
Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin kaç talebesi vardı?
SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ HAZRETLERİ’NİN KAÇ TELEBESİ VARDI..
İstanbul’a ticaret yapmaya gelen bir Rum gemisi Marmara Denizi’nde fırtınaya yakalanır. Gemi alabora olmak üzere iken kaptan ve tayfalar papazlarından yardım ister ama gelen giden olmaz.
Gemideki tayfalardan birisi arkadaşlarına, “Müslümanlar Yahya Efendi diye birisinden bahsedip onu araya katarak yardım isterlerdi. Bir de bunu deneyelim” derler.
Yahya Efendi’yi araya katıp yardım isteyince, geminin önünde aksakallı Yahya Efendi görünür. Halatı sırtlayıp gemiyi selamete çıkarır.
Gemi İstanbul’a varınca Kaptan, “Gidip Yahya Efendi’ye teşekkür edelim” der ve hediye olarak da yıllanmış şarap testisini yanına alır.
Yahya Efendi’nin dergâhına geldiklerinde caminin içi ve dışı insanlarla dolup taşmıştı.
-Başlarından geçenleri anlattıktan sonra, “Efendim bu iyiliğinizin altında kalmamak için en kıymetli şeyimiz olan yıllanmış şarabı size hediye getirdik” dedi.
Yahya Efendi kısa bir süre bekledikten sonra camidekilere dönüp, “Şunu arkadaşlara dağıtın, içsinler” dedi.
Yahya Efendi’nin şarap içireceğini sanan bütün cemaat, caminin arka kapısından teker teker kaçtı.
Geriye en ön safta 6 kişi kaldı.
İçenler baktı ki, içtiği şarap değil şerbet.
Yahya Efendi’nin kerametiyle şarap şerbete dönmüştü.
- Yahya Efendi’nin, “Şunu için” sözünü “Şarap için” diye anlayanlar camiden kaçtılar.
Yahya Efendi “Şarap için” demedi, “Şunu için” dedi. O ‘Şunu için” dediğinde zaten şarabın şerbet olduğunu biliyordu.
Hocasına tam teslim olup şerbet içen 6 kişi, gerçek talebesi olarak yanında hep kaldı.
Kalbiyle bağlı olanlar, “ Hocamın emridir” dediler. Kana kana içtiler.
Onlar ‘Peki’ deyip teslim olup kazananlardır.
Teslimiyet kalple olur.
İçmeyip kaçanlar, aklına teslim olanlardır.
Onların bağlılığı kalp ile değil akıl iledir.
Akılla bağlı olan teslim olmaz.
Nefsin tahtı akıldadır.
Bir büyüğe bağlanan; akıl gömleğini dışarı asıp, içeriyle teslimiyet gömleğiyle giren kişidir.
O büyüğü bulana kadar öğrendiklerinin ışığında aklıyla arar, bulunca akılı bırakıp teslim olur.
Seyyid Abdülhakim Arvâsî Hazretlerinin (Rahmetullahi aleyh) Allah ondan ilmi kadar razı olsun, çok seveni vardı.
Hem Türkiye içerisinden hem de dışarısından sohbetini dinleyip feyz almak için akın akın gelirlerdi.
Sohbetlerinde; caminin içi de dışı da avlusu da tamamen dolardı.
Bir gün birisi bu kadar sevilmesini anlatırken şöyle dedi?
- Efendim Sohbetinizi dinlemeye her yerden akın akın geliyorlar. İçeride dışarı da hiç yer kalmıyor. Bir de gelemeyenler var. Kim bilir kaç milyon talebeniz vardır?
Efendi Hazretleri biraz düşündükten sonra adamın sualine cevap verdi;
- Bir minibüs yolcusu kadar.
Yani 13 -14 kişi….
Milyonlarca kişi akın akın sohbetini dinlemeye gelirken, topu topu 13- 14 talebe nasıl olur?
Çok esrarlı bir o kadar da mühim bir söz.
İşte bu mübarek sözün esrarı, Mevlana Hazretleri’nin (Rahmetullahi aleyh) Mesnevi kitabındaki bir şiir de var.
Herkesî ez zann-ı hod şod yâr-i men,
V’ez derûnî men necüst esrâr-ı men…
Mana olarak şöyle;
Bütün cemiyetlerde inledim (Ah çektim) İyiler ile de kötüler ile de beraber oldum. İyiler de kötüler de beni dostu zannetti. (Herkes beni dostu sandı) Ama hiç birisi benim kalbime bakmadı. Gönlümün derinliklerindeki esrarı öğrenmedi. İnsanlar buna bakmadan benim dostum olduğunu zannetti.
Âlimler Mevlana Hazretleri’nin sözlerini şöyle tefsir etti…
-HERKES kendi zannınca benim dostum olduğunu zannetti. Ancak benim derunumdaki sırları araştırmadı. Kimse içimdeki sırlara bakmadı.
Sadece bir Hak dostuna yakın olmak duygusunu tatmak için yanıma geldiler.
Sohbetlerime iştirak ettiler, benimle konuştular, yani dışımla temas ettiler ama içimi görmediler.
İçimi merak bile etmediler…
“Kim ki benim sırrımı araştırdı, o dostumdur.” Önemli olan, esrarıma vâkıf olmaktır.
Mesnevi’de o esrar ve sır ile alakalı şöyle yazdı;
“Sırr-ı men ez nâle-i ben dûr nîst/
Lîk çem ü gûşrâ an nûr nîst.”
Sırrım feryadımın içinde durur,/
Yoktur lakin göz ve kulakta o nur.
“Sırrım, feryadımdan uzakta değildir. Ancak göz ve kulakta o nur yoktur.”
Mevlana Hazretleri kısaca şöyle diyor;
- Gözde o nur olsaydı sırrımın feryadımın içinde olduğunu görecek. Kulakta o nur olsaydı sırrımın feryadımın içinden geldiğini duyacaktı.
Gelenlerde gönül gözü açık olsaydı bütün bu feryatları görüp duyacaklardı.
Çok azında gönül gözü açık olduğu için onlar gördü ve benim dostum oldu, ötekiler beni görmeye değil kendilerini bana göstermeye geldiler.
Dostum olarak göründüler ama onlar bir Hak dostuna yakın olma duygusu için geldi.
Oysa benim derdim ne onları görmekti ne de kendimi onlara göstermekti.
Benim derdim; içimdeki sırrımın esrarını haykırmaktı ve onlara bunu duyurmaktı.
Peki; Mevlana Hazretleri’nin içinden haykırdığı ama dostlarının dışında kimseye duyuramadığı sırrı ve feryadı ne idi?
O sır aşktı…
İçini yakıp kavuran; Hocasına, Peygamber Efendimize ve Allahü teâlâ’ya duyduğu büyük aşktı…
Kim büyüğünün bu feryadını duyar, o büyüğünün dostu olur.
Yahya Efendi’nin de Mevlana Hazretleri’nin de ve Efendi Hazretleri’nin de bahsettiği dostlar yani gerçek talebeler bunlardır.
Herkes büyüklerin gemisine binmek ister…
OYSA MESELE…
Büyüklerin gemisine binmek değil…
Büyüklerin dostu olup kalbine girmektir…
CUMANIZ MÜBAREK AKİBETİNİZ HAYIR OLSUN
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ
Güncellenme Tarihi : 25.3.2022 18:18