
Nur-u Muhammedi-32!.. Peygamber Efendimizin doğumu ve o sırada olan olağanüstü işler
NUR-U MUHAMMEDİ (32)
PEYGAMBER EFENDİMİZİN DOĞUMU VE O SIRADA OLAN OLAĞANÜSTÜ İŞLER
Amine Hazretlerinin hamilelik süresi tamam olup, doğumu yakın olduğu zaman, Kabe-i Mükerreme ikiye bölündü.
Kâbe’nin durduk yere ikiye bölünmesi ile Kureyş taifesi feryad edip çok korktu.
Taifenin bu hali üzerine Benihaşim şöyle dedi;
- Kâbe-i Mükerreme’nin yarılması ancak Abdülmüttalib’in oğlu Abdullah’ın ölümü dolayısıyla oldu.
Benizüheyr şöyle dedi;
- Amine’nin babası Vehb bin Abdimenaf Arab’ın pek cesuru, Kureyş’in kahramanı ve yiğitidir. O öldüğü için Kâbe ikiye yarılmıştır:
Onlar böyle konuşurken Kâbe-i Mükerreme’nin içerisinden şöyle bir ses geldi;
- Ey Kureyş topluluğu. Kabe bir kimsenin ölümüyle yarılmadı.. Lakin dünyanın nuru, ahiretin şeref, cennet ehlinin kandili olan Muhammed bin Abdullah (Sallallahü aleyhi ve sellem) ana karnından çıkmayı ister.
O öyle bir alicenab peygamberdir ki; müşriklerin putlarla ve sanemlerle kirlettiği ben Beyt-i Mükerrem’i temizleyecektir.
O evvelki nur cemalimi yerine getirecektir.
İman nuru ile pürnur kılıp insanların kıblesi edecektir.
Ve onun ümmeti yılda bir kere olmak üzere hac ederek, bana tazim edecektir.
İşte bu cümle sebeplerden ötürüdür ki; Kâbe ikiye ayrılmıştır.
Peygamber Efendimizin doğum gecesi Allahü azimüşşan meleklere şu emri verdi;
- Göklerin bütün kapılarını, cennetin bütün kapılarını açın.
O gün doğan güneş, sair günlerden nurlu ve ruşen, büyük bir nurla bütün dünyaya yayıldı.
Ta ki, o gecenin, günün ve güneşin nurundan bütün dünya ehli; esas nur olan Peygamber Efendimizin dünyaya teşrif ettiğinden haberdar olalar.
Abdullah bin Selâm o günü şöyle anlattı;
- Peygamber Efendimizin doğduğu gece, Ehl-i kitap bilginlerinden biri ile beraberdim. O bilgin başını semaya kaldırıp bana şöyle dedi, “Ey İbn-i Selâm, bu gece Mekke’de Nebiyy-i Arabi Muhammed bin Abdullah anasından doğdu. Doğumu bütün âlemi pürnur eyledi.
Ben de şöyle dedim;
- Nerden biliyorsun, bunu sana kim bildirdi?
Şöyle cevap verdi;
- Semaya baktığım vakit, orada büyük bir nur âlemi gördüm. Dünya yaratılalı böyle bir şey görülmemiştir. Bundan bildim.
O sırada ben karanlık odaya girdim. Şöyle gördüm. Sanki odanın içerisinde yetmiş tane mum ve kandil yanmış. Orası bir aydınlık ve ruşendi.
Hayran oldum.
O gecenin tarihini yazdım.
Sonra Medine’ye geldiğimde işin gerçeğinin o bilginin dediği gibi olduğunu öğrendim.
Hazret-i Âmine şöyle anlattı;
Resûlullah’ın doğumu olduğu zaman yanımda erkek veya kadın hiç kimse yoktu.
Büyükbabası Abdülmuttalib daha Beytullah’ı tavafa gitmişti.
Ben evimde yalnızdım.
Aniden korkunç bir gürültü ve seda işittim.
Büyük bir şey görmüş olduğumdan, kalbime korku geldi.
O anda bir grup kuş peydâ oldu. Ağızları zümrütten, kanatları yâkuttandı. Gümüş ibrikler tutarak havada duruyorlardı. Bana korku gelip terlemiştim, ter damlalarından misk kokusu yayılıyordu.
Peşinden bir beyaz kuş çıktı. Gelip göğsüme kondu ve göğsümü sıvayınca benden korku gitti.
Kesin olarak bende bir ağrı ve keder kalmadı.
Yanımda süt gibi beyaz bir kâse şerbet gördüm. O şerbeti bana verdiler. O anda çok susamış idim. Verilen şerbeti içtim. Baldan tatlı ve soğuk idi. İçer içmez susuzluğum gitti. Sonra büyük bir nûr gördüm, Evim o kadar nûrlandı ki, o nûrdan başka bir şey görmüyordum.
Bundan sonra çokça hatunlar gördüm.
Servi gibi uzun boylu gayet güzel cemal sahibiydiler. Sanki onlar Abdimenaf kızları gibiydi.
Onlar gelip halka halinde etrafıma oturdular.
Onlara hayran hayran bakarak şöyle söylendim;
- Bunlarda kim acaba. Benim halimi bunlara kim haber verdi de kalkıp geldiler?
Ben bunları düşünürken onlardan birisi şöyle dedi;
- Ben Âdem’in (Aleyhisselam) hanımı Havva’yım.
Öteki ise;
- Ben İbrahim Aleyhissilem’ın hanımı Sare Hatun’um.
Diğeri;
- Ben de Asiye bnt. Mezahim’im.. (Firavunun karısıydım)
Son olarak öteki de;
- Ben Meryem bnt. İmran’ım.. Hazret-i İsa’nın annesiyim.
Diğerleri de cennet hurileridir. Teşrif buyuracak mükerrem nebiyi tazim ve tebcil için geldik.
Her an daha evvelinkinden daha şiddetli gürültü ve sedalar, korkulu sesler işitir oldum.
Tam bu sırada gökten ipekli bir perde yere kadar gerildi.
Bu perdenin gerilişi, Resûlullah’ı cinlerin gözünden saklamak içindi.
Bir takım yeşil kuşlar geldi. Bunların burunları zümrütten ve kanatları yakuttandı.
Bu kuşlar yanıma kadar geldi. Göğsüme kadar yaklaşıp burunları ve kanatlarıyla öper gibi yaptılar.
Sonra çevremde dönüp durdular.
Bütün bunlar olurken Yüce Hak gözümden perdeyi kaldırdı. Bütün âlemi bana açtı.
Yeryüzünün meşrıkını ve mağribi gördüm. Yine gördüm ki üç sancak getirdiler.
O sancaklardan birisini meşrıka diğerini de mağribe diktiler. Üçüncüsünü de Kabe’nün üzerine diktiler.
Etrafımda çok sayıda melekler toplandı.
Yine gördüm ki; o mükerrem çocuk benden zahmetsiz ve meşakkatsiz olarak doğup dünyaya teşrif etti.
Oğlum Muhammed doğar doğmaz, mübârek başını secdeye koydu ve şehâdet parmağını kaldırdı.
O anda gökten bir parça beyaz bulut indi. O’nu kapladı. Bir ses işittim;
-Onu mağripden meşrıka kadar her yerde gezdirin. Tâ ki cümle âlem onu, ismiyle, cismiyle ve sıfatıyla görsünler.”
Sonra o bulut gözden kayboldu ve Resûlullah’ı bir beyaz yünlü kumaş içinde sarılı gördüm. Yine o sırada yüzleri güneş gibi parlayan üç kişi gördüm.
Birinin elinde gümüşten bir ibrik, birinin elinde zümrütten bir leğen, birinin elinde de bir ipek vardı.
İbrikten sanki misk damlıyordu. Resûlullah’ı o leğenin içine koydular. Mübarek başını ve ayağını yıkadılar ve ipeğe sardılar. Sonra mübârek başına güzel koku sürüp, mübârek gözlerine sürme çektiler ve gözden kayboldular.”
ALLAH’IM RESÛLULLAH SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM EFENDİMİZE, ONUN ÂLİNE VE ASHABINA SALÂT VE SELÂM EYLE...
Bakıp gördüm ki; sünnet olmuş ve göbeği kesilmişti..
Beyaz bir ipekliye sarmışlardı.
O halde Mübarek başını yere koyup secdeye vardı.
Mübarek sağ elinin şahadet parmağını kaldırıp Yüce Hakk’a tazarru ve niyaz ediyordu.
Kulak verince şöyle dediğini işittim;
- Şahadet ederim ki; Allah’dan başka ilah yoktur. Ben Alllah’ın Resûluyüm.
Büyüklük yönüyle Yüce Allah en büyüktür. Bütün çokluğuyla Allah’a hamd olsun.
Sabah akşam Allah’ı tesbih ederim.
Allah’ım... ÜMMETİM, ÜMMETİM….
Resûlullah daha doğar doğmaz böylece halikına ve mabuduna tazarru ile niyaz ediyordu..
Muhammed aleyhisselâmın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğduğu sırada Hazret-i Âmine’nin yanında Abdurrahman bin Avf’ın annesi Şifâ Hâtun, Osman bin Ebü’l-Âs’ın annesi Fâtımâ Hâtun ve Peygamberimizin halası Safiyye Hâtun vardı.
Bunlar da gördükleri nûru ve diğer hâdiseleri haber verdiler.
Şifâ Hâtun şöyle anlatıyor: “Ben, o gece Âmine’nin yanında idim. Muhammed aleyhisselâmın doğar doğmaz duâ ve niyâz ettiğini işittim.
Gâibden; “Yerhamüke Rabbüke” diye söylendi.
Sonra bir nûr çıkıp o kadar ışık verdi ki, doğudan batıya kadar her yer göründü...
Bundan başka birçok hâdiseye şâhit olan Şifâ Hâtun; “Ne zaman ki, O’na peygamberlik verildi; hiç tereddüt etmeden ilk îmân edenlerden biri de ben oldum.” dedi.
Safiyye Hâtun da şöyle anlatmıştır:
Muhammed aleyhisselâm doğduğu sırada her tarafı bir nûr kapladı.
Doğar doğmaz secde etti, mübârek başını kaldırıp açık bir dille “Lâ ilâhe illallah, innî resûlullah” dedi.
O’nu yıkamak istediğimde, “Biz O’nu yıkanmış olarak gönderdik.” denildi.
O sünnet olmuş ve göbeği kesilmiş görüldü.
O’nu kundağa sarmak istediğimde sırtında bir mühür gördüm, mührün üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılı idi.
Doğar doğmaz secde ettiği sırada hafif sesle bir şeyler söylüyordu, kulağımı mübârek ağzına yaklaştırdım;
“Ümmetî, Ümmetî” (Ümmetim, ümmetim) diyordu...”
Hele bir düşün de bak...
O Nebiyy-i Muhterem daha doğar doğmaz, “Ümmetim. Ümmetim” diyerek bizi Yüce Hak’dan diliyor.
Bize gelince...
Biz, dünya ve ahirette onun şefaatine muhtaç olduğumuz halde, gaflet edip onun sünnet-i şerifelerini terk ediyoruz.
O’nun pak şeriatına bağlanmamakta inat ediyoruz ve direniyoruz.
Bir türlü teslim olmayıp, nefsimize esir oluyoruz.
Gece ve gündüz salât ve selâm ile o’na bağlanmayı bırakıp gaflete dalmak suretiyle kusurlu olmak bize layık mıdır?
Hiç mi düşünmeyiz ki, bir gün MUTLAK o huzura varacağız?
Bunu unutmadan hep düşünmeliyiz ki.. Kendimizi gafletten alalım.
Gece ve gündüz aralıksız O’nun pak şeriatı ile amel etmeliyiz.
O’nun getirdiği hidayet yoluna girmeli ve O’na her zaman Salât ve selâm okumak suretiyle aramızda bağlılık peydahlamalıyız.
Hak Teâla cümlemizi ıslah edip bu anlatılanları yerine getirmeyi cümlemize başarı ile ihsan buyursun inşallah...
Âmin...
Nebilerin ve Resûllerin efendisi hürmetine....