Medya
  • 7.3.2003 11:11

SERDAR TURGUT CUMHURBAŞKANINA SESLENDİ: ORDA MISINIZ?

Dünkü yazısında Baykal ve Arınç'ı eleştiren Serdar Turgut'un bugünkü hedefi ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer oldu. Kritik bir ortamda Sezer'in sessiz kalmasını eleştiren Turgut, köşkte bir Cumhurbaşkanı'nın olup olmadığını sorguladı. İşte Serdar Turgut'un bugünkü köşe yazısı. Alo! Orada Cumhurbaşkanı var mı? Tezkere oylaması öncesini bir düşünsenize. MGK'nın ne dediği belli değil. Hükümet on beş bin parça halinde. Meclis Başkanı deseniz, o bambaşka bir alem zaten, yeni milli vakıamız o! Ve bu haldeyken Türkiye'nin geleceğini tayin edecek bir konuda oylamaya gidiliyor. Her şey olup bittikten sonra da anlaşılıyor ki oylamanın sonucu aslında ulusal çıkarımıza en uygun olan sonuç değilmiş. Peki Türkiye Cumhuriyeti'nde böylesine bir skandal nasıl olabiliyor? Çünkü devleti bir arada tutacak, yön verecek, koordinasyonu sağlayacak bir entelektüel güç, bir denge noktası yok artık Türkiye'de. Açıkça söylemek gerekirse bu memlekette Cumhurbaşkanlığı makamı boşmuş gibi bir izlenime kapılıyor insan ister istemez. * * * Bir Cumhurbaşkanı bu gibi dönemlerde konuşmaz, halka olan biteni anlatmaz, olaylara açıklık getirmez, devleti toparlamazsa acaba bunu ne zaman yapacak bunu anlamak mümkün değil. Sayın Ahmet Necdet Sezer hiç ummadığı bir anda, ummadığı koşullar altında ve Türkiye siyasetinde iğrenç bir ahlaki çöküntünün yaşandığı bir konjonktürde, kişisel ahlaki saygınlığı ve dürüstlüğü nedeniyle bir anda kendisini devletin başında buldu. Ancak Cumhurbaşkanlığı basit bir iş değildir. O makamdaki kişinin sadece dürüst, ahlaklı ve düzgün insan olması yeterli değildir. Bunu dışında bir devlet vizyonu, toparlayıcı entelektüel güç, güçlü bir iktidar anlayışı ve gerektiğinde de ülke insanına kılavuzluk yapacak liderlik nosyonu gerekir. Bu özellikle Sayın Cumhurbaşkanı'nda belki vardır ama durum öyleyse de o bunları bizlerden gizliyor. Bir düşünün bakalım geçmek zorunda kaldığımız hangi kritik konjonktürde Cumhurbaşkanı duruma müdahale ederek biz sıradan vatandaşların olan biteni anlamasına, aşmasına, atlatmasına yardımcı oldu. Hep bir sessizlik var o makamda. Son olayda da böyle oldu. Madem MGK'nın askeri kanadı ilk kez 'demokrasiye uygun düşmez' diyerek konuşmamayı tercih etti ve ulusal çıkarlarımız da tezkerenin geçmesini gerektiriyordu o zaman Cumhurbaşkanı acaba neden çıkıp da halka seslenmez ve durumu her yönüyle insanlara anlatmayı tercih etmez ki? Bunu yapmama tercihinin nedenini anlamak mümkün değil. * * * Aslında haksızlık yapmış olmayayım sayın Cumhurbaşkanı olaylar hakkında ne düşündüğünü arada bir belli ediyor. Bunu sözcüsü Tacan İldem aracılığıyla yapıyor. Ben 10'uncu Cumhurbaşkanı'nın aslında hiç konuşmama kararı vermiş olduğunu ve fikir bildirir gibi yaptığı durumlarda da aslında net fikir bildirmeme kararı aldığını sayın İldem'i sözcülüğüne atadığında zaten anlamıştım. Tacan İldem'in her açıklaması Derrida'nın yazmış olduğu satırlara benziyor. Onun her bir açıklaması birer yapısal çözülme (deconstruction) klasiği. Cümlede pozitif bir şey söyleyeceği zaman bile ilk önce negatif bir şey söylüyor sonra onu negatifliyor sonra onu da iki kez daha negatifledikten sonra pozitife ulaşıyor. Diyeceğini ilk başta net söylese herkes rahat bir nefes alacak ama tercihler o yönde değil. Tacan İldem bütün bunları olağanüstü ciddi bir ifadeyle de yapıyor. Surat ifadesinden kimse bir şey anlayamasa da ben onun konuşmasındaki karmaşadan olağanüstü zevk aldığını hatta o anda bile bir sonraki konuşmasında meseleyi daha karmaşık nasıl ifade ederim diye planlar yaptığına bile eminim. * * * Bir de tabii işin başka yönleri daha var. Yeni milli vakıamız Meclis Başkanı ile Cumhurbaşkanımız meslek olarak hukukçular ya, arada bir bu yönleriyle işleri daha da karmaşıklaştırıyorlar. Cumhurbaşkanı tam oylama öncesine yine sözcüsü aracılığıyla 'uluslararası meşruiyet' kavramını ortaya attı ve tezkere oylanırken bu meseleye dikkat edilmesi gerekir dedi. Ve milletvekillerinin zaten olağanüstü karışık olan kafalarını daha da karıştırdı. Şimdi zannedersiniz ki bu kavram şu anda devletimiz için öylesine önemli ki, Cumhurbaşkanı bunu illa da söylemek zorundaydı. Ama her şey olup bittikten sonra konuşmaya karar veren Genelkurmay Başkanı ulusal çıkarın her şeyin önünde olduğunu söylemedi mi? Ulusal çıkar uluslar arası meşruiyet ile her zaman çakışır mı? Eğer çakışır diyorsanız yarın askerimizi Kuzey Kıbrıs'tan çekmemiz gerekmez mi? Falan filan. Düşünce sistematiğini uzatabiliriz de umarım demek istediğim anlaşılmıştır. Özetle bugün devlet sadece günü birlik yönetiliyor gibi bir görünüm vardır. Devlet içinde nizamı sağlayacak bir otorite bulunamamaktadır. Cumhurbaşkanı'nın olaylar hakkında fikir bildirmemeyi tercih etmesi ise bazen fikir bildirdiğinde olanlara bakıldığında daha iyi bir tercih olarak da ortaya çıkmaktadır. Ve Türkiye bu koşullarda savaşa doğru sürükleniyor. Allah yardımcımız olsun.. akşam Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:30

İLGİLİ HABERLER