Medya
  • 29.10.2002 12:05

MEHMET BARLAS'TAN OLAY AÇIKLAMALAR: AYDIN DOĞAN ERKEK ADAM, ÇÜNKÜ DİNÇ BİLGİN GİBİ YAZARINI SATMADI !

KAYNAK : Haber Vitrini İşte pazar günü Vakit'te yayınlanan Mehmet Barlas röportajı: Gazeteci-Yazar Mehmet Barlas, geçtiğimiz günlerde Yeni Şafak gazetesinden ayrılarak Akşam gazetesine geçti. 28 Şubat sürecinin “mağdur kalemleri” arasında yer alan Barlas’ın ayrılması, “Mağduriyet sona erdi ve geçici konuttan tekrar konutuna döndü” yorumlarını da beraberinde getirdi. Mehmet Barlas’la Yeni Şafak’ı “geçici konut” olarak görüp görmediğini, ayrılış nedenlerini ve medyadaki savaşları konuştuk. • Sayın Barlas, sohbetimize son günlerde yaşanan medya savaşlarıyla başlayalım isterseniz. Doğan Grubu’yla Bilgin ve Karamehmet Grubu arasında bir savaş yaşanıyor. Doğan aynı zamanda Toprakbank’ın eski sahibi Halis Toprak’la da kavgalı. Medya üzerinden sürdürülen kavgalar holding kavgalarına dönüştü. Sizce bu kavganın temelleri ne zaman atıldı? - Yaşananlar artçı deprem, ana deprem ise 28 Şubat’ta oldu. 28 Şubat, sadece siyasetteki tekelleşmenin değil, medya ve ticari hayatta da tekelleşmenin bir göstergesiydi. Kobiler yok edildi, bütün krediler büyük sermayeye aktı, basındaki altarnatif sesler yok edildi. Kartel, tekelleşmeye devletteki çok seslilik de tek sesliliğe dönüştü. 28 Şubat bitip erken seçim kararı alınca bazı şeyler dağılmaya başladı. 28 Şubat’taki tekelci yapının birtakım ayakları kırıldı. Ekonomik kriz bankaları vurdu. Medya ile bağlantılı olan bankaların batması artçı depremlerin birincisiydi. İkinci olarak da yeni sermaye basına girmeye başladı. Bunların başında da Turgay Ciner geliyor. Ciner Sabah’ta ağırlıklı ortak oldu. İlk iş olarak dağıtımdaki tekel kırıldı ve Aydın Doğan’ın dağıtım grubundan Cumhuriyet, Sabah ve Akşam gazetesi çıktı. Bu tabi müthiş bir olay, dağıtımı sağlayamayınca gazete çıkarmanın bir anlamı kalmıyor. Dağıtım tekelinin kırılması diğer tekellerin de kırılacağının işaretiydi. Aydın Doğan’ın Nuriye Akman ve Leyla Tavşanoğlu’na, Dinç Bilgin ve Turgay Ciner’in Leyla Tavşanoğlu’na verdiği röportajları incelediğimizde Doğan Grubu basında tek olmak istiyor. Rakiplerinin batacağını düşünüyor. Bunun böyle olmadığı ortaya çıkınca da strateji değiştirmeye başladı. Strateji değiştirmek de zor olduğu için bugünkü kavga başladı. • Her iki grupta da uzun süre çalıştınız ve oradaki ilişkileri iyi biliyorsunuz. Dinç Bilgin zor durumdayken Aydın Doğan uzun süre destek verdi. Daha sonra bu birliktelik bozuldu, bunun sebebi Dinç Bilgin’in Aydın Doğan’ın isteklerine yanaşmaması olabilir mi? BUNLARIN İŞLERİNİ ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİL - İkisiyle de çalıştım, Dinç Bilgin’i de Aydın Doğan’ı da iyi tanıyorum. Aydın Doğan daha erkek bir adam diyebilirim. Milliyet’te 7 yıl baş yazarlık yaptım, en kritik dönemlerden geçtik ve yazıma bir kez olsun müdahale edilmedi. Ayrıca 28 Şubat döneminde Aydın Doğan hiçbir yazarını feda etmedi. Bazı genaraller ‘Taha Akyol’u sustur’ dediler, Yavuz Gökmen’in susmasını istediler ama hiçbirini feda etmedi. Dinç Bilgin ise Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’ın andıçlanmasına göz yumdu. Ayrıca, Aydın Doğan daha Anadolulu olduğu için bir kavga gördüğü zaman direkt atlıyor. Dinç Bilgin daha çekincen, daha kenardan ve daha alçak profilde oynayan bir adam. Aydın Doğan, Dinç Bilgin’e en kötü zamanında yardım etti. Buna erkekçe bakarsanız böyle, ama işadamı olarak baktığınızda mutlaka başka hesapları vardır. Nitekim Sabah başkaldırınca bu grubu çökertmek için Dinç Bilgin’in bazı arkadaşlarını kopartarak “Vatan” adı altında bir “Light/Diyet Sabah” çıkarttı. Bunların işlerini anlamak mümkün değil, ancak bir emekçi olarak tercih ettiğimde Aydın Doğan’ı seçerim, çünkü adam satmıyor. • Bu artçı şoklar devam eder mi? - Mutlaka edecek. • Medya arasında bir yok etme savaşı olmasına rağmen farklı gruplar kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyor, Akşam Grubu ve muhalif bazı medya kuruluşları var. Bu kavga nereye kadar sürer? - Bu kavga hiç bitmez. Ama 3 Kasım’ın ertesi günü Türkiye bambaşka bir tabloyla karşı karşıya kalacak. Türkiye’de klasik bir medya-siyaset ilişkisi vardı. Mesut Yılmaz, Hüsamettin Özkan, Yılmaz Karakoyunlu gibi isimler İstanbul’daki medyanın Ankara’daki bağlantısıydı. 3 Kasım sonrasında bu ilişki dağılacak, Ankara’daki ayak gidiyor, İstanbul’daki ayağın da kendini yeni yapıya uydurması lazım. Bu ilişkilere baktığımız zaman Bülent Ecevit çok kötü bir rol oynadı ve hiçbir şeyden haberi olmadı. Bülent Ecevit’in cebine tek kuruş yasadışı para girmedi. Fakat Bülent Ecevit, bütün ilişkiler yumağında gözleme ve izleme yetersizlikleri dolayısıyla seyirci kaldı. Bunun faturasını da çok kötü ödedi. İstanbul medyasının istediği RTÜK Yasasını çıkartmak için sabaha kadar çalıştı ve hasta oldu. Dolayısıyla Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve onun çevresindeki isimler bugünkü görünen tabloya göre 4 Kasım’da olmayacak. İstanbul’daki medya ayağının Anakara’da yeni ayak bulması lazım. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının Mesut Yılmaz’ın yaptığı gibi İstanbul medyasına ayak olması mümkün mü, şu anda böyle bir tablo görünmüyor. İkinci parti CHP, medyadaki yayınlar dolayısıyla geçen seçimde baraj altında kaldı. Kazara Genç Parti barajı geçti diyelim, bir medya patronu olan Uzan diğer gruplarla zaten kavgalı. Bütün bunları düşündüğümüzde Ankara’daki ayak dağılıyor. • 28 Şubat sürecinde medyanın saygınlığını büyük oranda yitirdiği yapılan araştırmalarda açıkça ortaya çıkıyor. Bir de buna patronlar arasındaki savaş eklenince medyanın saygınlığı ve inandırıcılığı neredeyse tamamen ortadan kalktı. Güvenilir olmayan bir medya grubunun patronu olmak etkinliği azaltmaz mı? “GÜVEN DEĞİL GÜÇ ÖNEMLİ” - Medyanın güvenilir olmamasının sebebi patronlardır, medyanın güvenilmez olması çalışanlara da yansıyor. Ancak medyanın güvenilmez olması, etkisiz olması anlamına gelmiyor. Bu yüzden de şu an için güven değil, güç önemli. • Medya patronları arasındaki savaş, bu gruplarda çalışan gazeteciler aracılığıyla yapılıyor. Hep patronlar suçlanıyor, ama bu savaşa gönüllü katılan gazetecilerin de bir suçu var herhalde? - Yöneticiler, kendilerini gazete yöneticisi olarak değil de şirket yönetici olarak görmeye başladı. Sabah’ta ilk çalışmaya başladığımda gazeteyi şu şekilde geliştirilem diye bahsederdik. Son dönemde yöneticiler gazete yerine şirketten bahsetmeye başladı. Gazetelerin şirketleşmesi çalışanların da ruh halini bozdu, Özellikle de patronu temsil eden yöneticiler, şirket yönetmeye başladılar. Şu anda da zaten gazeteler, gazeteciler tarafından değil savaşan şirketlerin yöneticileri tarafından çıkartılıyor. • Bu savaş ve Ankara ayağının belirsiz olması yeni patronlarının çıkmasına yol açabilir mi? - Mutlaka çıkacak. Gazeteciliğe başladığım dönemdeki patronların hiçbiri kalmadı. Gazetelerin isimleri aynı ama eski patronlar yok. Demek ki bu süreç yine devam edecek. • Medya savaşlarındaki değişmezlik siyasetteki çekişmelerde de aynen devam ediyor. Çok partili hayata geçildiği günden bu yana siyasi partilerin çekişmeleri aynen devam ediyor. Hep aynı konuları tartışıyoruz, biz ne zaman bu tartışmaları aşacağız? REJİM SORUNLARA ÇÖZÜM ÜRETEMİYOR - Cumhuriyet rejiminin çıkmazı bu. 1923 yılında ne sorun varsa hâlâ aynı sorunlar devam ediyor. 1923 yılından bu yana irtica, Kürt sorunu ve ekonomik kalkınma konularında herhangi bir ilerleme yaşanmadı ve hâlâ aynı sorunları tartışıyoruz. Bir rejim üç temel sorununu çözemiyorsa, ortada bir sorun var demektir. Üstelik bu üç soruna Kıbrıs gibi yeni sorunlar da eklendi. Rejimin problemi bu, sorunları çözemiyor ve biriktirip bin sonraki nesillere aktarıyor. Medya-siyaset arasında da aynı çarpıklık devam ediyor. Medya-siyaset arasındaki sorun da kronikleşiyor. • 4 Kasım’da bu durum değişir mi? - Çok zor görüyorum. 3 Kasım yerleşik bir çözüm arama seçimi değil. 3 Kasım’da halk, “şu üçlü koalisyon gitsin” diyerek sandığa gidiyor. Bu yüzden de çok ciddi bir açılım sağlanmasını beklemiyorum. • Bu sorunlar neden çözülemiyor? - Askeri darbeler siyasetçileri korkutuyor. Her politikacının önünde Adnan Menderes’in idam fotoğrafı duruyor. 12 Eylül 1980’den sonra da devletin yapısı yarı askeri demokrasiye dönüştü. Sorunları çok ciddi bir temsil gücüne sahip, meşruiyet sorunu olmayan bir parti çözebilir. Bunların yanında sorunların üzerine cesaretle gitmek isteği de eklenmelidir. • Sorunların üzerine güçlü bir iktidarın cesaretle gitmesi nasıl mümkün olacak? Türkiye Cumhuriyeti’ndeki hakim güçlerin küçükleri değil, büyük hareketleri ezmeye çalıştığı biliniyor. Örneğin Erbakan’ın Refah Partisi küçükken söylediği “çok aykırı” görüşlere bile müdahale edilmiyor, dava açılmıyordu. Fakat güçlendikçe partileri bir bir kapatıldı. Aynı şey şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Partisi’ne yapılmak istenmiyor mu? - Büyük bir yanlıştır. Devletin hukuki açıdan insanlara eşit bakmadığını net bir şekilde ortaya koyan bir uygulama. Kendisini tehdit edeceğinden endişe duyduğu insanlara saldırırken, tehdit olarak görmediklerini ise serbest bırakıyor. Bu yanın değişmesi gerektiğini ifade ediyorum. Siyasi partilerin bunu programlarına alıp nasıl düzelteceklerini bir bir halka anlatmaları gerekiyor. • Türkiye’deki demokrasi çıkmazının basında da yansıması var. İslamî yayın organlarının girişimiyle basında bir hoşgörü ortamı oluşturuldu. Mesela, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bazı basın mensuplarına dağıttığı ödüller oldu. Ancak ödül alanlar daha sonra kendi gazetelerinde Fethullah Gülen Hocaefendi’ye saldırdılar. Yine bunun bir uzantısı olarak Yeni Şafak gazetesi sizi, Nazlı Ilıcak, Cengiz Çandar ve Ali Bayramoğlu gibi isimleri aldı. Fakat görülüyor ki bunlar şimdi aynı yayın kuruluşunu terk ediyorlar. Öncüsü galiba siz oluyorsunuz? - Fethullah Gülen olayından başlayayım. Gülen olayı dünya konjonktürünün Türkiye’ye yansımasıdır. ABD ve dünyanın büyük güçleri İslâmiyeti komünizme karşı bir silah olarak kullandılar. Bu Türkiye’ye de yansıdı. Aynı şekilde Güneydoğu’da PKK ile boğuşurken, siyasal İslâm PKK’lı teröristlere karşı yine bir silah olarak kullanıldı. Mesela Devlet, Hizbullah’la işbirliği yaptı. Fethullah Gülen’in bir ara devlet nazarında itibar kazanmasının sebebi buydu. Ancak bu konjonktür değişti. Benim Cengiz Çandar’ın ve Nazlı Ilıcak’ın Yeni Şafak’ta işe başlamaları veya işten ayrılmalarının basındaki özgürleşme ve demokratikleşme ile bir ilgisi yok. Fethullah Gülen’den hiç ödül almadım. Fatih Üniversitesi’nden ödül teklif ettiler onu da istemedim. Zaman gazetesinde 15 gün çalıştım ve beğenmedim. Ama Fethullah Gülen aleyhinde tek satır bile yazmadım. Yeni Şafak gazetesinde ne yazıyorsam Akşam gazetesinde de aynı şeyleri yazıyorum. Adam satmam. İnandığım düşünceleri her platformda dile getiririm. Yeni Şafak’ın sahipleri veya Dinç Bilgin benim patronum değildi. Sürekli olarak şunu savunuyorum. Benim emeğim var, bilgim var, patronun da makinesi, kâğıdı ve parası var. Beraber oturuyoruz bir iş yapıyoruz. Onun isteği kadar parası, kâğıdı ve makinesi olsun eğer benim bilgim emeğim ve birikimim olmazsa hiçbir zaman gazete çıkartamaz. Neticede biz gazeteciler ve patronlar bir ortaklık kuruyoruz. Eğer gazeteciler bu anlayışa sahip olurlarsa o zaman kurumsallaşma ülke çapında olur. • Sizin Yeni Şafak gazetesinden ayrılmanızla akıllara şöyle bir düşünce geliyor: İslâmî yayın organları sanki demokrat kalemler arasında geçici bir konut olarak görülüyor. Bu düşüncede haklılık payı var mı? - Allah’a şükürler olsun ben Müslümanım. Ama hiçbir zaman İslâmcı olmadım. İnançlarımı hiçbir zaman siyasetin veya dünyevi işlerin göstergesi olarak kullanmadım. Yeni Şafak gazetesinde de aynı tavrı sergiledim. Ben Yeni Şafak gazetesini İslâmcı bir yayın organı değil, İslâmcıları bünyesinde barındıran ve Müslümanların çıkardığı bir gazete olarak algıladım. Yeni Şafak’ı terk edip de başka bir dünyaya gitmiyorum ki. Yine benim gibi düşünen insanların çıkardığı bir gazeteye gittim. Bu Yeni Şafak’a bir zarar vermez. • Neden ayrıldınız? - Yeni Şafak’ta o kadar rahattım ki; okuyucu ile karşılıklı anlayış içerisindeydik. Bu rahatlık beni yordu. Belli bir aşamadan sonra hiçbir eleştiri almamaya başladım. Rahat bir ortam olduğu için de yeni işler yapamayacağıma karar verdim. Rahata gömülüp hiçbir sıçrama yapmayınca da bir karar verdim. Fikirlerimi daha geniş ve farklı kesimlere yayabilmek için ayrıldım. Televizyon programı da bunun içindir. • 28 Şubat sürecinde demokrat kalemlerle mağduriyete uğramış geniş islâmî kesimlerin bir ittifakı oldu. Bazı kişiler bu ittifaka son verdiklerini söylüyorlar. Sizin de Yeni Şafak’tan gitmenizle birlikte bu yöndeki görüşler ağırlık kazandı. İslâmcı kesimle demokratların “ittifakı” bozuldu mu? - Hayır böyle bir şey yok. Ayrıca böyle bir tartışma 11 Eylül saldırısı nedeniyle oldu. Global konjonktürün getirdiği çok ciddi olaydan dolayı çıkan tartışmalarda farklı görüşler ortaya konuldu. Fakat özde İslâmcı olsun, demokrat olsun, liberal olsun herkesin ortak paydası demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler, inanç hürriyeti olmalıdır. Eğer bunu savunuyorsanız ortak cephe dağılmaz. Erbakan’ı savunduğum için çalıştığım gazeteden atıldım. Kendi ülkemde sürgün hayatı yaşadım. İki sene yazmadım ve konuşmadım. Erbakan’ın haklarının gasp edilmesine aynı şekilde yine karşı çıkarım. Üstelik Erbakan’la aynı düşüncede olmadığım halde bunu savunurum. • O zaman bir olaya duyduğu tepkisini ortaya koymak için daha önceki düşüncelerinden ve tavırlarından vazgeçerek, “sizi savunmam yanlıştı” demek çelişki değil mi? - Tabii ki herhangi bir olaya tepki gösterip bir anlamda “sizi savunduğuma pişman oldum” demek demokratlığa sığmaz. Böyle bir cayma çok ayıptır. İnsanlığa sığmaz. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:31

İLGİLİ HABERLER