Türk basınını mahvetmek için Saylon gezegeni yöneticileri tarafından gazeteci kılığına sokulup gizlice dünyaya gönderilmiş ve aramıza katılmış olan bazı arkadaşlar, yeni bir yazar bulmuşlar, onun reklamını yapıyorlar.
Bu yazar bir hanım yazar.
Yok, Gönül Yazar değil canım... Gerçi o, şu yaşında bile yazsa nice yazarı cebinden çıkarır ama... Mürekkebi kurumaz, hokkası derindir. Diviti taş gibi.
Sözkonusu hanım bir roman yazmış ve konuyla ilgili olarak basına verdiği demeçte ‘sevmeden sevişmem’ demiş. (Bu herhalde ‘bizde para çalışmaz’ anlamına geliyor... Hanım zevk için yazıyor... Köftehooor, ağzının tadını biliyor!)
Hanımın resmine baktım: Evet, gerçekten de sanatı kuvvetli. Hanım kitap gibi.
Bu roman, besbelli ‘okumalık’ değil, ‘yemelik’.
Belki içinde yemek tarifi bile vardır. Ağır roman!
Okuma da yanında yat...
Umarım hanım bu romanı kendisi yazmıştır. ‘Zenci’ nedir, bilir misiniz?
Hayır, o bildiğiniz zenci değil. Edebiyat dünyasında, birinin adına kitap yazana zenci (negre) derler, sonra onu alır, kendi imzanla yayınlarsın.
Bu şerefsiz bir tutumdur ama Alexandre Dumas bile yapmıştır. Romanlarının çoğunu Auguste Maquet adında bir ‘zenciye’ yazdırır, aslında yirmi hatta otuz kişilik bir ‘zenciler’ ekibi çalıştırırdı. Bunlar gece gündüz köle gibi çalıştıkları için mi ‘zenci’ tesmiye edilmiş, yoksa arka yüz, ya da ‘yazarın negatifi’ mi denilmek istenmiş (hani ‘fotoğrafın arabı’ gibi), bilmiyorum. Belki de Dumas bir melez olduğu için (babası zenci anası beyazdı) uydurmuşlardır.
Ay ne çok malumat verdik, bizim hanım yazara ağır gelecek...
Çünkü eskiden ‘ayol hayatımı anlatsam roman olur’ cümlesini, pavyon konsomatrisleri hovarda müşteriyi etkilemek için kullanırlardı. Sonraları, ‘ben annemi babamı çok severim, birkaç çocukla konuştum, günün birinde evlendim, çatır çatır iki de çocuk doğurdum, biri kız biri oğlan’ düzeyinde anılarını yazan hanımlar da gördük.
Umarım zenci kullanmamıştır romanı yazarken. İyi bir yazar zenciyi masa başında değil de nerede kullanacağını bilmeli!
Türkiye bir yazar tarlasına döndü, kalçası azıcık fırlak, memesi azıcık tombul olanı yazar yapıyorlar. (Ne olmuş, benim de hem gözlüğüm hem göbeğim var işte! Böyle mi geçecek ömrüm, neyim eksik sizlerden?)... Eskiden üç büyük romancımız vardı. şimdi üç yüz küçük romancımız var.
Ancak bu hanım yazar meselesi yeni bir muamma değildir karşımızda.
Edebiyat dünyamızın erkekleri genellikle abazanlıktan çatır çatır çatlayageldiklerinden, altmışlı yıllarda piyasaya çıkan iki kadın yazar arasında yarışma düzenlemişlerdi (biri vefat etti, ötekini bugün kimse ne tanır ne okur)... Sonunda, biri ötekini ‘dudak farkıyla’ geçmişti...
Abazanlık edebiyat çevrelerimizde öyle yaygındır ki, sonunda sıkılıp ‘en iyisi bu işi kendi aramızda çözelim’ diye birbirine saran yazar ve eleştirmen de vardır ha!
Aynı dünyada abazanlık çulsuzlukla da atbaşı gittiğinden, kimi işadamları, kimi sahne sanatçıları da günün birinde yazarlığa heves ettiklerinde birer ‘zenci’ tutarlar. Gene altmışlı yıllarda (böyle ikide bir altmışlı yıllardan sözettiğimize göre biz de yaşlanıyoruz artık), ünlü bir sinema oyuncumuz, bir edebiyatçımıza roman yazdırıp kendi adıyla yayınlamıştı. Ücreti ‘nakden’ değil ‘malen’ ödediği söylenirdi (yok, o aklınıza gelen mal değil)... Malen dediysek, emlaken... Beşiktaş’ta, Yıldız Yokuşu’nda ona bir apartman dairesi almıştı...
Ama o zamanlar hanım yazarlar ciddi ciddi demeçler verirlerdi, ‘ülkemizin kurtuluşunu devrimde görüyorum, insan yalnız değilir, bir burjuva aldatmacası olan ‘insan yalnızdır’ önyargısını yıkmak için yazıyorum’ falan diye...
Sonra, romanının imza gününe ‘orijinallik olsun için’ gökten balonla inen yazar bile gördük!
Şimdi de soyunuyorlar anlaşılan... İyi iyi. Soyunsunlar, ay pardon, yazsınlar vallahi. Bir sürü kaknem psikopat arasına sanatı kuvvetli hanımlar da girsin, faydası var zararı yoktur. Nasıl olsa üç ay sonra kime tanımayacak, Popstar yarışmacıları gibi.
Şu hanımı ben de bir okusaydım yahu...
Engin Ardıç
Star
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:44