bir olgu var. 1993'ten bu yana Pamukbank'tan grubumuza fon aktarımı niteliğinde ve boyutunda bir kredi olmamıştır. 1993 sonunda yaklaşık 570 milyon dolarla aktifin yüzde 19'u düzeylerinde olan grup şirketlerinin kullandığı krediler yeni kredi kullandırımı olmadığı halde Körfez Savaşı ve 1994 krizinin de etkisiyle faiz reeskontlarıyla 1996 yılında aktifin yüzde 44'üne çıkmıştır. TMSF'ye devir sırasında ise bu oran yüzde 38'dir. Son 3 yılda krizlere rağmen dolar bazında krediler ve faiz reeskontları toplamı 2.5 milyar dolar düzeylerinde kalmıştır. Diğer bir deyişle art arda gelen krizlerin banka üzerindeki etkisi tam tersine grup şirketleri tarafından üstlenilmiştir. Buna karşılık Çukurova Grubu 2000 ve 2001 yıllarında sermaye piyasalarındaki değeri 2.5 milyar dolar üzerindeki Turkcell hissesini Yapı Kredi Bankası'na; yine piyasa değeri 2.2 milyar dolar değerindeki Yapı Kredi hissesini de Pamukbank'a rehnetmiştir. Buna ek olarak portföyünde değerli hisselere sahip olan Çukurova Holding Sınai ve Mali Yatırımlar Holding ile kefaletleri verilmiştir. Ve nihayet Mart 2002'de bütün kişisel malvarlığıma başvurmak imkanı sağlayan şahsi kefaletimi verdim. Bankasını hortumlamak isteyen kişi bunları yapar mıydı? Bunu yapan kişiyi hortumcu olarak nitelemek hangi vicdana sığar? Sonra Bankalar Kanunu da dahil hukukun ve kuralların özel bankalara ayrı, kamu bankalarına ayrı uygulandığını düşünüyorum. Bu hem Anayasamız'a hem de hukukun evrensel ilkelerine aykırı. Kamu bankalarına devlet 25 milyar dolar görev zararı verdi. Görev zararı dediğiniz şey nedir? Ben de, görev zararı, politikacının ve bürokratın hortumladığı paradır diye tarif edersem ne dersiniz? Ayrıca Emlak Bankası banka değil miydi? Neden TMSF'ye alınarak tasfiye edilmedi? Neden Ziraat Bankası ile birleştiriyoruz maskesi altında aslında gizli bir tasfiyeye tabi tutuluyor? Anayasa ihlal ediliyor İnsanlar yurtdışında paranız olduğunu ve sonunda bunu getirerek durumu düzelteceğinizi bekliyorlar. Yurtdışında paranız var mı? Grubun bütün riskleri için kefalet vermiş olmam buna verilecek en güzel cevap değil mi? Bunlar maksatlı dedikodulardan ibarettir. Bir de bankalarınızın Fiskobirlik'ten olan alacakları söz konusu. Bu konuda da çok şey söylendi. Fiskobirlik konusunu sırf bankaların parasal bir alacağı olarak mali ve ekonomik bir boyuta indirgememek gerektiğini düşünüyorum. Konunun bence daha önemli yönü ülkemizdeki hukukun üstünlüğü ile ilgili. Hukukun üstünlüğünün temel koşulu devletin verdiği sözleri tutması, yaptığı sözleşmelere uyması, hukuk kuralları ve yargı kararlarıyla kendini bağlı görmesidir. Fiskobirlik olayı bence mali boyutundan çok bu boyutu ile önemli. Devlet sözleşme ile yüklendiği bir borcu ödemiyor; Pamukbank'ta adli yargı kararı, Yapı Kredi'de Danıştay kararı yok kabul edilerek açıkça Anayasa'nın 138'inci maddesi ihlal ediliyor; bu da yetmiyor 2000 yılında çıkan tarım kooperatiflerinin borçlarının ödenmesi ile ilgili yasaya uyulmuyor. Tabii bizler de özel kişiler olarak devleti icra yoluyla takip etme yollarımız tıkalı. Hazine'den sorumlu bakanlar ile Hazine Müsteşarlığı'ndaki bürokratlar bu hukuksuzluğun baş aktörleri. Ben sizin aracılığınızla buradan Sayın Cumhurbaşkanımızı konuyu inceletmeye ve gereğini yapmaya davet ediyorum. Politik talepli kredi Tabii konunun bir de ekonomik tarafı var. 1989 yılında yine IMF programlarının uygulaması sırasındaki kısıtlamalar nedeniyle Ziraat Bankası, tarım kooperatiflerine kredi veremiyordu. Bunun üzerine 4 özel banka zamanın Ticaret Bakanı'nın gerekli yazılı görev vermesi ile Fiskobirlik'e kredi verdiler. Bu kredi politik talepli bir kredi idi. Ancak daha sonra çeşitli nedenlerle bu kredilerin geri ödenmesinde sıkıntı ortaya çıktı. Hatta bu konuda 1994 yılında çıkarılan bir kararname Danıştay Kararı ile iptal edildi. Danıştay, söz konusu kararında yasal temelden yoksun ve hukuk güvenliğini zedelediği ve sözleşme özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçeleriyle bu düzenlemeyi iptal etti. Danıştay, söz konusu kredide ticari sözleşme esaslarının uygulanması gerektiğine karar verdi. Ancak bu karar yok varsayıldı. Tartışma bu kredinin güncel olarak hangi miktara ulaşmış olması gerektiğinde düğümleniyor. Bu da uygulanacak faiz oranının ne olması gerektiğinden kaynaklanıyor. Nitekim Hazine'nin IMF'ye yazdığı 22 Haziran 2002 tarihli mektubun 27. maddesinde Hazine'nin kamu bankalarına olan yükümlülüklerini, yani görev zararlarını faizlendirme prensipleri belirlenmiştir. Yapı Kredi ve Pamukbank'ın görev açısından kamu ile ilişkisi kredinin kullanıldığı tarihte kamu bankalarından farklı değildir. Hazine'nin bu mektubundaki ilkeleri kullanarak hesap yaparsanız Pamukbank kayıtlarında 31 Aralık 2001 tarihi itibariyle bankanın ticari faiz uygulayarak ulaştığı 597 trilyon, 611 trilyona yükselmektedir. Ancak Hazine, ne yargının karar verdiği ticari faizi öderim, ne de görev zararı kadar faiz öderim diyor. Ben devletim, sana borcumun canımın istediği kadarını öderim; kalanını da bankada zarar yaz diyor. Pamukbank gerçeği Sahibi olduğunuz bankanın başına gelenleri ve en son Pamukbank olayını anlatır mısınız? Öncelikle bankacılıkla ilgili bazı konuları hatırlatmam sanırım yararlı olacak. Bankacılık cam fanus içindeki bir sektör değildir. Ekonominin merkezinde yer alır ve bir bankanın yönetiminde ortaklar ve yöneticiler tek başlarına tam yetkili değildirler; kendilerinin dışındaki çok sayıda kısıtlamaya tabidirler. Bu kısıtlamalardan birisi oyunun kurallarının, Bankalar Kanunu ile Hazine, Merkez Bankası, BDDK gibi kuruluşlar tarafından ayrıntılı bir biçimde konulmasıdır. Sermaye, mevduat, kredi ve iştirak gibi hemen her konuda düzenlemeler size ne yapılacağını, hangi oran ve sınırlamalar içinde iş yapacağınızı söylüyor. Bunlara uyup uymadığınız ise sürekli denetim altındadır. Devlet hem nasıl hareket edeceğinizin temel belirleyicisidir, hem de nefes alışınızı bile takip eder. İkincisi, bankacılık sektörü, kaynaklarının kullanımında serbest değildir. Munzam karşılık, disponibilite gibi yasal yükümler paranızın belirli ve önemlice bir kısmının nereye yatırılacağını size söyler. Bunlar ya devlet tahviline ya da Merkez Bankası'na yatırılırlar. Demek ki kamusal yükümler sizin banka olarak hem bilançonuzun kompozisyonunu belirler hem de bu yükümler ya gelir getirmediği ya da düşük gelir getirdiği için karınızı da olumsuz etkiler. Yani yasal yükümler aslında yasal yüklerdir. Üçüncü ve çok önemli olanı da, bankacılık hem ekonominin genelindeki gelişmelerden ve makroekonomik politikalardan hem de zaman zaman bazı sektörlerde meydana gelen gelişmelerden etkilenir. Risklerinizi ne kadar iyi yönetirseniz yönetin bu konudaki olumsuz gelişmelerden etkilenmekten kaçınamazsınız. Bazı bankalar az, bazıları çok etkilenir. Makroekonomik politikaları belirlemek ve yönetmek bankaların sorumlu olduğu bir iş değil, ama bu politikaların başarısız olmasının kurbanı bankalar olmaktadır. Banka batmalarına bakarsanız banka batışları hep bu politikalarda başarısızlığa uğranıldığı dönemlerin ardından ortaya çıkmışlardır. Son 22 yıl süresince çok sayıda ya genel kriz ya da sektörel krizler ortaya çıktı ve bunlar hep bankaların bilançosuna yansıdı. Bir bankanın sorunlu hale gelmesinde sadece hakim ortak ve yönetimleri değil bu saydığım etkenler de rol oynamaktadır. Hatta bazen bu etkenler yönetimlerin ve hakim ortakların kusurlarından ve etkisinden daha önemli ve belirleyici olmaktadır. Buna karşılık Bankalar Kanunları, özellikle de bir tepki yasası olan son kanun bir bankanın sorunlu hale gelmesinin nedenleriyle ilgilenmemekte ve tüm sorumluluğu hakim ortak ve yöneticilere sınırsız olarak yüklemektedir. Sorumluluktaki bu dengesizlik bankacılık sektörü ve bu sektörün sorunlarının nedenlerini anlamamızda çok ciddi bir handikap ve risk oluşturmaktadır. Bu, hem kamuoyunun yanlış yönlendirilmesine neden oluyor, hem de gelecekte bankaların yönetilmesinde ve sorunlara çözüm bulunmasında ciddi bir sorun nedeni ve engel. Bu yaklaşım nedeniyle bankaların ekonomideki işlevlerini yerine getirmeleri önümüzdeki dönemde çok zorlaşacak. Dördüncü bir neden, makroekonomik politikaların ve kamu borçlanmasının neden olduğu çok uzun bir süredir aşırı ölçüde yüksek olan reel faizlerdir. Bu reel yüksek faiz kamuya bütçe açıkları ve kamu bankalarının görev zararları şeklinde yansıdı. Bu, özel bankacılıkta ise faaliyet karlılığına olumsuz etki yaptı. Bazı bankalar bu olumsuz etkiyi riskli açık pozisyon olarak ya da faiz riski alarak karşılamaya çalıştılar. Bankacılıktaki bir başka genel etkiye dikkati çekmek istiyorum. 1980'li yılların sonlarından başlayarak gelişigüzel banka lisansı dağıtılmaya, kriterler ve standartlar yükseltilmeden banka izni verilmeye başlandı. Ayrıca Hazine, banka devirleri sırasında gerekli özeni göstermedi. Türkiye, seçimlere bir hafta kala aynı anda 6 banka izni birden verildiğini gördü. Bu izin furyasının sektörde yarattığı bozucu etki ve haksız rekabet tüm bankacılık sektörünün olumsuz etkilenmesine, bankacılık ilke ve kurallarının aşınmasına, banka bilançolarının bozulmasına neden oldu. Ankara'nın banka izin ve devirlerindeki özensizliğinin faturası tüm sektöre çıktı. 1980'lerin sonlarından başlayarak yeni verilen izinle kurulan bankaların hemen tümü önce 1994 krizinde, ardından 1998-2001 arasında battılar ve onlarla birlikte sektörün tümü olumsuz etkilendi. Pamukbank olayını da saydığım bu beş etkenin belirlediği çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Ancak Pamukbank, TMSF'ye alınan bankalardan temelde üç önemli noktada farklılık gösteriyor. Birincisi, Çukurova Grubu, bankaları TMSF'ye alınan diğer gruplardan farklı olarak oldukça uzun süreden beri bankacılıktadır. Biz bankacılığı gelip geçici değil, uzun süreli bir iş olarak görüyoruz. Grubumuzun bankaları, gruptan çok piyasa lideri olarak bankacılıktan sigortacılığa, faktoring ve finansal kiralamadan sermaye piyasalarına mali hizmetlerin her alanında yaygın halk kitlelerine hizmet vermektedir. İkincisi, Pamukbank'ın TMSF'ye devir tarihinde bankanın herhangi bir taahhüt sorunu olmamasıdır. 2000/2001 krizinden Pamukbank başarıyla çıkmıştır. Bu kriz Pamukbank için gerçek bir başarı testi olmuştur. Üçüncüsü de, Pamukbank'ın TMSF'ye alınması sırasında kullanılan kriterin öncelik ve zamanlaması konusundadır. 31 Ocak 2002'de çıkarılan 4743 sayılı yasanın gerekçesini okursak bu yasanın krizin reel sektör üzerindeki istihdam, üretim ve katma değer açısından olumsuz etkilerini gidermeyi ve kredilerin makul süre, süreç ve koşullarla yeniden yapılandırılmasını hedeflediğini görürüz. Yasaya komisyonda bankaların sermaye yeterliliğinin üçlü denetimle belirleneceğine ilişkin hükümler eklendi. Yasanın gerekçesi dikkate alındığında önce İstanbul Yaklaşımı'nın uygulanarak kredilerin yeniden yapılandırılması ve ardından bankaların sermaye yeterlik rasyolarının belirlenmesi gerekirdi. Düzenleyici otorite yasa gerekçesini dikkate almadan ve İstanbul yaklaşımı ile kredileri yapılandırmadan sermaye yeterlik rasyolarını belirlemiştir. Yasa gerekçesine uygun olarak tersi uygulanmış olsa idi farklı bir resim ortaya çıkacaktı. Bu yapılsa idi TMSF'ye alınma gerekçesi olan Pamukbank'ın sermaye yeterlik rasyosu pozitif olacaktı. Böylece yasayla verilen bir hak ve olanaktan hem grubumuzun reel sektör şirketleri, hem de Pamukbank yararlandırılmamıştır. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:31

İLGİLİ HABERLER