CAN DÜNDAR/MİLLİYET
Ah Firdevs bir bilsen!..
Hani o yarışmayı kazanan çocuk sana ilan - ı aşk ettiğinde ''Şimdi aşka vaktim yok. İşimi düşünmek zorundayım'' demiştin ya Firdevs...
O takıldı aklıma...
Belki o reality şovda sana düşen rol oydu; belki lüzumsuz teklifleri reddetme yöntemin buydu. Öyleyse eğer, okuma gerisini...
Ama öyle değil de, gerçekten kariyer telaşında bastırdıysan yüreğinin sesini, - ki senin kuşağında sıkça rastlanan bir ''fedakarlık'' bu - o konuda seninle dertleşmek isterim.
Dün de Milliyet'te Birsen Altuntaş'a ''Bana aşkını ilan etmekle hata yaptı. Bütün hayranları kadın... Bir şey söyleyip onun kariyerine zarar vermek istemedim'' diyorsun.
Bu nasıl bir kariyerdir ki Firdevs, aşktan örselenmektedir?
Bu nasıl aşktır ki, önce kariyeri düşünmektedir?
***
Birincisi Firdevs, eğer ''Final öncesi hissiyatım bozulur, performansım düşer, sesim kısılır'' diye sustuysan serenat yapan prensine, şunu bil ki aşk, - çoğu zaman karın doyurmasa da - hissiyatların en eşsizi, performansın katıksız besleyicisi ve bilinen en iyi ses açıcıdır. Aşkla çınlayan yüreğin sesi, semaya vurur.
Yok ''İmajım zedelenir'' sandı isen, emin ol ki, aşkla kızarmış bir çift yanaktan daha insancıl bir imaj yok ulaşabileceğin...
''Şimdi aşka dalarsam, kariyerime vakit kalmaz'' diye çekindi isen, birkaç biyografi okumanı tavsiye ederim sana... Yaşam öyküleri, kariyerini aşka feda etmiş, yüreğinin yolunu seçmiş insanlarla doludur çünkü...
***
Oscar Wilde, toplumun lanetlediği bir aşka düşüp genç bir oğlana sevdalandığında yargılanmış ama mahkemede, bütün okurlarını yitirme pahasına aşkını dobra dobra savunmaktan çekinmemişti.
Hislerini ''Lady Windermere'in Yelpazesi''nde özetleyecekti:
''İnsanın kesin seçim yapması gereken anlar vardır: Kendi yaşamını tümüyle, eksiksiz, dopdolu yaşamak mı, yoksa ikiyüzlü bir dünyanın istediği yapmacık, sığ, onur kırıcı bir varoluşa sürüklenmek mi?''
İngiliz Kralı 8. Edward, tahta çıktıktan 1 yıl sonra, ''insanın kesin seçim yapması gereken o an''a gelmiş, kariyerinin, sevdiğine kavuşmasını engelleyeceğini anlayınca, hiç tereddüt etmeden aşkını seçmiş, tahtını terk etmişti. Halkına kararını şöyle izah etmişti:
''Sevdiğim kadının desteği olmaksızın, sahip olduğum ağır sorumluluğu taşımamın mümkün olmadığını anladım.''
Bilmem Ayhan Aydan adını hiç duydun mu Firdevs; bütün Türkiye'nin sustuğu bir gün, o tek başına bir askeri mahkemenin huzuruna çıkmış ve ülkenin devrik başbakanı için, ''Ben o adamı sevdim'' demişti.
Türkiye onu hep ''Yiğit bir sevdalı'' olarak hatırlayageldi.
***
''Önce işimize bakalım'' deselerdi, kariyerlerini düşünselerdi bugün onları başka şekilde anacaktık.
Şunu bil ki Firdevs, bugün sevdalılara yollanacak ne kadar şiir, söylenecek ne kadar şarkı, kulaklarına fısıldanacak ne kadar aşk sözcüğü varsa, çoğu, sevdası uğruna gemileri yakmayı göze almış cesur aşıkların eseridir.
Aşkın, reklam sözleşmelerine, magazin haberlerine, cep telefonu mesajlarına hapsolduğu, ''İşime mani olur'' diye kapıdan kovulduğu imaj çağında manasız gelebilir bu yazdıklarım...
Ama inan ki Firdevs, ''İmajını bozan bir aşk, aşkını gömen bir imajdan'' evladır.
Seni ebediyete taşır.
Dilerim sevda hiç eksik olmasın yüreğimizden...
MEHMET Y. YILMAZ/ MİLLİYET
'Eski aşk paslanmaz!'
Ben görmedim ama görmem de şart değil.. Atasözünde öğütlendiğinin aksine çok gezenin değil, çok okuyanın bildiğine inanırım. Bunu da bir yerde okumuş, not etmiştim. Virginia Üniversitesi'nde bir güneş saati varmış. Üzerinde de şöyle bir yazı:
''Zaman, bekleyenler için çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için çok uzun, sevinenler için çok kısadır. Ama sevenler için sonsuzluktur. Saatler uçar, çiçekler solar, yeni günler, yeni yollar geçer gider, aşk kalır..''
Bugünün anlam ve önemine binaen siz de okuyun istedim bu sözü..
Daha önce Simon Vouet'nin bir resminden söz eden bir yazı yazmıştım. Tablo ''Umut, Aşk ve Güzellik'in yendiği Zaman'' adını taşıyor. Bu tablonun bir kopyası o yazıyı yazdığım günlerde bir okuyucum tarafından çerçevetilmiş olarak bana gönderilmişti. O günden beri de masamın arkasındaki duvarda asılı duruyor.
17. Yüzyıl Paris'inin en beğenilen ressamlarından biri Vouet.. Onun klasikleşmiş Barok üslubu resme ilahi bir hava da katıyor.
Kişisel düşüncem aşkın en büyük düşmanının zaman olduğunu savunan geleneksel görüşün pek de doğru olmadığı yolunda..
Zaten bu tabloyu beğenmemin, güneş saati üzerindeki sözü hep hatırlamamın nedeni de bu.
Aşk insanı genç tutar
Aşkın olgunluk dönemine erişmiş insanlar için gelip geçici bir heves olmadığını, bir kere kavuştuktan sonra aşk tutkusunun eriyip gitmeyeceğini söyleyen sözlere de bu nedenle meraklıyım.
Bir Yunan atasözü not etmişim mesela: ''Seven kalp daima gençtir'' diyor..
Bir de şu var not defterimde:
''Aşk su çiçeği gibidir, hayatta bir kere yakalanırsınız ve ne kadar geç yakalanırsanız o kadar zor geçer.'' Bunu da kim olduğunu bilmediğim H. W. Shaw söylemiş, Bernard Shaw ile karıştırmayın ama..
Bir de Alman atasözü: ''Eski aşk paslanmaz!''
Sanırım gençlik aşkları ile olgunluk aşkları arasındaki en önemli fark ilkinin gençliğin doğasına uygun olarak kendini hızla tüketebiliyor olmasında..
Belki de gençlik aşklarına başka bir isim uydurmalıyız diye düşünüyorum.
O zaman aşkın ömrü üç yıldır, yok hayır beş yıldır gibi saçma bir tartışmayı sürdürmemiz de gerekmezdi herhalde..
Cennetten ateş çalmak
Öte yandan çelişkili gibi görünebilir ama aşkın insanın gerçekte genç kalmasını sağlayan bir duygu olduğunu da düşünenlerdenim.
Yaşama bağlanmayı, her sabah yeni bir heyecanla uyanmayı, karşılaşılan her iyi şeyi sanki ilk kez görüyormuşçasına heyecanlanmayı sağlar..
Bunun için Arthur Ving Pinero'nun sözünü not etmişim: ''Derinden sevenler asla yaşlanmaz.. Yaşlılıktan ölebilirler ama genç ölürler..''
Âşık olan insanın kendisini cennette yaşıyormuş sanması da büyük ölçüde bu heyecanın varlığından kaynaklanıyor her halde..
Delphine de Girardin şöyle söylemiş:
''Sizi seven birini sevmek, size hayran olan birine hayranlık duymak, yani gözdenin gözdesi olmak insanoğlunun mutluluk sınırını aşar; bu cennetten ateşi çalmak demektir.''
Ve Bernanos'tan bir alıntı: ''Cehennem Madame, artık sevmemektir!''
Bu sevgililer gününde daha fazla bir şeyler söylememe bilmiyorum gerek var mı?
Bugünü sevdiği bir insanla paylaşabilenlere ne mutlu..
HINCAL ULUÇ/SABAH
Aşklar var, unutulmamak için..
Önce hemen söylemeliyim ki, ben bir eşeğim.. Bu benim kaçıncı eşekliğim.. Haber alıyorum.. Harika bir şey olacağını hissediyorum.. Ama oturup size haber vermiyorum..
O gece İş Sanat'ın salonuna girerken gördüğüm boş koltuklardan kendimi nasıl sorumlu hissettim..
Üstelik bedava..
''Aşklar var unutulmamak için'' diye bir şiirsel gece düzenlemişler.. Sevgililer Günü haftasına başlarken.. O gece herkes başka yerde olur diye, öne alarak..
***
Perde açıldığında bir şeyler görülmüyor.. Seçiliyor belli belirsiz.. Eski bir meyhane sanki.. Bir köşede piyanist.. Masalarda tek tük müşteriler.. Sigara.. Mumlar.. Kadehler..
Ve karanlığın içinden şiirler başlıyor..
Nazım.. Koca Nazım ve koskoca bir şiir.. Sesi duyuyor, arkaya düşen yazıları da okuyorsunuz.. Şiir iki duyunuzla birden yol alıyor kalbinize..
Işıklar yükselirken kırmızılar içinde Tilbe Saran yürüyor sahneye..
''yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.''
Öyle okuyor ki Tilbe, coşuyor salon.. Alkışlar inliyor..
Şiirler aşkı anlatıyor.. Atilla Birkiye'nin yazdıkları.. Sahne aşkları yaşıyor, Mehmet Birkiye'nin şiirler kadar güzel yorumuyla..
Türk edebiyatının en güzel aşk şiirleri birer birer vuruyor sizi kalbinizden..
Aralarında hiç duymadıklarım da var.. O geceye dek duymadığıma üzüldüğüm..
Metin Belgin'in okuyuşu, şiirin kendisi kadar acı-tatlı..
''Dün güzel bir kadın geçti
Kabrimin yakınından
Doya doya seyrettim
Gün hazinesi bacaklarını
Gecemi alt üst eden
Söylesem inanmazsınız,
Kalkıp verecek oldum
Düşürünce mendilini;
Öldüğümü unutmuşum..''
İnsana öldüğünü unutturan bir güzellik başka nasıl anlatılır ki?..
Şu ifadeye bakar mısınız?..
''Seni düşünürken
Bir çakıltaşı ısınır içimde..''
Bir çakıltaşının insanın içinde ısınmasını düşünmüş müydünüz hiç?.. İçimde ne cehennemler yandı, bilirim de..
Özdemir Asaf olmadan aşk olur mu?..
Hakan Gerçek harikaydı tüm şiirlerde zaten..
''Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim.
Sen de bilme Lavinia..''
Ve de Ümit Yaşar tabii..
Ben İspanyol Meyhanesi'ni bin kez dinledim.. Ama bu kadar güzel bir sahneleniş hatırlamıyorum..
Arka masada mezzosoprano Aylin Ateş ile tenor Hüseyin Likos var.. Serdar Yalçın'ın piyanosu eşliğinde opera tarihinin en güzel aşk şarkılarını söylüyorlar.
Aylin kalktı ayağa loş ışıkta ve Carmen'in, o ateşli İspanyol kadınının dünyaca ünlü şarkısını söylüyor.. Hem de ne söylüyor.. Söyledi, söyledi ve o söylemeğe devam ederken Tilbe Saran girdi üzerine..
''Kararmış tahta masamızda bir şişe şarap'' diyerek..
''Hey garson
Sustur şu çığlık sesli kadını
Söyle masamıza gelsin, beraber içelim..'' diye sürdürerek..
İnsanın ''Ayrılanlar için''i yazması için nasıl bir aşk yaşaması gerektiğini düşündünüz mü?..
Güneş Berberoğlu, okumuyor, yaşıyor..
''Her kederin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir''
demesi kolay da, unutması o kadar kolay mı?..
Herhalde kolay..
Dönüp bakıyorum kendime.. Ne unutulmaz aşkları unutmuşum.. Unutmasa insan yenisini nasıl yaşar ki, ayni ateşle?..
Şiirler bir tokat gibi patlıyor arka arkaya seven kalplerde..
Ve Hüseyin Likos, dünyanın belki de en güzel aşk şarkısını, Puccini'nin notaları ile söylüyor..
''E lucevan le stelle..''
Sonra yine dizeler.. Dizeler..
Dikkatimi bir şey çekiyor..
Bunların hepsi, erkeğin kadına söyledikleri..
Niye tüm aşk şiirlerini erkekler yazmış?..
Hani kadınlar daha iyi ''Duyar''dı erkeklerden..
Ya da duyuyor da böyle güzel ifade mi edemiyorlar..
İfade etmek kolay değil..
Öyle olsa, ben tüm gençliğimi, sevgililerimin kulağına başkalarının sözlerini fısıldayarak mı geçirirdim..
Yanımda sevgilim olsaydı o gece ''Bak iyi dinle.. Bunların hepsini ben sana söylüyorum'' derdim..
Derdim ama..
Bedri Rahmi'nin sözcükleri ile derdim..
''Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.''
HAYRULLAH MAHMUD/STAR
O'nsuz sahilde?!
KRİSTAL cam vitraya bir Fransız Kralı, elmas uçlu bıçağıyla şunları yazmış:
'Kadın değişkendir, O'na inanan erkek delidir!'
Pavarotti'nin sesinden yükselen 'La donna e mobile' şarkısı da, yüzyılların içinden süzülüp gelen bu söze atıf yapar!..
Dünyanın en büyük doğa felaketi 'kasırga'lara da, bir kadının adını verme alışkanlığı buradan gelmektedir!..
Sabah kalktığınızda 'sakin' gördüğünüz deniz... Öğleye doğru yerini 'fırtına'ya... Akşama doğru da 'kasırga'ya terk etmiş olabilir!.. Ortalık savaş alanına döndükten sonra, yeniden 'sakin' haline dönebilir!.. Dönüşebilir!..
Boşuna 'Kadın, deniz gibidir' dememişler!
Eğer ortada 'aşk' diye bir şey varsa... Bir ilişkide 'deniz'in tüm halleri görülür!..
Kimi aşklar 'kreşendo ritmi'nde, gittikçe yükselen bir ivme vardır... Kiminde de gittikçe alçalan ve biten bir ilişki, bir son!.. Ama hangisi olursa olsun, ikisi de yıpratır, üzer!.. Kimi 'hasret'ten, kimi de 'haset'ten!.. Tek teselli, yaşanan hoş 'an'lardır!..
Onun için erkek aşıklara tavsiyem, sevgililerinde gördükleri ilk hava değişikliğinde umutsuzluğa kapılmamaları... Bu durumun geçici olduğunu kabul etmeleri olacak!.. Çünkü kadınların bu durumu, 'doğanın biz erkeklere dayattığı' bir gerçek!..
Siz de aşık olduğunuz o kadınla mutlu mesut yaşamak istiyorsanız, doğa ile mücadele etmeyi öğrenmelisiniz!.. Fırtına ve kasırgalardan korunmak için, her zaman saklanacak sağlam bir barınağınız olmalı!..
En büyük hoca?!
Sanki Shakespeare şu sözünü, tutkulu aşk sonrası evliliği tercih eden erkekler için söylemiş:
'Korkaklar, ecelleri gelmeden birkaç kere ölür! Cesurlar ise ölümü bir kere tadar!'
Evlilik için o cesaret şart!..
Bernard Shaw, 'Aşk insana vakar, ağır başlılık, hatta güzellik verir' der.
Moliere ise bir başka gerçeğe atıf yapar:
'Aşk büyük bir hocadır!'
Oscar Wilde ise 'Erkekler her zaman bir kadının ilk sevgilisi olmak isterler. Kadınların hoşuna giden şey ise bir erkeğin son aşkı olabilmektir.'
Yunus Emre de şöyle der:
'Aşk, aşıkı şir eder / Aslanı zincir eder / Katı taşı mum eder.'
Bunlar yaşamın içinden süzülüp gelen özlü sözler...
Bu anlamda birkaç satır daha yazayım...
Bundan birkaç 14 Şubat öncesiydi!..
Aşıklar Günü'nün ilk saatleriydi...
Ekranda, Sezen Cumhur Önal'ın hazırlayıp sunduğu, Müzik Rüzgarı programı vardı.
Yine eski aşkları, çikolata renkli sanatçıları, kadife sesli şarkıcıları anons ediyordu.
Aşk üstüne söylenmiş en güzel sözlerle bezeli anonsları art arda patlatıyordu... Bir anda bulunduğum zaman diliminden beni çekip çıkarmış, yıllar öncesinin şimdi silikleşmeye başlamış hatıralarının arasına sokmuştu...
Anılar akıp gitmeye başlamıştı, gözlerimin önünden... Bir puro yakıp, kadehteki şarabımdan bir yudum alıp, kendimi geceyle gelen duygu dolu melodilerin arasına bırakmıştım...
Ve...
Derken, Nilüfer, o büyülü sesiyle geceyi yırtıp gelmişti karşıma...
Sözlerini Sezen Cumhur Önal'ın yazdığı, benim en çok sevdiğim şarkıyı söylüyordu:
'Seni beklerim öptüğün yerde,
Belki bir akşam dönersin diye,
Belki dönersin eski günlere...'
Uzun yıllar benim gibi 'platonik' boyuttan aşkı yaşamış biri için... Hayatımın bir döneminin geçtiği Urla sahilleri unutulmazdı... Bir güzel yüzün, tatlı bir bakışın peşinden 16 yıl sürüklenmişim... O acı hasret dolu günlerden benim kazancım, bugünkü birikimim oldu.
Yani, 'Seven bir gönlün kimseye kötülük yapmayacağını... Düşünen bir beynin de kir tutmayacağını' gerçeğini, o günlerin devamında öğrendim.
O tutku dolu anları, en güzel Sezen Cumhur'un sözlerini yazdığı bu şarkı anlatıyordu...
Az mı şiirler okudum, o sevgilinin hayalinin sindiği gecelerde tek başıma...
O'nu onsuz geçen nice güzel anlarda, yüreğim içinde saklayıp, sarmaladım...
Platonik aşıklar için daha bir zor geçer, 14 Şubat!.. İşte o günlerde, en çok yanımda olan, romantik dakikaların en güzel sesiydi Sezen Cumhur Önal... Onun büyülü sesini nerede duysam şimdi 'Aşk saati' derim...
Şişesine sıkışmak
Nitekim... Edebiyat da biraz abartı, 'şişesine sıkışmış şampanya' gibi duyguların satırlarda patlaması değil midir?!
Duyguların coştuğu, sığınacak liman aradığı o saatleri yaşamayanlar için bunları anlamak mümkün değil, tabii ki!.. Aynen sözlerini Sezen Cumhur'un yazdığı o şarkıda olduğu gibi:
'Seni beklerim öptüğün yerde...
Belki bir akşam dönersin diye...
Dönersin belki eski güzel günlere...'
Ve... Son olarak... Ben de Shakespeare'in dediği gibi 'birkaç kez ölmek' yerine, gözünü karartıp evlenenlerdenim!..
Bu 14 Şubat'ta hamile olan eşim Güllü, İstanbul'da, ben de işim nedeniyle Ankara'da olacağım!..
Ayrı şehirlerde de yaşıyor olsak, biliyorum ki tüm duygu dolu aşk şarkıları bizim için çalacak!..
'La donna e mobile!'
'La donna e mobile!'
'La donna e mobile!'
Ayşe ÖZEK KARASU/HÜRRİYET
Aşık insanın bedeni kaç para eder?
Hadi insanı aklından ve ruhundan soyalım. Aşkın ve aşkı yaşayan bedenlerin madde bazında tarifini yapalım.
Birinci soru: Aşk bir duygu mudur? Son araştırmalara göre bunun duygularla hiç ilgisi yok. Hormonların tetiklediği içgüdüsel bir oluş aşk. İkinci soru: İnsan vücudu kaç para eder? İnsan bedeninin içerdiği elementler toplandığında ortaya çıkan borsa değerini kastediyorum. Yani karbon, potasyum, demir gibi kimyasal madde ve madenlerin yekûnunu. Farklı kaynaklarda, 98 centten 15 dolara kadar uzanan değişik rakamlar var.
Ömür boyu sürecek bir ilişki istiyorsanız gidip bungee jumping yapacaksınız. Karşılıklı aşka düşmenin en garantili yollarından biri bu.
Çünkü bir araştırmaya göre, ilk buluşmada şöyle okkalı cinsinden korku yaşayan çiftler, bunu aşık olmakla karıştırıyorlar. Bu nedenle lunaparklarda başlayan ilişkilerin başarılı olma şansı hayli yüksek.
Göz göze bakışmak da aşık olmak için iyi bir yol. Amerikalı psikolog Prof. Arthur Arun aşkın dinamiğini araştırırken şöyle bir deney yapmış; birbirine tamamen yabancı kadın ve erkekleri karşı karşıya getirip, önce bir buçuk saat süreyle hayatlarını en ince ayrıntısına kadar anlattırmış, sonra da dört dakika hiç konuşmadan göz göze baktırtmış. Deneyden sonra çiftlerin çoğu fena halde çekime kapıldıklarını söylemişler. Hatta içlerinde evlenenler olmuş.
Prof. Arun'un çiftleri bir buçuk saat konuşmuş, ancak bazı araştırmalar flört aşamasında sözlerin pek o kadar önem taşımadığını gösteriyor. Buna göre insanın birini beğenip beğenmediğine karar vermesi 90 saniye ila 4 dakika sürüyor. İşte bu süre içinde karşı tarafa verilen mesaj şu yollarla gidiyor: Yüzde 55 vücut dili, yüzde 38 sesin tonu ve hızı, yüzde yedi söylenen söz.
ÜÇ AŞAMALI KİMYASAL AŞK
New Jersey'deki Rutgers Üniversitesi'nden Helen Fisher'e göre aşkın ömrü en az 17 ay sürüyor. Aşkın biyokimyası alanında en ünlü araştırmacılardan biri olan Helen Fisher, daha uzun ömürlü bir aşkın pek pratik olmadığı görüşünde. Çünkü yemeden içmeden kesilip, uykuları kaçan, düşler aleminde gezen çiftler ne adam gibi çalışmaya ne de çocuk yetiştirmeye elverişli olabilir.
Fisher'e göre aşk, farklı kimyasalların devreye girdiği üç evreden oluşuyor. Birinci aşamada şehvet var. Seks hormonları testosteron ve östrojenin güdümlediği şehvet, Fisher'in deyişiyle kadın ve erkeğin 'aranmasına' yol açıyor. Sonra da gerçek aşka düşülen çekim aşaması geliyor. Yani insanların aşktan başka hiçbir şey düşünemediği evre. İştah ve uykular kaçıyor, hayaller kuruluyor. Bu sefer de nöro-iletkenler devreye giriyor. Kokain ve nikotinle de aktif hale gelen dopamin, insanı sırılsıklam terleten ve kalbini gümleten adrenalin ve geçici deliliğe sürükleyen serotonin.
Nöro-iletkenlerle zıvanadan çıkmış bir yaratığa dönüştükten sonra, eğer ilişki devam edecekse bağlanma safhasına giriliyor. Çoluk çocuğa karışılan bu uzun evrede, sinir sisteminin salgıladığı iki hormon öne çıkıyor. Bu iki hormon kadın ve erkeğin birbirine bağlı kalmasını sağlıyor. Her iki cinsin de orgazm sırasında salgıladığı oksitosin, çiftin yakınlığını koruyor. Teoriye göre çiftler ne kadar çok seks yaparsa, aradaki bağ o kadar derinleşiyor. Doğum sırasında da salgılanan bu hormon, hem süt oluşumuna yardım ediyor, hem de anne ile çocuk arasındaki bağı kuvvetlendiriyor. Uzun dönemli bağlılık evresinde rol oynayan diğer önemli kimyasal vasopressin.
GENLER BOŞANMAYI BİLE BELİRLİYOR
İnsanı akıl ve ruhtan soyduk ya, iş kimyasallarla bitmiyor. Genler de işin içinde. Aşkın çekim gücünü araştıran bazı bilim adamları, insanların eş seçimini evrim teorisiyle açıklıyor. İnsan, olabilecek en iyi genlere sahip kişiye meylediyor. Çünkü iyi genler, sağlıklı bir çocuğun garantisi ki, soy sop devam etsin. İyi genlerin de bazı bedensel göstergeleri var. Örneğin kadınlarda doğurganlığı gösteren ince bel ve dolgun kalça ve mükemmel bir simetri. Çünkü asimetrik görüntüler genetik sorunlara işaret ediyor. Araştırmalara göre erkekler özellikle simetrik yüz hatlarına sahip kadınları tercih ediyor. Kadınların beğenisinde ise simetriye yönelik önemli bir vurgu yok. İçgüdüsel olarak erkekte yiyecek getirme ve koruma yeteneği arıyor. Tabii bu da genlerden değil, rütbe ve statüden belli oluyor.
Boşanmaları da genler belirliyor. Davranış genetiği alanında çalışan araştırmacılara göre boşanmanın kaderi genlerde yazılı. Tek yumurta ikizlerinin yaptığı evliliklerin sosyal statüsü her ne olursa olsun, ikizlerden biri boşanıyorsa, diğeri de mutlaka boşanıyor.
Aşık oluş sürecinde kokular da devrede. İsviçre'deki bir araştırmada kadınlara, yıkanmamış erkek tişörtleri koklatılıyor ve kadınlar bağışıklık sistemi kendisininkinden farklı olan erkeğin tişörtünü seçiyor. Bu içgüdüsel davranış, doğacak çocuğun iyi bir bağışıklık sistemiyle donanması için farklı bir gen yelpazesine sahip olmasını garanti ediyor.
VÜCUTTAKİ SİLAH DEPOSU
Peki hormonları ve genleriyle aşka düşen insan kaç para eder? İnsanın bedeninde kükürt, magnezyum ve karbondan, potasyum, bakır, fosfat ve demire kadar uzanan bir dizi elementin gramajlarına göre hesaplanan borsa değeri ilk kez 1940 yılında ortaya atılmış. Şimdi lağvedilmiş bulunan Amerikan Kimya Bürosu o dönemde ortalama 75 kiloluk bir insanın topu topu 39 cent ettiğini ilk kez açıkladığında önemli bir şok yaşanmış. Sonraki yıllarda Amerikalı anatomi profesörü Harry Monsen bu işin takipçisi olmuş ve 1970'ler içinde bedenin element değerinin 98 centten 5,60 dolara kadar yükseldiğini hesaplamış. Kendi hesap yeteneğim olmadığı için bulduğum son rakam 1994'e ait: 14.75 dolar.
İnsan bedenindeki elementler bir işe yarar mı? Evet yarayabilir. 75 kiloluk bir bedendeki karbondan 900 adet kurşun kalem yapmak mümkün. Ayrıca vücuttaki 680 gram potasyumdan, oyuncak boy bir topu ateşleyecek kadar barut; demir sayesinde misket büyüklüğünde top güllesi ve oyuncak topu ateşlemek üzere fosfattan 2 bin 200 adet kibrit başı yapabilirsiniz.
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:38