Medya
  • 9.6.2004 11:41

SERDAR TURGUT:'ERTUĞRUL ÖZKÖK, ARKADAŞI MESUT YILMAZ'I NE KADAR POMPALARSA POMPALASIN,TARİHİN VERDİĞİ SIFIR NOTUNU DEĞİŞTİREMEZ!'

Şu arkadaşlığın gücüne bakın 1990'lı yıllarda Türkiye hemen her yönüyle iflas etmiş bir ülke görünümündeydi. Bir yanda ülkenin büyük çoğunluğu hızla fakirleşiyor, Cumhuriyet tarihinde ilk kez açlık tehlikesi yığınların kapısını çalmaya başlıyordu. Öte yandan, gazetelerde ülkenin mahvolmasını seyreden siyasetçilere her gün yağ çekiliyor, ekonomi sayfalarında 'Türkiye'nin ekonomi mucizesinden' utanmadan bahsediliyor ve bu yazılar gelecekten umudu tükenmiş, artık gününü bile zor kurtaran insanlara 'al oku' diye, sanki suratlara tokat atarcasına sunuluyordu. Açıkçası yığınları neredeyse ayaklanmaya tahrik eden bir tavırdı bu ve belki hatırlarsınız MİT bile bu tür yayınların olası tehlikelerini medya yönetimlerine hatırlatmak ihtiyacını duymuştu. Ve yine belki hatırlayacaksınızdır, bu dünya basın tarihinde eşi enderi görülmemiş türde uyarı bile medyayı bildiği yoldan döndürmeye yetmemişti. O 'bildikleri' yolun ne olduğu da hala daha muammadır. Birçok yorumcu o dönemde gazete patronları ile onların dostu hükümetlerin çıkar ilişkisi içinde olduğunu iddia etmektedir. Ama bu bence olan biteni anlamlandırmada yetersiz kalıyor. Çünkü dünyada bu tür çıkar ilişkileri, ortak hedefler kurulması her ülkede bazı dönemlerde görülebilir ama bu ortaklıklar ülke insanının neredeyse yaşamlarının tüketilmesi pahasına yapılmaz. Yapılırsa da bu olsa olsa bir intihar olur ve bu da Türkiye'de yaşanmıştır. Türkiye'nin elitleri 1990'lı yılların ikinci yarısında kurulan düzenle bir anlamda intihar etmişler, kısa vadede büyük çıkarlar peşinde hep birlikte koşarlarken büyük resmi görememişler ve kendi düzenlerinin sonunu getirirken, bir yanda da ülkelerini tehlikeye atmışlardır. Sonunda Türkiye'de yaşanan vahim olaya dış merkezler mecburen el koymuş, IMF; Dünya Bankası ve onların yerli adamları devreye girerek ülkeyi, dünya sistemini krize sokmamak için, son anda uçurumun yanından kurtarmışlardır. Ülkenin 'elitleri' o yıllarda kendini o kadar kaybetmişlerdi ki, kendi düzenlerinin iflas ettiğini son ana kadar göremiyor ve son perdede İsmail Cem'den başbakan ve onun partisinden de bir siyasi hareket yaratmak gibi acıklı- komik duruma da düşebiliyorlardı. * * * Bunları şimdi neden hatırlatıyorum? Başta şunu bilin ki, yukarıdaki satırları kızgınlıkla yazmadım. Bir süredir bazı insanlara kızma huyumu tamamen bir yana bıraktım. Şu medya dünyasında uzun yıllardır var olmanın getirdiği bir kaşarlanma durumu olmalı benim bu durumum. Artık bazılarını görünce, okuyunca, dinleyince kızamıyorum. İçim katılıyor ve onları sadece gülümsemeyle izleyebiliyorum. Dolayısıyla geçmişi hatırlarken de artık daha soğukkanlı düşünce üretmeyi başardığımı sanıyorum. Bu yazıyı sadece dün Hürriyet'te Ertuğrul Özkök'ün köşesinde çıkan yazıyı okuyunca yazmak ihtiyacını duydum. Bir kere baştan şunu söylemeliyim ki Ertuğrul Özkök'ün 'arkadaşlık hislerinin gücüne ve vefasına' gerçekten hayranlık duydum. O sadece güçlü döneminde değil, şu günlerdeki en zor döneminde de Mesut Yılmaz'ın yanında duruyor. Hatta dünkü yazısını sırf ona moral olsun diye yazmış olma ihtimali de çok büyük. Çünkü yazının başka anlamını bulmak hayli zor. Ancak şunu da söylemek durumundayım: Evet, gerçekten de Mesut Yılmaz bu memleketin sorunlarını en iyi bilen siyasetçilerden birisidir Özkök'ün yazdığı gibi. Bu böyledir çünkü bu memleketin meselelerinin önemli bir bölümünü bizzat siyasetçi olarak o yaratmıştır, dolayısıyla bir insanın kendi yarattığı meseleleri yakından bilmesinden daha doğal bir şey yoktur. Bir de diyor ki Özkök, Mesut Yılmaz siyasetçi olarak attığı adımlarla bu ülkenin Avrupa Birliği yolundaki adımlarını hızlandırmış. Halbuki durum tamamen tersidir. 1990'lı yıllarda bu ülke insanı kitlesel olarak fakirleşmiş, cahilleşmiş ve eğitimsizleşmiştir. Avrupalı olacağımızı televizyondan günde 15 dakikalık 'yabancı diller' yayınlarıyla yapacaklarını sananlar, Avrupalı katiyen olamayacağımızın başlıca nedeninin kitlesel eğitimsizliğimiz ve fakirliğimiz olduğunu görmemekte ısrarlılar. Aslında görüyorlar da halka yalan söylemekte devam ediyorlar. Dolayısıyla Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için Almanca kitap yazmış olan bay Mesut Yılmaz belki yazısıyla Almanlar'ı kandırabilir ama Türk insanını artık kandırması mümkün olamayacaktır. Türk insanı Türkçe olarak dinlediği Mesut Yılmaz'ı sonunda gayet iyi anlamış, notunu da vermiştir. Ertuğrul Özkök arkadaşlık vefasıyla ne kadar uğraşırsa uğraşsın, arkadaşına ne kadar moral pompalarsa pompalasın, tarihin verdiği sıfır notunu artıya çevirebilmesi mümkün olmayacaktır. Aslında sıfır olanı artıya çevirme yolunda birçok deneyimi, başarısı olan Özkök'ün bile bunu başarması zor gözüküyor. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:21

İLGİLİ HABERLER