Medya
  • 8.3.2003 11:51

KÖŞE YAZARININ GÖREVİ NEDİR?

KÖŞE YAZARININ GÖREVİ NEDİR? Ben köşe yazarlarını değerlendirirken, yazının konusuna değil de yazının iç yapısına ağırlık verilmesinden yanayım. Ülkemizde hakim olan eleştiri anlayışı benimle aynı fikirde değil tahmin ediyorum çünkü 'ciddi- gayri-ciddi' yazar ayrımı yapılıyor. Bu yapılırken de kategoriler yazının içeriğine göre değil de konusuna göre oluşturuluyor... Örneğin seks konusunda veya aşk konusunda yazan bir insan veya özel yaşamdan yola çıkarak gündelik yaşam hikayelerini anlatan yazılar genel bir kategori olan 'gayrı-ciddi' tanımı altında toplanıyor. Oysa 'deneme' yazı türünün tarihini incelerseniz eğer, bu tür ayrımların yanlış veya en azından keyfi tanımlar olduğu sonucuna varmanız kaçınılmaz. 200 yıl öncesine gidin ve deneme yazı türünün Fransız, İngiliz ustalarını okuyun. Göreceksiniz ki onlar en ciddi konuların yanı sıra en laubali konuları da ele alıp kalem oynatırlar. Aralarında nasıl gaz çıkardığını anlatan ustalar bile vardır! (Montaigne) * * * Bence konu önemli değil, her yazı iyi olabilir, yeter ki yazarda o yazıyı güzel yapacak yetenek olsun. Bu yetenek işi de öyle fazla doğuştan gelen bir özellik değil, çalışarak, öğrenerek, yanılıp yeniden yaparak öğrenilen bir şey. Bizim memlekette her yeni köşe yazarının ortaya çıkışında mutlaka 'bu da nereden çıktı' 'gökten zembille indi' 'bu kadar genç de köşe yazmaya başlanır mı' soruları atılır ortaya. Mantıken yanlıştır bu sorgulamalar çünkü köşe yazarı olmanın başka bir yolu yoktur, aniden olur bu işler çünkü 'alıştırma' yapıp da gazetede yazmaya başlamaya atlama tahtası olarak kullanılacak başka bir mecra yoktur. Bir de otomatiktir bu tepkiler. Örneğin ben köşe yazmaya başladığımda 40 yaşımdaydım. Yıllardır Ankara'da çalışmıştım, İstanbul'da yazı işlerinde görev almıştım. Muhabirlik yaptığım yıllarda yüzlerce haberim birinci sayfada çıkmış, onlarcası da manşet, sürmanşet olmuştu. Bütün bunlara rağmen yazı yazmaya başladığımın daha ilk gününden itibaren 'bu adam da nereden çıktı' 'yoktan var edildi' diye konuşmaya başladılar. 'Genç yaşta yazıya başlanılmaması lazım' dediler. Bazıları aradan altı yıl daha geçmesine rağmen aynı şeyleri söylüyor, yani yapılacak fazla bir şey yok. Dolayısıyla ben yeni her yazarı, hangi konuda yazarsa yazsın okumaya, anlamaya çalışırım hep. Tepkim olsa da bazılarına, bunu içimde saklarım çünkü yazı işine soyunan soyundurulan insanların bir üslubu, tekniği yerine oturtmak için zamana ihtiyaçları olduklarını bilirim. * * * Türkiye'deki köşe yazarları arasında asıl sorun 'gayri-ciddi' olarak tanımlananlarda değil 'ciddi' olarak tanımlanan, bilinenlerde var. Bir kere bunların çoğu uzun yıllar boyunca yazı yazarak maaş almakta olmalarına rağmen görev tanımlarının ne olması gerektiği konusunda hala daha net bir fikre sahip değiller. Nedir köşe yazarının görevi? Ele aldığı konu ne olursa olsun kendisini okumak için zaman harcayacak olan insanlara bir yeni açılım sağlamak. Bu yeni açılım yeni bir fikir şeklinde de olabilir, bilinen bir fikri farklı bir boyutuyla ele almak da. Okuyucunun yüzüne küçük bir gülücük kondurmak da görev tanımı içindedir, ona iki-üç dakikalığına olsa hoşça vakit geçirtmek de. Ve aslına bakarsanız gülücük kondurmak, hoşça vakit geçirtmeyi başarmak hayli de zor iştir ve bence asıl yazı gücü o alanlarda ortaya çıkar. Beni üzen ve hayrete düşüren nokta ciddi olarak algılanan, tanımlanan bazı yazarların yıllardır hiçbir orijinal yazı, fikir üretememelerine rağmen, sadece bilineni tekrar etmelerine rağmen hala daha nasıl olup da meslek yaşamlarını sürdürmelerine izin verildiğidir. Bu mesele Türk medyasının en esrarengiz meselelerinden bir tanesidir. * * * Son bir aydır yazılanlara baktığımda şaşkınlığımın daha da arttığını söylemeliyim. Gayet tabii ki yazarların ağırlıklı bölümü son bir aydır savaş konusunu yazıyorlar. Bazıları 'Savaşa hayır' demenin kendi meslekleri açısından yeterli olduğunu zannetti bu geçen dönemde. Bence okuyucuya karşı en saygısız olanlar bunlar çünkü okuyucu onlardan kendi protestolarına katılmasını değil kendisine yeni bir şey söylemesini bekliyor. Bu günler köşe yazarları için tam bir sınav oldu açıkçası. Ne olup bittiğini okuyup, öğrenmek, çalışmak gerekiyordu. Tarihi tekrar okumak, analiz etmek, kafayı çalıştırmak zorunluydu bu dönemde. Ben okuyucunun neyin neden olup bittiğini öğrenmesi ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bunu da sadece gazete okuyarak yapamaz tabii ama biz köşe yazarlarının bir işe yaraması bekleniyorsa bunu bu gibi dönemlerde ortaya koyduğumuz yazılarla göstereceğiz. Ben savaşa karşıyım, ben barıştan yanayım, ben Amerika'ya karşıyım, 'çocuklar ölmesin, çiçekler solmasın' türünden yazılar tek atışlık yazılardır, okuyucuya kendi bölgesinde ve yaşamında oynanan büyük oyunu anlaması yolunda hiçbir şey katmayan şeylerdir ve okuyucunun normal şartlar altında bu tür yazıları okuduktan sonra 'EE ne yapayım yani, ben de aynı fikirdeyim de daha ne anlatacaksın sen bana' sorusunu okuduğu kişiye ulaştırması gerekir. Ne yazık ki bizim meslekte her şey çok kısa vadeli. Yazı da günlük tüketiliyor, hemen unutuluyor. Böyle olmasaydı 'barış yazıları 'yazdığını iddia eden insanların kendi entelektüel birikimsizliklerini gizlemek amacıyla başka şeyler yapmaya çalışan olan biteni anlamak için yazılar yazanları anında 'savaş yandaşı' olarak damgalayıp işin içinden çıkma girişimleri katiyen olamazdı. Herkesin neyi neden yazdığı, neleri anlattığı, son gelinen noktada nelerin olduğu, kimlerin hangi tespitlerinde haklı çıktığı ortada, çünkü yazı unutulsa da uçup gitmiyor isteyen istediği an kontrol edebilir, karşılaştırma yapabilir. Ben okuyucuya güveniyorum. Okuyucu kimin ne yaptığını, kendi fikirlerine uymasa da kimlerin dersine çalıştığını, kimilerinin de fos çıktığını bence görüyor. Ve bir dönem içinde de bu okuyucu 'ciddi' yazarların önemli bir bölümünü koskocaman bir fos oldukları için de eleyecek bence. (Serdar Turgut/ Akşam) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:30

İLGİLİ HABERLER